Diyanet İşleri Başkanlığı 28 şubat günü bir tweet attı. Tweet bir şiirden ibaretti.
Bir devlet kurumunun edebiyatla ilgilenmesini, halkımıza şiiri sevdirmek için çalışmasını güzel bir gelişme olarak düşünebilirsiniz. Ben de düşünebilirdim. Ama düşünemedim.
Şiir, Yahya Kemal’in “26 ağustos 1922” şiiriydi:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur, ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur, ya Rabbi
Ta ki yükselen ezanlarla müeyyed namın
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın.
Şiirperver medyamız bu şiiri özellikle sever.
Şiir 14 Kasım 2016 tarihinde Yeni Akit gazetesinde yayınlanmış. Unutmuş olabilirsiniz, “Fırat Kalkanı” harekâtı gerçekleştirilmektedir o günlerde.
26 Ocak 2018 günü Star gazetesinde ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin internet sitesinde yayınlanmış. “Zeytin Dalı” (Afrin) harekâtı günlerinde.
10 Ekim 2019 tarihinde hem Akşam hem Sabah gazetelerinde yayınlanmış. “Barış Pınarı” harekâtı gerçekleşirken.
29 Nisan 2017 günü Yeni Şafak gazetesinde yayınlanmış. Merak ediyorsunuz. Yok, 2017’nin nisan ayında herhangi bir harekât yok. Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği ay. Belli ki Yeni Şafak bunu da bir tür harekât olarak düşünmüş.
Gazetelerin bu şiiri yayınlamasına hiçbir itirazım olamaz elbet. Hem ülkemizdeki sınırsız ve eksiksiz basın ve ifade özgürlüğüne gölge düşürmek istemediğim için, hem de bu şiire değil ama genel anlamda şiire ve özellikle Yahya Kemal’e düşkünlüğüm nedeniyle.
Gazetelere bir diyeceğim yok. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı’na ne demeli?
Diyeceklerim şunlar.
Birincisi, şunu hatırlatmak isterim: Anayasa’nın “Başlangıç” bölümünde, “laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” yazar. Hukukçu, avukat filan değilim, ama ben buradaki “kesinlikle” kelimesini Devlet işlerine ve politikaya din duyguları “karıştırılmasa iyi olur” şeklinde değil, “karıştırılmasa mı acaba?” şeklinde değil, “karıştırılmamalıdır” şeklinde yorumluyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan her bir kişi kendisini İslam’ın ordusunda bir nefer olarak görebilir. En doğal hakkıdır. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı kurum olarak Türkiye Silahlı Kuvvetleri’nden “İslam’ın ordusu” diye söz edemez. Bana göre değil, Anayasa’ya göre edemez.
Ben Türkiye’nin laik olduğunu zaten hiçbir zaman düşünmedim, zırt pırt askerî darbelerle değiştirilen Anayasa’yı da pek önemsemedim, ama siz bari kendi yasalarınıza uyun yahu!
İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı İslam’ın bir kurumu, Türkiye Silahlı Kuvvetleri de İslam’ın ordusu olduğuna göre, benden niye vergi alıyorsunuz kardeşim? Bu memleketin vatandaşı olan Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Suryanilerden ve diğer gayrımüslimlerden vergi alıp bu paraları İslam’ın ordusuna harcamak adil midir?
Gayrımüslim vatandaşlar arasında İslam’ın ordusuna para yardımı yapmak, destek vermek isteyenler olabilir. Tamam, bu ihtimali yok saymayalım. Ama bari bir sorun, “Laik Türkiye Cumhuriyeti olarak İslam’ın ordusunu kurduk, katkıda bulunmak ister misin?” deyin.
Üçüncü diyeceğim de şu.
Bu ordu İslam’ın ordusu, öyle mi? Bana niye askerlik yaptırdınız o zaman?
Hiç düşündünüz mü? Şimdi askerde olsaydım ve Suriyeli bir asker öldürseydim, bir Yahudi’ye bir Müslüman öldürtmüş olacaktınız! Cehennemde cayır cayır yanacaktınız!
Yanmanıza itirazım yok da, madem bu ordu İslam’ın ordusu, benim Erzincan’da 59. Topçu Er Eğitim Tugayı’nda ne işim vardı, niye aylarca eziyet çektim oralarda?
Roni Margulies