Çağla Oflas

Çağla Oflas son yazıları

Çağla Oflas tüm yazıları

07.04.2021 - 14:09

“Demokrasi”ye yönelen tehdit

MHP, iktidar çoklu baro düzenlemesi getirdiğinde, düzenlemenin savunma hakkını ortadan kaldırmak istediğini belirten Baroları tehdit etti. TTB “pandemi sürecini yönetemiyorsunuz, ölüyoruz” dediğinde Bahçeli, TTB’nin kapatılmasını, yöneticileri hakkında da adli işlem yapılmasını istedi. En son, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin sona erdirilmesi, HDP’nin ise kapatılması çağrısını yaptı. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği feshedildi ve tutuklandı. HDP’nin kapatılması, 687 HDP’liyle ilgili 5 yıl siyasi yasaklı olmasıyla ilgili Yargıtay soruşturma başlattı. Bu hamlesiyle Kürt sorununda çözüm girişimlerine kilit vurmayı planladı. Yargıtay iddianamesi Anayasa Mahkemesi tarafından usulden reddedildi. Bu partinin sözcüleri, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını istedi. Defalarca hukuksuzluğu çağrı yapan bu partinin meclisin de kapısına sonsuza kadar kilit vurmak istediğinden kimse şüphe etmemeli. Demokratik tüm hakların, dokunulmazlıklarının, işçi sınıfının tüm örgütlerinin ve demokratik yapıların toptan tasfiye edilmesini istiyorlar.

Hiç normalleşmemişti

Meclisin zayıflatılıp, yürütmenin güçlendirildiği, Türk tipi başkanlık sistemine geçildiğinde “faşizmin geldiği” anlatıldı. AKP faşist olarak ilan edilirken, MHP ıskalandı. Her türlü baskının faşist olarak nitelendirilmesi, faşizmin sivil, sömürge tipi gibi türlü hallerinin bolca kullanılmasının ortalığı bulandırdığı malum. Ama faşist partinin değiştiği, sokaklardan çekilip, merkez sağ parti haline geldiği tezleri uzun zamandır kullanımda. 1990’larda Kürt sorununda çatışma politikalarının öne çıktığı, İslamcı hareketin yükselişe geçtiği koşullarda bu geleneğin yıldızı devlet ve sermaye tarafından parlatıldı. Ana akım medya bu partinin “değiştiğini” anlattı. AKP’nin geriletilmesinde ittifak yapılabilecek bir güç olarak görüldü. Son günlerde İYİP’in Cumhur İttifakını geriletecek bir ittifak ortağı olarak görülmesi, bu partideki göçmen düşmanlığının, Talat Paşa seviciliğinin aynı mecralarda bir rahatsızlık yaratmaması eleştirilerinin temelinde AKP’yle yaptığı koalisyon ortaklığının yattığı kanaatini güçlendiriyor ne yazık ki! 

İşçi sınıfı ve tüm ezilenler tehdit altında

AKP’yle birlikte oy desteğinin erimesi Bahçeli açısından bir sorun değil. İktidar partisiymiş gibi, muhalefete yönelik tüm müdahalelerin başlatıcısı ve yönlendiricisi pozisyonunda. Muhalefeti sindirmek için yapılan manevralar aynı zamanda iktidar üzerinde de basınç oluşturuyor. Bahçeli her konuşmasında politikalarının hükümet içinde bağlayıcı olması için özel bir çaba gösteriyor. Örneğin, Erdoğan Berat Albayrak’ın istifasının ardından “ekonomi, hukuk ve demokraside seferberlik” paketini gündeme getirdiğinde, Alaattin Çakıcı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na tehdit ve hakaretler içeren bir mektup yolladı. Ardından Bahçeli Çakıcı’ya “dava arkadaşımdır” diyerek sahip çıktı. Grup toplantısında da Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’yı hedef gösterdi. Bahçeli “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” misali iktidara gözdağı verdi. Stratejileri muhalefetin korkutulması üzerine kurulu. Bu nedenle hedefinde sadece HDP ve sol yok. CHP’ye hatta AKP’den kopanların kurdukları partilere de gözdağı vermek istiyor. Alaattin Çakıcı, Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etti. Gelecek Partisi Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a saldırıldı. Gazeteci Levent Gültekin linç edildi. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanmasına karşı gerçekleştirilen protestolar hedef tahtasına oturtuldu, Çakıcı kayyum Rektör Melih Bulu’yu istifa etmemesi için tehdit etti. Bu belirleme siyasal alanların dışında sosyal yaşamın da lümpenleştirilip, iç bunaltıcı bir hale gelmesine yol açıyor. Siyasal ortamdan güç alan lümpen bir güruh, kadınlara, işçilere, göçmenlere, Kürtlere, LGBTİ+’lara saldırıyor. Bu faşistler sosyal medyada boy gösteriyor, işçi sınıfını ve ezilen tüm kesimleri tehdit ediyorlar. Burada tuhaf olan, faşistler hakkında değiştikleri güzellemesi yapanların şaşırması. 

Siyasal alanda genişleyen etki

Kürt sorununda çözüm sürecinin önce buzdolabına atılıp sonra da tamamen ortadan kaldırıldığı süreçten, tüm yetkilerin merkezîleştiği Türk Tipi Başkanlık sistemi dahil, tüm süreçlerde MHP etkindi. Çözüm sürecinin bittiği 2015 genel seçimlerinde HDP binalarına, seçim mitinglerine, seçim bürolarına, adaylarına, silahlı, sopalı saldırılar, kundaklama olayları gerçekleşti. Kürtlere linç girişimleri yapıldı. Esnafa saldırıldı. Saldırılara “milliyetçi refleks” diyerek göz yumuldu. 2015 Seçimleri sonrasında da çözüm sürecini ortadan kaldıran Erdoğan ile “HDP’yi flu görüyorum” diyen Erdoğan yan yana geldi. 

OHAL koşullarının şekillendirdiği 2017 referandumu, erken seçim kararı, 2018 Cumhur İttifakı’nın kazanması, bütün bu süreçlerde merkezi rol aldı. Bundan sonraki siyasal süreçler de Bahçeli’nin istediği şekilde biçimlendi ve iktidar olmadan iktidar olmanın avantajını yaşadı. 2018 seçimlerinde İYİP’in götürdüğü oylara rağmen yüzde 11 seviyesini tutturdu. 2019 yerel seçim sonuçları Cumhur İttifakı’nın çözülmesinin başlangıcı oldu. Bundan sonra bu iki parti birbirini sürekli dibe çekerken birbirlerinin yörüngesinden çıkamaz hale geldi. Nitekim Erdoğan 2023 iktidar stratejisinde iktidarın küçük ortağının olmadığı hiçbir süreç yok. Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasası’yla ilgili düzenlemelerden Yeni Anayasa oluşumuna, tüm süreçlerde bu etkiyi görmek mümkün. 

15 Temmuz darbe girişiminden sonra boşalan devlet kadrolarının kimler tarafından doldurulduğunu biliyoruz. Mustafa Balbay 18 Mart 2021 tarihli yazısında devlet, polis, bekçi, güvenlik kadrolarına 30 bine yakın bu partinin taraftarlarından yerleştirildiğini yazdı. Güvenlik güçleri dışında yargı dahil devlet bürokrasisi içinde de ağırlığını artırdığı dikkatleri çekiyor. Ancak gücünün kaynağını sokakları tahkim edebilmesi oluşturuyor. Ekonomi yönetiminin artan işsizlik rakamlarına, azalan alım gücüne çözüm olmadığına ilişkin TÜSİAD’ın açıklaması sermayenin mayalanmakta olan öfkeyi görmekte olduğunu gösterir. 

Bu geleneğin “vatan nöbeti” dediği Cumhur İttifakı’nı bu kadar sahiplenmesinin nedeni, iktidara yönelik güç tahkimi. Erdoğan’ın “Rabia” hattından “kızıl elma” çizgisine gelmesindeki bu etkiyi görmek gerekiyor. Fakat aynı şekilde iktidar demokratik alanların baskı altına alınmasından olduğu gibi bu partinin güçlendirilmesinden de sorumlu.  

Beka davasından yerli ve milli söyleme iktidarın tüm ideolojik bagajına küçük ortağı tarafından “katkı” yapılıyor. Dış siyasette ulusalcı Mavi Vatan tezi iktidarın MHP ortaklığıyla geliştirdiği bir perspektif. “Türkiye’nin güvenliği karasuların ötesinde güvenliği sağlamaktan geçer” yaklaşımı bu tezin özünü oluşturuyor. Bu tezlerin gerçek hayatta karşılığı olmasa da iç siyasete yansıması açısından bakarsak, “küresel güçlerle bağlantılı iç düşman” üzerinden geliştirilen iddialar muhalefeti düşmanlaştırmakta.

---

Faşizm mi geldi?

Siyasal sistemin faşizm olarak nitelendirilmesi, AKP’nin faşist olarak görülmesi, otoriterleşmenin dinamiklerini anlamamızı sağlamadığı gibi, işçi sınıfı ve ezilenler açısından özel bir tehdit olan MHP’ye karşı mücadele açısından elimizi zayıflatmakta. Kapitalizmin tarihi pek çok siyasal afetlerden oluşan, otoriter ve totaliter yönetimlerle dolu. Faşizmin benzersiz tarafı ise, işçi sınıfının tüm örgütlerinin kökünü kazıyıp, geri dönüşümsüz olarak ortadan kaldırmak oluşturur. 

Faşizm, ekonomik ve siyasal kriz koşullarında küçük burjuva ve orta sınıfların tepkilerini örgütleyen bir kitle hareketidir. Sermayenin işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini sınırsızca kullanmasına olanak sağlayan, siyasal alana şiddetli bir müdahaledir. Faşist hareketin doğasından kaynaklanan bu gerilim sermaye açısından da riskli bir seçenek haline gelmesine yol açar. Ancak bu, sermayenin bu karta hiçbir zaman oynamayacağı anlamına gelmez. Özellikle dünya ekonomisinin derin bir ekonomik, pandemik ve ekolojik kriz yaşadığı ve buna siyasal krizlerin de eşlik ettiği koşullarda bu riski göze alamayız. 

Ekonomik krizin kendini iyice hissettirdiği, işsizliğin arttığı, alım gücünün iyice azaldığı, pandemi yönetiminin emekçi sınıflarda öfke yaratığı koşullarda AKP gibi MHP de işçi sınıfı ve ezilenler nezdinde teşhir olmakta. Özellikle sosyal medyada bu partinin üyelerinin kadınlara yönelik saldırılarda boy göstermesi, kamuoyunda ciddi rahatsızlık yaratıyor. 

Türkiye ekonomisindeki krizin yapısal boyutu, 2001 krizi sonucunda finansal piyasalara bağımlı hale getirilen ekonomik programın sınırına gelmesi, Türk tipi başkanlık sisteminin siyasal tüm alanları tahrip etmesi, merkezinde sendikaların olduğu, tüm ezilenleri kapsayan anti-faşist bir yapılanmanın faşist partiler kapatılana, demokratik alanlardan temizlene kadar sürekli mücadele etmesini zorunlu kılmaktadır.

Çağla Oflas

(Sosyalist İşçi)


Bültene kayıt ol