Demirtaş’ın açıklamaları etrafında süren tartışmalara değinmeye çalıştığım ilk yazıda, özelikle aşırı sağ iktidar bloğuna gazeteci maskesi altında hizmet eden yorumcuların görüşleri üzerinde durmuştum.
Bu kanat, tüm tartışmayı HDP’yi terör örgütünün kolu olduğunu kanıtlamaya indirgemiş durumda. Doğal olarak Demirtaş’ın tartışmalarının bir önemi yok. O, ne yaparsa yapsın, terör savunucusu olarak kodlanıyor. Bu kodlama üzerine “koca koca” davalar inşa ediliyor.
Geçen yazıda çözüm sürecinin sonlanmasıyla el ele işleyen yerli-milli devlet ideolojisinin ve uygulamalarının inşa sürecine, Kürt sorununun ne olduğuna da değinmeye çalışmıştım. İktidarın aşırı sağcı “kanaat önderleri” sorunun bu yanını tamamen silikleştirmeye, Kürt sorununu kapsayan bir şekilde inkâr etmeye (“sorun vardı, ama biz çözdük” yaklaşımı inkâr etmiyormuş gibi görünen yeni türden bir inkarcılık biçimi) devam ediyorlar. Sorun, bu insanlar açısından, giderek Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmesinin, haklarını kullanmasının önüne geçmek.
İç politikada da dış politikada da yerli-milli ideoloji bu açıdan umulmadık bir işlev görüyor. Hem Erdoğan-Bahçeli ittifakını pekiştiriyor bu yaklaşım, hem de devletin çeşitli kesimlerini bu ittifakın parçası haline getiriyor.
Dış politika manevraları ve Kürt sorunu
Bu açıdan dış politikada izlenen çizgi, bütünüyle Kürtlerin bölge düzeyinde elde ettiği kazanımların Türkiye’ye zarar vereceği endişesiyle tuzla buz edilmesine dayanmış görünüyor.
Bu politika başlangıç noktası olarak Suriye’nin Kuzey’ine, Kürt bölgelerine müdahale hırsıyla başlasa da kısa sürede bölgesel güç olma hırsıyla iç içe geçti. Çarpıcı bir örnek olması açısından Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğiyle ilgili pazarlıkta öne çıkarttığı ilk konu (ikincisi Fethullahçı darbecilerle alakalı) Kuzey Suriye’deki Kürt oluşumların bu ülkeler tarafından terör kapsamında değerlendirilmesi. En son örnek ise İran-Rusya-Türkiye’nin bir araya geldiği Suriye zirvesinde Türkiye’nin ABD’nin bölgedeki Kürt oluşumlara destek vermeyi sona erdirmesi ve bölgeyi terk etmesinin gerekli olduğunu açıklamasıydı.
Bütün bu tartışmaların arasında ansızın Zaho’nun bombalanması ve sivillerin öldürülmesi ise üzeri kolay kolay örtülemez bir gelişme olarak kayda geçti.
Ya 6’lı?
İktidar adına tartışanlar o kadar sağcı ve her yeni tartışmayı öylesine bir hızla ve hırsla yeni devlet ideolojisinin pekiştirilmesi için çaba gösteriyorlar ki 6’lı masa adı verilen muhalefet ittifakı zaman zaman melek gibi görünüyor.
Demirtaş bir TV kanalının sorduğu sorulara – soru şuydu: Toplumda büyüyen Erdoğan karşıtlığı muhalefetin rehavetine yol açıyor mu? ‘Bu iş bitti’ mi?- verdiği yanıtta şunları söylüyor: “Hayır bitmedi. Çünkü mesele Erdoğan karşıtlığına indirgenemeyecek kadar derin ve önemlidir. Kurumsal, radikal, demokratik değişime ihtiyaç var. Bunun için AK Parti'nin gitmesi yetmez. Demokrasiyi içselleştirmiş, demokrasiye yürekten bağlı kişilerin göreve gelmesi ve sonrasında da halkı siyasetin öznesi haline getirerek demokratik dönüşüm sürecini ilerletmesi gerekir. Bu dönüşüm de şimdiden başlamalı. İşte bu konuda 6’lı muhalefet henüz ciddi bir hamle yapamadı. Sayın Kılıçdaroğlu’nun önemli çabaları oluyor. Diğer siyasetçilerin biraz daha fazla çaba göstermeleri gerektiğini düşünüyorum.”
Demirtaş, her ne kadar, mesele Erdoğan karşıtlığına indirgenemeyecek kadar derindir dese de 6’lı ittifakın varlık nedeni ve bu ittifaka bu ölçüde sempati duyulmasının sebebi, sorunun, Erdoğan’ın gitmesine indirgenmiş olması. Bu yüzden, sorun, 6’lı ittifakın bileşenlerinin Demirtaş’ın dediği gibi, “demokrasiye yürekten bağlı kişilerin göreve gelmesi ve sonrasında da halkı siyasetin öznesi haline getirerek demokratik dönüşüm sürecini ilerletmesi”nde değil. Farkına varılması gereken nokta, bu altı partinin demokrat olmaması. Hem de maksimalist bir açıdan bakıldığında değil, temel bir dizi gündelik mesele konusunda, demokrasiyi içselleştirmiş partiler değiller bunlar. Demokrat olmayan siyasetçilerin demokrasiyi içselleştirmesini ve bugünden demokratik siyasal ilişkilerin inşası yönünde adım atmasını beklemek, gerçekte sorunu Erdoğan karşıtlığına indirgemek anlamına geliyor. Burası çok açık. Bu rahatça anlaşılabiliyor. Ana muhalefet ittifakını demokrat bir adım atabilirmiş gibi gösteren asli öğe, iktidar ittifakının aşırı sağ karakteri.
Bu sağcı karakter, Abdullah Öcalan’la görüşmeyenin ciddiye alınmadığı günlerden Demirtaş tişörtü giyenlerin gözaltına alındığı günlere geldiğimizi düşünürsek, tüm toplumun üzerinde öyle bir kâbus etkisi yaratıyor ki düpedüz göçmen düşmanı olan açıklamalar yapan siyasi partilerin demokratikleşebileceğini düşünebiliyoruz. Düpedüz LGBTİ+ düşmanlığı yapan bir partinin bu ittifakta yer alması çok dert olmuyor.
Biricik muhalefetin “Kürt sorunu”
CHP ve İYİP’in başını çektiği muhalefetin, iktidarın artık eline yüzüne bulaştırdığı ekonomik politikalarına karşı önerdiği, egemen sınıfın bir başka programı. Tüm sosyal sınıfların kardeşçe, elbirliğiyle aynı anda kalkınacağı ama özünde neoliberal programın bir türevi olan öneriler getirdiği çok açık. Pandemiyle bütünüyle zorlaşan yaşam koşullarında işçilerin gözünün içine bakarak tüm sosyal sınıfların aynı anda toparlanacağını söyleyen siyasi alternatifler ezilenlerin sözcüsü, umudu olamaz. Öve öve bitirilemeyen Ali Babacan'ın ekonomik aklın ve sağduyunun simgesi haline gelmesi, AKP'nin neoliberal programını şekillendiren isimlerden birisi olduğunu unutturmamalı. İktidara alternatif olduğunu söyleyen muhalefet, sermayeye alternatif değil. Bu yüzden, krizden çıkış için dev sermaye gruplarını vergilendireceğiz, sağlık, eğitim, barınma için gerekli kaynakları böylece yaratacağız diyemiyorlar.
Ama bunu da bir kenara bırakalım. Nasılsa iktidar ittifakından kurtulmanın sihirli formülünü 6’lı masayla bulmuş olduk! Peki Kürt sorunu?
Akşener, sadece çözüm sürecinin değil, hemen öncesindeki Oslo sürecinin sorumlularının da yargılanmasını talep edip duruyor. Muhalefet ittifakı Kürt sorununun çözümü için parlamentoyu işaret etse de her sınır ötesi operasyon, bir iki sıra dışı tutumunu saymazsak, “milli birliği” koruduğunu ilan ederek meclise gelen her türlü yaptırımı destekliyor. Zaman zaman iktidarı, sınır ötesi operasyonlar için heyecana getirmeye çalışan çıkışları hepimizin aklındadır. [1]
Mesele sadece muhalefetin anaakımının Kürt sorununa hemen hemen devletin çizgisinde yaklaşmasından ibaret değil. Herkes, her siyasi parti, her parti sözcüsü, başkanı ya da eş başkanları biliyor ki seçimde HDP’nin oyuna ekmek kadar su kadar muhtaç durumdalar. Hem bu muhtaç olma durumu hem de Kürt sorununa devletin geleneksel resmi tezleri içinden yaklaşmaları hem de iktidarın Kürt sorununu muhalefeti korkutacağı bir sopaya çevirmiş olması muhalefetin HDP’ye yaklaşımına çelişkili bir nitelik veriyor. Daha önce bir yazıda durumu şöyle özetlemeye çalışmıştım:
Millet İttifakı sözcüleri, iktidar ittifakının kendilerini “terörle iltisaklı” göstermesinden çok korkuyor ve kamuoyunun bazı en milliyetçi kesimlerinin HDP hakkındaki yargılarını aşırı ciddiye alıyorlar. Bazı gazeteci kılıklı devlet görevlilerinin HDP’nin çağrılmadığı bir toplantının bile HDP’yle gizli ittifak kurmak, dolayısıyla terörle uzlaşmak anlamına geldiğini yazdıkları yorumları okuyunca, Millet İttifakı liderlerinin tutumuna hak verilebilir gibi geliyor.
Ama kesinlikle haklı değiller.
Kürt sorununu AKP’nin bu konudaki ortalama sağcılığının bile gerisinde bir şekilde ele alan, HDP’nin milyonlarca oy alan bir parti olduğunu açık açık savunmayan, HDP’yle görüşmeye yönelik iktidar eleştirilerine “vız gelir” diyemeyen, Kürt sorunu konusunda derli toplu bir cümle bile kuramayan bir güç birliğinden, umutlu olmak için bir neden yok.
Herkesin zihninin derinlerinde, HDP kitlesi zaten Millet İttifakı’na oy verir diye geçirdiğine şüphe yok! [2]
Gerçekten de “Politika, kurnaz esnaf pazarlığı değildir. İktidar beka sorunu etrafında giderek daha az insanın inandığı milliyetçi bir “hikâye” örerken, bu hikâyenin köşe taşlarını doğru kabul edip Kürt sorununu önemsizleştiren, hatta bu sorunun çözümü için atılan adımları yargı konusu yapacağını söyleyen bir muhalefet anlayışı milyonlarca insana umut olamaz.”
Murat Sabuncu T24 için yaptığı röportajda Demirtaş’a şu soruyu soruyor: “‘Muhalefetin seçimlere kadar geçecek zamanda Kürt meselesini ele almaya ya da bu konuda net mesajlar vermeye yatkın olmadığı, nasıl olsa Erdoğan’ın gitmesi şart diyecek Kürt seçmenin oylarını ister istemez muhalefet adayına vereceği hesabı yaptığı, bunun rahatlığını yaşadığı’ tartışmaları var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Demirtaş’ın yanıtı şöyle: “Umarım böyle basit bir hesap içine girmezler çünkü kesinlikle yanılırlar. Kimse HDP seçmenini iki kötü arasında seçim yapmaya zorlayamaz. O nedenle iyi bir seçenek yaratılması için uğraşmak en doğrusu olur. Muhalefetin de buna dikkat edeceğini sanıyorum.”
Sağa karşı sağcılar
Ne yazık ki görünen köy kılavuz istemiyor. Muhalefet bileşenleri, Kürtlerin oyuna Kürtlerin siyasi öznelerinin görünmez olmasını isteyerek talipler. Kürtler ise her zamanki gibi en yüce gönüllü siyasal toplumsal kesim olarak batıyı, Kürt olmayanları ve tüm toplumu ikna etmek gibi ağır bir yükün altına giriyorlar. Kürt aktivistlerin mücadelesi, sanki tanrıların cezalandırdığı Sisyphos’un yapmak zorunda kaldığı gibi sonsuza kadar iri bir kayayı dağın zirvesine taşıyıp, zirveye her yaklaştığında aşağıya yuvarlanan taşı yeniden zirveye taşımak zorunda olması gibi zorlu. Demirtaş, T24 röportajında HDP’nin daha fazla birlik ve barış mesajı vermesi gerektiğini anlatıyor. Şöyle söylüyor: “Benim HDP için söylediğim, çizgisini daha görünür kılmak için çaba sarf etmesidir. Toplumun önemli bir kesimi bölünme, silah, şiddet, terör korkusu yaşıyor. İktidar da bu korkuları sürekli kaşıyarak öfkeyi HDP’ye yönlendiriyor. Dolayısıyla HDP bir günah keçisine dönüştürülmüş oluyor.”
Oysa mesele bu değil.
Meselenin bu olmadığını muhalefet partileri de biliyor.
Mesele hiçbir şiddet çağrısında bulunmamış olan HDP’nin iktidar ittifakı tarafından şiddet odağı olarak lanse edilmesi ve ana muhalefetin de bu propagandaya teslim olmuş olmasıdır. HDP, barışın partisidir. Çözüm sürecinin partisidir. Her şeyden önce Kürt halkının eşit koşullarda kardeşlik isteyen kesiminin partisidir. HDP ile temas kurmaktan çekinen, iktidara meydan okumayı, HDP’nin kapatılma davasını şu şekilde yorumlamak olarak görenlere anlatılacak çok fazla bir şey yok. İYİP Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu, HDP'nin kapatılmasına yönelik gazetecilere yaptığı açıklamada "Seçilmiş olmayı suç işleme hürriyeti gibi algılamamalıdır hiç kimse. Hiç kimse seçildim diye suç işleme hakkını kazandım duygusu ile siyaset yapmamalıdır" demişti. Bu insanların sorunu demokratikleşmeyi bugünden inşa etmeleri gibi kendilerine birkaç beden büyük gelen siyasi misyonları yerine getirmemek değil, sağcı olmalarıdır.
Bu yüzde, sağa karşı sağ bir ittifaka açık çek veren her yaklaşım, ne kadar tersi iddia edilse de şahıs olarak Erdoğan’dan kurtulmayı ama Erdoğan’ın hem üzerinde yükseldiği hem de başlıca inşacılarından olduğu sağ milliyetçi siyasi zemini güçlendirmeyi hedefleyenlerin ellerini serbest hissetmelerine neden olur.
Kürtler bir kez daha bir kez daha Türkiye partisi olduklarını kanıtlamaya çalışırken, muhalefet ittifakının bileşenlerinin soruna yaklaşımı, özetle, HDP’nin Türkiye partisi olmasını değil Türk partisi olmayı kabul etmesini talep etmek.
Sonraki yazıda solun Demirtaş’ın açıklamalarına nasıl yaklaşması gerektiğini tartışmaya çalışacağım.
Şenol Karakaş
[1] Bırakalım sınır ötesini, muhalefet zaman zaman öyle kararlara imza atıyor ki yerli ve millilikte iktidardan geri kalmadığını bir anda anlaşılır oluyor. Ocak ayının ortasında Kazakistan’da halkın iktidara karşı isyanına AKP-MHP-CHP-İYİP “Kardeş Kazakistan'da son günlerde meydana gelen gelişmeleri endişeyle takip etmekteyiz. Kazakistan'ın istikrar ve huzuru bizler için ülkemizin barış ve huzuru kadar önemlidir” diyen ortak bir bildiriyle tepki gösterdiler.
[2] https://marksist.org/icerik/Yazar/17292/HDPsiz-ittifak-ne-anlama-geliyor?
Yazının ilk bölümü:
https://marksist.org/icerik/Perspektif/18163/Siz-bizim-Turkiyelilestiremediklerimizden-misiniz?---I