Kadıköy’de forum: Göçmenlere özgürlük, ırkçılığa dur diyoruz

22.06.2022 - 12:52

Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır Platformu, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde “Göçmenlere Özgürlük, Irkçılığa Durde” başlığı ile bir forum düzenledi. Forumda Yıldız Önen (Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır Platformu) moderasyonu yaptı. Adem Maarastawi (Suriyeli Aktivist), İkram Doğan (SES Aksaray), Kadir Bal (Tarlabaşı Dayanışma), Melike Karaosmanoğlu (Avlaremoz yazarı), Taha Elgazi (Sığınmacılar Platformu) ve Tuna Emren (Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır Platformu) konuştu.

Yıldız Önen forumun açılışında şunları söyledi:

Suriyelilerin hayatı ırkçılık nedeniyle zindana çevrilmiş durumda. Basın açıklamamızı ve panelimizi, bu gidişata bir son vermek, göçmenlere destek olmak için yapıyoruz. Bir sosyal medya mesajında, göçmen insanlar için çöp nitelemesi yapılabiliyor. Bunlara karşı bizim de sesimiz çıkmak zorunda. Göçmenlerle dayanışmamızı güçlendirmek, ırkçılığa karşı mücadele etmek zorundayız.

Sığınmacılar Platformundan Taha El Gazi:

BM raporlarına göre dünyada 100 milyon insan evini, yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmış durumda. Bunun 27 milyonu mülteci, 3,6 milyonu ise sığınmacı. Siyasetçiler bizi kullanıyor, toplumu bize düşman ediyor. Dünyada da mülteci düşmanlığı yaygın. İzmir’de 3 Suriyeli işçi Kasım ayında yakılarak öldürüldü, Almanya Solingen’de de Türkler yakılarak öldürülmüştü. Denize atılan, Meriç nehrinde boğulmaya terk edilen göçmenler var. 

Polonyalı ırkçı bir katil, Güney Afrikalı insan hakları aktivisti Chris Hani’yi 1993'te öldürdü, bu cani şimdi Polonya’da el üstünde tutuluyor. Irkçı katillere kahraman muamelesi yapılıyor. Gaziantep’te 70 yaşındaki Leyla Muhammed’e tekme atan ırkçının sabıka kaydı var, ama basında kahraman muamelesi gördü. Mültecilere saldıranlar her yerde kahraman oluyor. Bu faşistler, ırkçılar sadece mültecilere saldırmakla kalmazlar, herkese saldırırlar, bunu Türkiye geçmişte yaşadı, şimdi de yaşayabilir. 

İngiltere’de hükümetin mültecileri Ruanda’ya gönderme planını sol ve insan hakları aktivistleri engelledi. Biz burada mülteci düşmanlıkları karşısında ne yapıyoruz. Solculara sesleniyorum, Avrupa’da Türklerin haklarını savunan solcular burada aşırı sağcı gibi davranıyorlar. Biz mültecileri AK Parti ile ilişkilendiriyorlar. Bizler herhangi bir siyasi partinin sempatizanı değiliz. Buraya siyaset için değil, güvenli bir ortamda yaşamak için geldik. 

Ankara’da Somalililerin tabelalarının Arapça harfler nedeniyle indirilmesi Arap düşmanlığıdır. Türkiye’de sadece mülteci Araplar yok, Siirt’te, Urfa’da, Hatay’da yaşayan milyonlarca Arap var. Zaten mültecilerin de hepsi Arap değil, Türkmen var, başkaları var. 

Araplar şeriatçıdır bilgisi çok hatalı. Mülteciler olarak hepimiz aynı dine de mensup değiliz, aramızda Hıristiyan var, Ezidi var, dinsiz var. Biz elbette vatanımıza dönmek istiyoruz. Ama Suriye’de şartlar henüz uygun değil. Esed rejimi düşmeden dönmemiz mümkün değil.

Tarlabaşı Dayanışma’dan Kadir Bal:

Mültecilerin sıkıntılarına destek vermeye çalışan bir grup insanız. 10 yıldır çalışıyoruz. Sokaklarda yatan evsizler, atık toplayanlar, maddeye düşmüş insanlar, mülteciler hep bizim çevremiz. Onlara destek için imece usulü gayret ediyoruz. 

İstanbul’da göçmenler çok eziyet görüyor. Mülteciler kayıtsız oldukları için normal iş bulamıyorlar, mafyatik işlerde kullanılıyorlar. Kamu kurumları, belediyeler mültecilere sahip çıkmıyorlar. Onlar daha ziyade yabancı zengin turistleri rahat ettirmeyi düşünüyorlar. Kaymakam bize açıkça söyledi, “tarihi yarımadada göçmen istemiyoruz, Esenler’e, Esenyurt’a, Avcılar’a gitsinler, burayı turistlere ayırdık” dedi. Biz elimizden geldiği kadar mültecilerle dayanışmaya devam edeceğiz.

Avlameroz yazarı Melike Karaosmanoğlu:

Göçmen, mülteci veya sığınmacı diyoruz, ben asıl olarak yerinden edilenlerden bahsetmek istiyorum. Suriye iç savaşında Türkiye hükümeti gelenler için muhacir-ensar söylemini kullandı, insanlar bu konuya daha sempati ile yaklaşsınlar diye. Ama bunun yararı olmadı. Şimdi göçmenler en ağır işleri yapıyorlar, en olumsuz koşullarda onlar yaşıyorlar. Her hafta bir göçmen öldürülüyor, ama ana akım medya bunu görmüyor, umurunda değil. 

Göçmen nefreti, sadece göçmenlere nefret değildir. 6-7 Eylül pogromu, 1934 Trakya Yahudi pogromu var. Bizim tarihimiz Kürtlere, Rumlara, Ermenilere yapılan pogromlarla dolu. Göçmen karşıtlığı bu kılıklarla karşımıza çıkıyor, ama bütün bunları yapanlar ırkçı olmadıklarını da söylerler. Bolu Belediye Başkanının yaptıkları ortada.

3 göçmen işçi yakılarak öldürüldü, ev işçisi Nadira öldürüldü, kimse harekete geçmedi, tepki göstermedi. Türkiye’de ekonomik ve siyasi kriz var, her şeyin faturası göçmenlere yıkılmak isteniyor, bu insanların kolayına geliyor. Bu noktada ırkçılık da çok hızlı ve kolay yayılıyor. Altındağ pogromu böyle oldu. 

Göçmenlerle birlikte yaşamı savunmak hem ırkçılığı geriletir, hem de göçmen nefretini geriletir. Bu konuda bir şeyler yapmalıyız. Atina’da öldürülen antifaşist aktivist hakkındaki bir duvar yazısında şunlar yazıyordu: Mülteciler öldürülürken sessiz kaldığımız için o öldürüldü.

Konuşmanın tam metni için tıklayın.

Suriyeli aktivist Adem Maarastawi:

Suriye’de 2011-2016 yılları arasında olan bir devrimdir, daha sonra Rusya ve İran’ın müdahalesi ile devrim ortadan yenilmiştir. Bazıları bu döneme savaş der, ama asıl olarak devrimci bir dönemdir. 

Suriye’de 1963 yılında Baas iktidarı kuruldu, ilk yıllar Hafız Esad (bugünkü Beşar Esad’ın babası) cumhurbaşkanı değildi, savunma bakanıydı. Hafız Esad 1967 yılında parti içinde darbe yaparak iktidarı eline geçirdi, kendini cumhurbaşkanı ilan etti. Ondan sonra baskı giderek arttı. Diğer partiler baskı altına alındı, muhalif olanlar kapatıldı. 10 yıl içinde gerçek anlamda bir tek parti diktatörlüğü kuruldu. Hafız Esad her yere heykellerini diktirdi, kendisini neredeyse tanrı haline getirdi. Suriye tam bir istihbarat devleti ve toplumu oldu, 6 yaşında çocuklar Baas Partisine üye yapıldı.

Suriye’nin zenginliğine, şirketlere, fabrikalara Esad ailesi el koydu, batılı firmalara bile el koydular. İtiraz eden pek çok şirket sahibi ortadan kayboldu, ölüsü bile bulunamadı. Bu süreçte halk çok yoksullaştı. 2009’da rejimin kendi rakamlarına göre halkın yüzde 37’si yoksuldu, gerçekte ise halkın yüzde 80’i yoksuldu. Bütün bu sıkıntılar nedeniyle işte halk 2011 yılında ayaklandı, devrim başladı. Devrimin yenilgisine Rusya ve İran’ın müdahalesi sebep oldu.

Hepimiz Göçmeniz Platformu aktivisti Tuna Emren:

2021 yılı sonu itibarı ile dünyada 60 milyon iç göçmen 30 milyon dış göçmen vardı, Ukrayna savaşı ile bu sayıya 10 milyondan fazla göçmen daha eklendi. BM toplam 100 milyon göçmen var diyor. 

Göçmenler sadece savaşlardan, iç çatışmalardan kaçanlardan oluşmuyor, iklim felaketleri de önemli sayıda insanın göçmen olmasına neden oluyor. Bir gecede insanlar seller, fırtınalar, yangınlar nedeniyle göçmen olabiliyorlar. Bir de uzun dönemli kuraklıklar nedeniyle ortaya çıkan göçmenlikler var. Bütün bunların nedeni fosil yakıtların kullanılmaya devam etmesi.

Hava sıcaklıkları, havadaki karbon miktarı arttığı için giderek yükseliyor. Son yüzyılda sıcaklıklar ortalama 1,5 derece arttı, bu şekilde devam edersek 2050 yılına doğru sıcaklıklar 3 derece artmış olacak, bu da iklim felaketlerini artıracak, iklim göçmenlerinin sayısı 200 milyona çıkacak. 

İklim krizini 30 yıl önce dünya genelinde konuşmaya başladık, her yıl çeşitli toplantılar yapılıyor, iklim krizi artık herkes tarafından kabul ediliyor, ama hükümetler bunun önlemek için hiçbir şey yapmıyorlar, aksine fosil yakıt kullanımı her yıl giderek artıyor. Fosil yakıt şirketleri milyarlar kazanıyorlar. Kapitalist devletler bütçelerini ya silahlanmaya ya da fosil yakıt üretimine harcıyorlar. Dünyanın geleceği yakılıyor. İklim cehennemine doğru gidiyoruz. Bu hızla gidersek 2050 yılında geri dönülemez noktaları çoktan geçmiş olacağız. 

Bir yanda da eşitsizlikler artıyor. Zenginlerin sayısı çoğalırken, raporlara göre sadece Ukrayna savaşı nedeniyle yoksul sayısına 60 milyon kişi daha eklenecek. Küresel İklim Hareketinin bir sloganı var, bizde bu hareketin bir parçası olarak bunları savunuyoruz: “Yaşamaya değer bir dünya istiyoruz. Savaştan, silahtan, krizlerden beslenen eli kanlı düzene son.”

Bu gidişatı değiştirmek için, bütün muhalif hareketlerin, kadın, LGBTİ, göçmen, savaş karşıtı hareketlerin, sendikaların milyonları harekete geçirdiği kitle eylemlerine ihtiyacımız var.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray Şube yöneticisi İkram Doğan:

Kimse durduk yere sebepsiz göç etmez, her göç bir zorunluluktur. Sosyal hizmet uzmanı olarak göçmenlerle çok ilişkiliyim. Günlük siyasette, konuşmalarda göçmenlerin her türlü hizmetten bol bol yararlandıkları söylenir, hepsi yalan. Nasıl sıkıntılar çektiklerini her gün görüyorum. 

Türkiye en baştan göçmenlere misafir dedi, bu bilinçli bir tercihti, yani “bir süre kalın, sonra gitmek zorundasınız” demiş oldu. Halbuki Türkiye göçlerle oluşmuş bir ülke, ama daha önce gelenler, kendisinden sonra geleni istemiyor.

Göçmenlerin her türlü sağlık hizmetinden yararlandığı söylenir, başlangıçta bu konuda bir tolerans vardı, ama son iki yıldır, acil sağlık hizmetleri bile göçmenlere parasız verilmiyor. Sadece kendi kayıtlı olduğu ilde sağlık hizmeti alabiliyor, bir nedenle başka bir ile gitmişse ve örneğin doğum için acilen hastaneye bile kaldırılsa, parasız hizmet alamıyor.

Eğitim konusu da böyle, sadece kayıtlı olduğu ilde çocuklar okula yazılabiliyor. Zaten okul çağındaki göçmen çocukların en az üçte biri hiç okula gitmiyor, çoğunlukla küçük yaşta iş yerlerinde çalıştırılıyorlar. Göçmenlerin büyük bir çoğunluğu kayıtsız işlerde çalışıyorlar, bu yüzden gelirleri çok düşük. Büyük bir yoksulluk yaşıyorlar. Göçmenlere destek olmaya çalışan STK’lar ise sürekli baskı altındalar. Mesela son olarak Göçmen İzleme Derneğinin 16 yöneticisi tutuklandı. 

Yıldız Önen:

Yaşadığımız ekonomik veya siyasi krizleri göçmenler yaratmadı. Asıl sorunumuz ırkçılık. Patronlar kaçak işçi çalıştırıp kâr ediyorlar, hem Türkiyeli hem mülteci işçileri kaçak olarak çalıştırıyorlar. Bunu denetlemesi gereken hükümet ve yetkililer. 

Göçmen işçiler yasal çalışma iznine sahip değiller, bunu ancak patronlar alabiliyor. Ama patronlar en az 7 bin lira olan sigortalı işçilik maliyetine katlanmak yerine 2-3 bin liraya göçmen işçi çalıştırıyor. Çalışma iznini patronların insafına bırakmak, kurda kuzuyu teslim etmek gibidir. Hiçbir patron yasal izin başvurusunda bulunmaz, zaten bir cezası da yok. Türkiyeli işçiler, işçilere düşük ücret veren patronlardan ve devletten hesap sormalıdır, göçmen işçilerden değil. Göçmen işçiler Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır. İşçiler göçmen işçilerle beraber ücretler ve diğer hakları için mücadele etmelidir.

Göçmenler artık misafir değiller, özellikle çocuklar zaten 11 yıldır burada doğup büyüdüler, Türkçe eğitim veren okullarda eğitim görüyorlar, kendi ana dillerini bile konuşamıyorlar, ki bu da önemli bir sorun. Göçmenler için anadil hakkı mücadelesi vermeliyiz. 

Bütün göçmenlere temel insan haklarının sağlanması gerekir. Yoksulluktan kurtulmak için devlet şirketlere, zenginlere değil, emekçilere, göçmenlere, işçilere yardım etmelidir. Ekonomik krizin çözümü için göçmenleri hedef göstermek doğru değildir. Hükümetin hem kendi kaynaklarını hem de vergilerle zenginlerden toplayacağı kaynakları yoksullara, göçmenlere dağıtması gerekir. Yoksulluk göçmenlerle gelen bir sorun değil, ekonomik krizden kaynaklı. 

Suriyeliler gönüllü adı altında zorla geri gönderiliyor, Bu insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırıdır. Bizler buna karşı çıkmalıyız. Bunun için sokağa çıkmalıyız, İngiltere’de yapıldığı gibi gösteriler yapmalıyız. Esad’ın katliamlarından kaçan insanlarla demokratik bir Türkiye’de birlikte bir yaşam kurmak için mücadele etmeliyiz.

Bunu başarabilecek gücümüz var. Hrant Dink’in cenazesinde sokağa çıkanlara, Kürtlere özgürlük için “artık yeter” diye sokağa çıkan binlerce ırkçılık karşıtına güvenmek gerekir.



Bültene kayıt ol