Siz bizim Türkiyelileştiremediklerimizden misiniz? - I

21.07.2022 - 19:11

Selahattin Demirtaş, cezaevinden arka arkaya bir dizi açıklamada bulundu. Açıklamalar siyasi yelpazede duran herkesin, durduğu açıdan değerlendirdiği önemli bir tartışma kapısı araladı.

Bu kapıdan hemen kafasını uzatanlar aşırı sağcılardı. Gazeteci müsveddelerinin müsveddesinin müsveddeleri ve hatta bu son müsveddelerin de silik kopyaları… Bu tür isimlerin ilk işi Demirtaş’ın PKK’ye terör örgütü diyemediğini, asla diyemeyeceğini anlatmak, çözüm süreci günlerinde Demirtaş’ın yaptığı açıklamaları arka arkaya yayınlamak oldu.

Aşırı sağcı sığlık hastalığı

Özellikle Demirtaş’ın Kandil’de çekilen fotoğraflarını yayınlayıp, bu fotoğraflar üzerinden HDP’nin PKK’nin bir uzantısı olduğunu kanıtlama yarışına girmek, bu aşırı sağ gazetecilerin ve yorumcuların ellerinden gelen tek şey. Sanki, Kandil’e elini kolunu sallayıp gitmek, sonra da gelip politik faaliyetlerine devam etmek mümkünmüş, sanki Demirtaş ve beraberindeki heyetin, çözüm sürecinde devletin açtığı kanallar sayesinde bu görüşmeleri yaptığı bilinmiyormuş gibi sürdürülen bu propaganda, içinden geçtiğimiz dönemin politik iklimi nedeniyle pek sorgulanmıyor olsa da bütünüyle gerçek dışı.

Demirtaş’ın, PKK’nin silah bırakmasını önerdiği açıklamalarına “ama terör örgütü de …, terör örgütü de…” diyerek şımarıkça çıkışmak, Kürt sorununun çözümsüzlüğü etrafında yaşanan siyasal tıkanıklığı derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramaz.

80 milyon bir araya gelip ‘PKK terör örgütüdür’ dese bile Kürt sorununun çözümünde bir milim adım atılmış olmaz.

Kürt sorunu

Zira Kürt sorunu, bir örgütü nasıl adlandırıp adlandırmayacağımızdan çok daha farklı bir konudur. Hatta bu adlandırmayla hiçbir alakası yoktur sorunun. Sorun, Kürt halkının anadilinin tanınması da dahil, en temel haklarının tanınıp tanınmayacağı ve bu tanıma sürecinin bir anayasal güvenceye kavuşturulup kavuşturulmayacağı üzerinde yükselmektedir.

Bu yüzden bu soruna uzaktan yakından çözüm üretmek istemeyenlerin, Demirtaş’ın çıkışlarını HDP’yi kriminalize etmek için kullanmasının hiçbir anlamı yoktur.

Aşırı sağcı sığlığı elbette sorunun şu yanını görmezden geliyor: İnsanlar, Kürt sorununun çözümünde mevcut devleti, yöneticileri, parlamentoyu muhatap almak istiyorlar. İstemenin de ötesinde, bu bir zorunluluk.

Türkiye Kandil’den yönetilmiyor. Mevcut yönetim mekanizmasının ve insanların oy verdiği siyasilerin soruna çözüm getirmesini tartışırken, “ama sen ona şu örgütü bu örgütü diyor musun” sorusu Demirtaş’ın silah bırakma çağrısını ve hemen bu çağrının ardından söylediklerini gölgelemeyi amaçlıyor.

Çözüm sürecinin ardından

Çözüm sürecinin önce askıya alınıp ardından sonlandırılmasıyla, HDP’nin hedef tahtasına oturtulması, düşmanlaştırılması, terörün odağı gibi lanse edilmesi yan yana işleyen iki süreç oldu.

Türkiye’yi yöneten tüm güçler, ittifak halinde, HDP’nin üçüncü büyük parti olmasını, 80 milletvekili çıkartmasını kabullenemediler. İki adımı aynı anda attılar, HDP’nin güçlenmesiyle Kuzey Suriye’deki gelişmeler arasında bir bölünme paranoyasıyla tetiklenen yeni bir hikâye anlatmaya başladılar. Aynı zamanda çözüm sürecinin HDP için büyüme, yığınsallaşma ve önlenemez bir siyasal başarı silsilesi anlamına geldiğini gördüler. Öyle ki Selahattin Demirtaş 7 Haziran seçimleri öncesinde Erdoğan’ın topladığı kalabalıklara yakın bir kitleyi toplayabilen siyasi figür olarak öne çıkmıştı.

Bu seçimler ile Kasım ayında yapılan erken seçim arasındaki dönem, bir partiye, nispeten demokratik koşullar altında yapılan en ağır saldırı patlamasıdır. HDP’nin genel merkez binasının yakılmasından 5 Haziran Diyarbakır mitinginde patlayan bombalara ve oradan 10 Ekim Gar saldırısına kadar Türkiye, tanık olduğumuz en karanlık dönemlerinden birisinden geçti.

Bütün güçler elinden geleni ardına koymadan HDP’ye saldırırken, giderek bir devlet ittifakı ideolojisi işlevini görmeye başlayan yerli-milli söylem şekillendirildi. Bu söylem, bugünkü Erdoğan-Bahçeli ittifakının inşa edilmesinin önünde en büyük engel olarak görülen HDP’nin bir suç örgütü gibi tanıtılmasına dayanıyordu.

Demirtaş silah bırakma çağrısı yapsa bile – bunun önündeki objektif engellere değinerek yapıyor elbette bu çağrıyı- görüşlerinin aşağılanmaya çalışılmasının altında bu yaklaşımın yattığını görmeliyiz. HDP’nin seçimlerde 6,5 milyon oy alması, MHP’den daha çok oy alması, meclisin büyük partilerinden birisi olması ve tüm baskıcı uygulamalara rağmen seçmen kitlesinin durduğu yerden milim kımıldamaması; kapatma davasıyla, gözaltılarla, kayyumlarla, tutuklamalarla yıpratılmasının sürekli bir iktidar/devlet politikası haline gelmesine neden oldu.

Bu nedenle sadece silah bırakma çağrısı değil, Türkiyelileşme çağrısı da iktidar yorumcuları tarafından düşmanca bir yaklaşımla, teröre hizmet etmekle suçlanıp konu kapatılmaya çalışıldı.

HDP’nin oyları

Cezaevinden sürdürdüğü bazı tartışmaların bu kadar yoğun bir eleştiriye maruz kalmasının nedeni, HDP kitlesinin, kadrolarının ve seçmenlerinin Demirtaş’ı bağrına basmış olduğunun bilinmesidir.

Kürt seçmenin siyasi eğilimlerinin oluşmasında etkili bir isim. Bu da biliniyor. İktidar kalemşorları, bu nedenle, halihazırda Erdoğan-Bahçeli iktidarının gerilemesine neden olacak hiçbir yoruma aman vermek istemezken, hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği seçimlerinde belirleyici oya sahip olan Kürtlerin siyasi eğilimlerinin iktidar aleyhinde şekillenmesini, bu şekillenmenin pekişmesini sağlayacak Demirtaş çıkışlı tezleri karalamaya çalışıyorlar. Yüzde 10’un üzerinde oy, 6,5 milyon seçmen, giderek daha da önemli hale gelen seçimlerde en önemli seçmen tabakasından birisini oluşturuyor.

Bu yüzden bu kitlenin kafasını karıştırmak için Demirtaş’ı ‘azılı bir teröristmiş’ gibi kodlamaya çalışıyorlar. Kaç Kürdün kafası karışsa kârdır diye düşünüyorlar. Aynı nedenle, beş ya da altı sene önce yapılan sıradan konuşmalar bugün neredeyse düşman hukukuyla yargılamanın ve eleştirilmenin konusu olabiliyor. Hiçbir şekilde gönülden desteklemedikleri çözüm sürecinin bitirilmesi bile Demirtaş ve arkadaşlarının sırtına yıkılmaya çalışılıyor.

İktidar kanadı bir şey daha yapıyor Demirtaş’ı öcüleştirerek; 6’lı masa adı verilen muhalefet ittifakının bu öcüyle iş birliği içinde olduğunu, HDP’nin oylarına muhtaç olduğunu ve bu oyu almak için aslen teröre taviz vermiş olduğunu savunuyor. Oysa sınırötesi operasyonlarda da Kürt sorununun çözümü konusunda da iktidara HDP’den çok daha yakın olan muhalefet partilerinin böyle bir eğilimi yok.

Yok ama Türk usulü başkanlık rejiminin en az önemsediği öğe, gerçeklerdir. Geçmişin amiral gemisi sıfatına sahip gazetesinde yazan bazı yazarlar, Demirtaş’ın bir Akşener’e bir Kılıçdaroğlu’na mesaj verdiğini iddia edip duruyor.

Bir kanıtı var mı? Yok. Kanıta gerek de yok zaten. Önemli olan hem HDP’yi hem de muhalefeti aynı anda köşeye sıkıştıracak en kullanışlı yalanı bulmak.

Altılı muhalefetin HDP’nin dümen suyunda olduğu iddiası şimdilik çok işlevli bir alet gibi.

Sonraki yazıda 6’lı muhalefetin HDP ve Demirtaş’a yaklaşımına da değinmeye çalışacağım.

 



Bültene kayıt ol