Bu dosyayı, Sosyalist İşçi gazetesi için Volkan Akyıldırım hazırladı. Yukarıdaki fotoğraf Susurluk çetesine karşı Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık eylemlerinden bir kare.
İktidar blokunun önde gelen savunucularından biri olan çete lideri Sedat Peker, yayınladığı videolardaki ifşa ve itiraflarıyla iktidarın korkulu rüyası haline geldi.
Peker krizi patlak verdikten 24 gün sonra AKP meclis grubuna, suçlanan Bakan Soylu ile birlikte giren Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir dönem kendisiyle fotoğraf çektirmekten çekinmediği Peker’i ajanlıkla suçladı ve Soylu’ya övgüler yağdırarak sahip çıktı.
Faşist partinin ve bazı Ergenekon sanıklarının lideri de “Soylu’ya saldırı, Türkiye’ye saldırıdır” diyerek İçişleri Bakanı’nın arkasında durdu. Ve hep bir ağızdan FETÖ’den başlayıp PKK ile devam ettiler, tüm muhalefet liderlerini suçladılar, bunun aslında ABD destekli olduğunu, BAE’nin hatta CIA’in Türkiye’ye yaptığı bir dış operasyon olduğunu anlatmaya başladılar.
AKP içinde kırılmalar
Fakat Peker konuşmaya devam etti ve söylemleri o kadar ağır suçlamalar içeriyordu ki AKP içinde çatışmalar açığa çıkmaya başladı.
AKP-MHP-devlet ittifakının arkasında kenetlendiği Süleyman Soylu, devletin resmi TV kanalında, kendisinden önceki içişleri bakanlarını suçladı. 17/25 Aralık operasyonunun bir yolsuzluk soruşturması olduğunu doğruladı, eski İstanbul Emniyet Müdürü’nü, yardımcısını, bazı polisleri ve Mehmet Ağar’ı suçladı.
Halen görevde olan Soylu’nun hedefindeki polis şefi, amirine meydan okudu. Anadolu Ajansı tarafından servis edilip sonradan kaldırılan, Peker’e koruma izin belgesinde imzası olan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü ve şimdi AKP vekili olan Selami Altınok ise kendisinin de FETÖ’cü ilan edilmesini sert bir şekilde kınadı. Kınadıkları, devletin resmi haber ajansını yönetenler ve elbette partisinin bakanı Soylu’ydu.
Peker’in suçladığı iktidar eliti üyeleri ise yalanlama yarışına devam ettiler. Eski Başbakan Binali Yıldırım, oğlunun Venezuela’ya maske ve test kiti yardımı götürmeye gittiğini söyleyerek, kokain kaçakçılığı suçlamasının ahlaksızca olduğunu belirtti. Ancak Erkam Yıldırım’ın Venezuela ziyareti sırasında ülkede sadece 350 Covid-19 vakasının olduğu ortaya çıktı, yani buna ihtiyaçları yoktu. Daha da önemlisi Gümrük ve Ticaret Bakanlığı kayıtlarına göre, Binali Yıldırım’ın oğlunun AKP’li bir heyetle gittiği Venezuela ziyareti sırasında ne test ne maske vardı ortada.
Fakat itiraflar bunlarla sınırlı kalmadı. Peker, Berat Albayrak’ı ve çeşitli saray görevlilerini Suriye ile ticareti yağmalamakla suçladı ve kendisine sahip çıkmayan Erdoğan ile geçmişten bu yana olan ilişkisini anlatacağını söyledi.
Peker, milyonların gözü önünde Türkiye’yi demir yumrukla yöneten iktidar elitlerini bir dizi ağır suçlamayla baş başa bırakıyor. Bugüne kadar yapılan açıklamalar ise tatmin edici olmaktan uzak.
Kriz uluslararasılaşıyor
Devletin el üstünde tuttuğu, 2015’ten itibaren düzenli koruma ve bir dizi ayrıcalık verdiği, iktidar adına muhaliflere ağır tehditlerde bulunan çete lideri Peker’in itirafları, aynı zamanda yeni uluslararası krizleri de tetikliyor.
Peker’e göre Venezuela-Panama-Kıbrıs-Türkiye hattındaki kokain trafiğini ve Ortadoğu’daki pazarlama ağlarını; Türkiye’de eski devlet görevlileri, Kıbrıs’ta kumarhane patronu ve iktidar blokunun bazı üyeleri yönetiyor. Peker, iktidarın gözde holdinglerinden biri olan Demirören’in dünya çapındaki limanlarına işaret ediyor.
Azerbaycan ve Türkiye iktidar elitlerinin, Karadeniz petrol ticareti üzerine yaptıkları işbirliklerini ortaya döküyor.
Daha da vahim iddia ise Suriye’ye kendisi tarafından kamyonlarla silah götürüldüğünü ve bu silahların El Nusra adlı örgüte verildiğini söylemesi.
Eski Cumhurbaşkanı askeri danışmanının başında bulunduğu SADAT adlı örgütlenmeyi, El Nusra’yı silahlandırmakla suçluyor. MİT tırları dosyasını tekrar açan Peker, iktidar elitlerinin üstü örtük bir şekilde “Türkmenlere gönderdik” dediği ve aksini söyleyen her iddiayı vatan hainliği saydığı yılların ardından, iktidarı kendi silahlarıyla vuruyor.
İddialar ve ifşalar ayyuka çıktı. Dünyanın en önemli gazeteleri ve TV kanalları bunları yazdı, duyurdu. Kendi ürettiği krizleri çözmekle uğraşan iktidar bloku, birden fazla yeni sorunla karşı karşıya. Bu yüzden ‘ABD emperyalizminin ve Körfez sermayesinin dış saldırısı’ anlatısına sarıldılar.
Yüksek faizlere, pozitif TÜİK verilerine rağmen TL’nin değer kaybedişinin nedeni, uluslararası yatırımın gelmemesi ve sermaye kaçışlarının hızlanması…
Bunlar sadece küresel ekonomik dalgalanmalardan değil, iktidar adına topluma tehditler yağdıran iktidar üyelerinin birbirleri hakkındaki itirafları ve ifşalarından oluyor.
Yeni kuşakların tepkisi
Peker’in yayınladığı videolar, 100 milyondan fazla kez görüntülendi. Kimi anketlere göre halkın yüzde 56’sı, kimilerine göre ise yüzde 75’i devlet adına çeşitli görevlerde bulunan ve iktidar blokunun eski üyesi olan çete liderinin söylediklerinin doğru olduğunu düşünüyor.
Erdoğan yönetimi için, bu dış sorunlardan daha beter bir iç kriz yaratmış durumda. İlk seçimlerde ilk kez oy kullanacak gençlerin oyları belirleyici olacak. Bu gençler de dahil olmak üzere, neredeyse tüm siyasi partilerin tabanlarındaki çok sayıda kişinin duygusu, tüm bu olan bitenleri hak etmediğimiz yönünde.
İktidarın eski ortaklarından birinin başını çektiği darbe girişimi, ondan 5 gün sonra başlatılan otoriter yönetim, 2018’de patlak veren ve yönetenlerin hala çözüm bulamadığı kaynak/borç krizi, salgınla savaştaki başarısızlıklar, aşısız-gelir desteksiz kapanma kararlarının yarattığı işsizlik ve yoksulluk dalgaları, kendileri dışında herkesi türlü etiketle suçlamaları ve yargının siyasallaşması, elitlerin zenginleşmesi gibi bıktırıcı sonuçların üzerine gelen Sedat Peker itirafları bardağı taşıran büyük damlalar gibi.
Yönetenler uzun süredir yönetemiyor, başkanlık rejimi kriz üstüne kriz yaratıyor ve bunlara baskıdan başka çözüm bulamıyorlar. Hoşnutsuzluk o derece büyük ki barış yanlılarını, sosyalistleri, muhalifleri bir dönem düşman olarak gösteren ve açıkça tehdit eden bir çete liderinin tasfiyesi sonrası aydınlanmasıyla gelen itirafları, çoğu kişide ‘böyle yöneticileri, böyle yönetilmeyi hak etmiyoruz’ düşüncesini hararetlendiriyor. Yani yönetenler böyle yönetilmek istemiyor. Bu iktidar açısından büyük bir kriz. Bir aylık performanslarına bakılırsa, kendi yangınlarını daha da büyüttükleri ortada.
Ne istiyoruz?
Devrimci sosyalistler, ilk Peker videosundan bugüne şunları talep ediyor.
Her yeni bölümdeki itiraflar, ifşalar, hatta yalanlamaların kendisi bile bu taleplerin haklılığını doğrular niteliktedir:
► Peker’in iddiaları acilen soruşturulmalı, bahsi geçen her bir kişi ve olay hakkında dava açılmalıdır.
Eğer bir suç varsa, sorumlular yargı önünde hesap vermeli. Bu soruşturmaları yürüten müfettişler, savcılar, hakimler ve kolluk kuvvetlerine siyasi baskı yapılmamalıdır.
İktidar, yargı reformundan bahsediyor, işte bağımsız yargının ve adaletin tam zamanı.
► İtirafların odağındaki isim olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, soruşturmanın salahiyeti için derhal istifa etmelidir.
Güvenlik aygıtının başındaki bir isim suçlanınca, aşağıdakiler bu soruşturmayı yürütemez.
► Peker’in itiraflarında bizim için en önemli şeyler, halka karşı işlenen suçlardır. Uğur Mumcu’nun, Kutlu Adalı’nın, çok sayıda Kürdün gerçek katilleri yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır.
Kendi kazançları için Türkiye işçilerini ve halklarını ‘vatan-millet-Sakarya’ nutuklarıyla kırdıranların geleneğine artık son verilmeli. Tüm bunları hak etmiyoruz.
Çözüm işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin birleşik ve örgütlü mücadelesinde!
---
Devlet-mafya-siyaset ilişkisi: İstisna değil bir kaide
Kapitalizmin tarihi rüşvetin, yolsuzlukların, mafyatik ilişkilerin de tarihidir. Sermayeler arası rekabete dayalı bu düzen, beraberinde yasadışı ekonomiyi ve bu ekonomiyi yöneten silahlı çeteleri de yaratır. İşçilerin emeğinden sömürülen artı-değerin paylaşımı üzerine kapitalistler, her zaman çetelere başvurmuştur.
Devlet, toplumun üzerinde ve onun devamlılığı için zorunlu olarak varolan bir organizasyon gibi gösterilse de büyük çoğunluk üzerinde hakim olan azınlığın şiddet aracıdır. Kapitalizmin tarihi boyunca resmi şiddet tekelleri, ordu, polis, yargı bürokrasisi ile sivil çeteler arasında, özellikle sınıf mücadelelerini ve ezilen halkların kurtuluş mücadelelerini bastırmak için doğrudan ilişkiler hep var olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sırasında zayıflayan devlet aygıtı, yerel suç örgütleriyle ittifak kurdu. Teşkilat-ı Mahsusa’dan bugüne devletin verdiği görevleri yerine getiren çeteler her zaman güçlü aktörler olmuştur. Bunlardan en tanınmışları Kurtuluş savaşına katılan fakat düzenli orduya katılmayı reddeden Çerkes Ethem ve devlet adına cinayet geleneğine ismini yazdıran Topal Osman’dır.
1915’te yapılan Ermeni soykırımı ve Cumhuriyetin kuruluşu sonrası gelişen Kürt isyanları, zayıf devleti çetelerle organik ilişkilere itmiştir. Ve bu faşist çeteler 1960’ların başından bu yana işçilere, grevlere, devrimcilere, muhalif aydınlara, gazetecilere, Kürt halkına, Ermeni halkına, Alevilere karşı saldırılarda, provokasyonlarda, darbe hazırlıklarında hep kullanıldı.
Yolsuzlukların, çetelerin, katliamların olmadığı düzen sosyalizmdir.
Üretimin sermaye birikimi için değil toplumun ihtiyaçları için örgütlendiği, sınıfların ve şiddet aracı olarak devletin sönümlendiği, insanların kendilerini yönettiği yeni bir dünya için mücadeleyi yükseltelim.
Susurluk çetesine karşı mücadelenin dersleri
1996’da Susurluk ilçesinde meydana gelen bir trafik kazası devlet-mafya-siyaset ilişkilerinin güncelliğini ortaya dökmüştü. Otomobilde bir milletvekili (aşiret lideri), bir polis şefi ve adı birçok katliama karışmış, arandığı halde devlet korumasında olan bir faşist katil vardı.
Onları koruyan, görevlendiren kişilerden biri olan eski polis şefi ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Peker’in Kutlu Adalı’nın katili olarak suçladığı eski asker ve MİT görevlisi Korkut Eken, 25 yıl sonra yeniden halkın karşısında. Üstelik bugünkü iktidar blokunun üyeleri olarak.
Susurluk skandalı, Türkiye’de ve Kıbrıs’ta birçok milliyetçi ataklar, Kürtlere yönelik “faili meçhul cinayetlerin” yaşandığı bir dönemde patlak verdi. Bugün Kutlu Adalı’nın cinayetinde kullanıldığı itiraf edilen “kayıp silahlar” o günkü skandalın konusuydu. Faili meçhul cinayetlere halkın tepkisi, kaza sonrasında patladı. Bugünkü sansür ve baskı ortamına göre görece özgür olan basın da bunun üzerine gitmişti ki bu sayede ortaya bazı belgeler saçıldı.
Demokratlar ve sosyalistler ortak inisiyatif göstererek Aydınlık için 1 Dakika Karanlık eylemlerini başlattı. Evlerden ışık kapatma eylemlerine milyonlar katılırken, aralarında DSİP’in de olduğu sosyalist-sol partiler çok büyük ve militan sokak eylemleri gerçekleştiriyordu.
Bir önceki hükümetin Başbakanı Mesut Yılmaz, kendi zayıf iktidarını hedef alan çetelere karşı bir soruşturma başlatmıştı. Sonraki Refahyol (DYP-RP) koalisyonu ise biri “devlet için kurşun atan şereflidir” diyen sağcı, diğeri ise çetelerle devlet ilişkisini protesto eden halka “glu glu dansı” yapıyorlar diyen İslamcı liderlere sahipti.
İşler onların yüzünden tersine döndü. Devreye ordu ve MİT lojmanlarında ışık söndürme eylemleri girdi. Olay Erbakan şahsında bir laik-anti laik çatışmasına dönüştürüldü. O günün devlet elitleri ve zayıf koalisyonunun çatışması ortalığı kapladı ve aşağıdan mücadeleler geriye çekildi.
Susurluk skandalında açığa çıkan devletin yasadışı faaliyetleri/suçları, bazı kirli çevreler ve tetikçilerin üzerine yıkılırken, 28 Şubat darbesi ile Refahyol koalisyonu devrildi.
Bu deneyimden çıkartılabilecek iki sonuç var:
► Çetelere karşı işçilerin, emekçilerin aşağıdan mücadelesi önemlidir. Bugün yaşananların Susurluk skandalından farkı, salgın ve baskı sebebiyle kitle gösterilerinin yapılamaması ve bu işleri didikleyecek özgür medyanın etkin olamamasıdır. Bir kamera, bir tripod, yönetenlerin gerçek yüzünü teşhir edebilir. Ama acımasız, adaletsiz düzenin sonu gelmez. Gerek Susurluk davası gerek Ergenekon/Balyoz davalarında olduğu gibi kontrgerilla faaliyetleri bütün belgelere, ifşalara rağmen aklanmıştır. Bunlar tekrar yaşanmamalı. Kontrgerilla ve darbe soruşturmaları sulandırılmamalı. Bu ancak halkın demokratik basıncı ve işçilerin talebiyle mümkün olabilir.
► Hem 1990’larda hem de bugün, yönetenler, yönetilenleri bölmek, taleplerini bastırmak için kutuplaştırma politikalarını uyguladı. Susurluk’tan 25 yıl sonra, laik-anti laik, Kürt-Türk, Alevi-Sünni şekilde işçilerin bölünmesinin her zaman uygulanan, ancak birleşik mücadeleyle bertaraf edilebilecek bir hakim sınıf politikasının yürürlükte olduğunu görüyoruz. Bunlar suni bölünmelerdir, işçiler birleşmelidir.