Eğlenceye, müziğe, dansa dair ne varsa birer birer yasaklanıyor. Üniversite konserleri, festivaller derken şimdi de sıra 6 genç kadının sahnesine gelmiş gibi duruyor. Amaçları çok net: bizi özgürlüğün mümkün olmadığına ikna etmek. Manifest’in başına gelen tam da bu sürecin bir parçası. Ne dansları, ne kostümleri, ne de +18 konser bahanesi…
Henüz belirli kesimler tarafından bu saldırılara uğramadan önce bile müziklerinin yavan olması, bir proje olmaları, seslerinin güçlü olmaması, hatta aralarından bazılarının yeterince güzel olmaması gibi birçok nedenden eleştiriye maruz kalıyorlardı. Hayran kitlelerinin büyük bir çoğunluğu da 18 yaş altı genç kızlardı. Hatta ilk konserlerinde hayranları dahi çocuk dinleyicilerin çokluğundan şikayet ediyordu. Keza grubun şu anda üzerine çokça konuşulan +18 ibaresiyle bir konser planlanması da bu talebin bir karşılığıydı. Şu an yansıtılmaya çalışılanın aksine konserin içeriği ya da şovlar yüzünden değil; yalnızca izleyici kitlesini değiştirmek için uygulanan bir +18 etiketi söz konusuydu.
Sosyal medyada önceki konserlerine biraz göz gezdirilse görülebileceği gibi, kızların kostümleri bu konser için özel olarak hazırlanmış değildi. Sahneye çıktıkları günden beri aynı stilistle çalışıyor ve benzer tarzdaki kıyafetleri tercih ediyorlardı.
Asıl sorun ne +18 konser söylemleri, ne giydikleri kıyafetler, ne de sahne şovları. Benzer şovlar ve kostümler, pek çok kadın sanatçının konserlerinde ve kliplerinde yıllardır yer alıyor. Mesele Manifest’in farklı yaşlardan, farklı kesimlerden binlerce kişiyi aynı yerde buluşturabilmesi. Üstüne üstük bu kitlenin etrafında toplandığı şeyin eğlence barındırması, insanları mutlu etmesi.
Ben 28 yaşında bir kadın olarak evde kendi kendime dans ederken, arkadaşlarımla şarkılarına eşlik ederken eğleniyorum, 10 yaşındaki kuzenlerimin de aynı coşkuyla şarkılarını söyleyip dans ettiğini, birçok erkeğin de bu şarkılara eşlik ettiğini görüyorum. İşte katlanamadıkları ve korktukları şey bu güç. Umutsuzluk ve korkuyla yaşamamız istenirken, onların şarkılarıyla yüzlerce, binlerce insanın aynı anda dans ediyor olması. 10 yaşındaki bıcır bıcır kız çocuklarının da, 40 yaşındaki kadınların da, dans figürlerini eğlenceli bir şekilde yorumlayan erkeklerin de sosyal medyada binlerce paylaşım yapmasını sağlayan bu güçten korkuyorlar.
Manifest bu kadar konuşulmazken, yaptıkları müzik basit olmakla, kızlar konserlerde detone olmakla eleştirilirken de bu sahne şovlarını sergiliyorlardı. Bu grubun kurulması amacıyla düzenlenen yarışmada da kızlar provalara benzer kıyafetlerle geliyorlardı. Şu an ‘’teşhircilik’’ olarak suçlanan danslarını Türkiye’nin en ünlü erkek sanatçılarının konserlerinde dansçı oldukları zamanlarda da yapıyorlardı. Problem bu kadınların sahneye ‘’bu’’ şekilde çıkması değil, kendi sesleriyle, kendi danslarıyla, kendi güçleriyle sahnede olmaları. Problem insanları eğlendirebiliyor olmaları, her gün umutsuzlukla korkuyla uyanmamız istenen zamanlarda insanları dans ettiriyor olmaları. Bu saldırı bir müzik grubuna değil, kadınların özgürlüğüne, ifade hakkına, sahneye çıkma cesaretine yöneliktir.
Asıl yüzleşmemiz gereken ikiyüzlülük; öldürülen, çocuklarının gözleri önünde şiddete maruz kalan, tacize uğrayan kadınlar için aynı hızda harekete geçilmiyor hatta sessiz kalınıyor olması. Gerçekten korkutan şey şiddet, taciz, cinayet değil; 6 genç kızın sahnedeki neşesi mi? Kadınlara ve çocuklara yönelik birçok suçun faili ellerini kollarını sallayarak gezerken, dans eden 6 genç kadının bir anda hakim karşısına çıkarılması mı adalet? Bizi, sahnede dans ettikleri için genç kadınların suçlu sandalyesine oturtulduğu bir dünyanın “normal” olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Ve bütün bunları yaparken, “çocuklara kötü örnek oluyorlar” bahanesinin arkasına sığınıyorlar. Bu çocuklar bunca şiddete şahit olurken, istismara maruz kalırken sessiz kalanlar, iş dans eden, şarkı söyleyen kadınlara gelince bir anda “ahlak” ve “milli güvenlik” nöbetine düşüyor. Asıl “ahlaksızlık”, şiddeti ve kadın düşmanlığını ödüllendiren bir düzende, kadınların neşesini suç saymaktır.
‘’Sayfalarca anlatsak da anlamayacak aptallar var’’
Ezgi Kaptanoğlu Öcek
Hayasız değil özgürce: Manifest yalnız değildir!
Manifest grubu 6 Eylül’de İstanbul Küçükçiftlik Park’ta gerçekleştirdikleri ve 12 bin kişinin izlediği ilk +18 konserini vermişti.
7 Eylül’de, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, grubun konser sırasındaki dans performansları ve gösterilerini bahane ederek, Türk Ceza Kanunu’nun 225. maddesi olan “hayasızca hareketler” kapsamındaki “teşhircilik” gibi son derece muğlak ve sınırları/yorumlaması çok subjektif olan “suçlar” kapsamında, resen (kendiliğinden) soruşturma başlatmıştı. Ayrıca, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı başvurusu ile “milli güvenlik” gibi alakasını kurmanın son derece güç olduğu bir gerekçeyle konserin sosyal medya paylaşımlarına da erişim engeli getirilmişti.
Gözaltına alınan grup üyeleri, 9 Eylül’de mahkemeye çıkmış ve son zamanlarda artık bir rutin haline getirilen yurtdışı yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılmışlardı.
Manifest grubuna yönelik gerçekleştirilen bu cinsiyetçi saldırının gerekçeleri olarak “ortak edep (ar ve haya) duygularının ihlâli ve incitilmesi, edep törelerine saldırı niteliği taşımasının” yanı sıra pek tabii ki çocukları da alet etmeden geçemezlerdi. “Çocukları ve gençleri olumsuz etkiledikleri” gerekçesi de hemen yapıştırıverildi.
Müzik piyasasında bolca cinsiyetçi küfür barındıran, kadınları aşağılayan, şiddet ve tecavüz dili kullanılarak yazılmış şarkıları olan erkek sanatçılara yönelik böyle bir soruşturma açıldığını hatırlayamıyorum. İcra edilen sanatı/performansı/sahne şovunu bir kenara bırakalım, geçtiğimiz günlerde pek çok kadın, yaşadığı taciz ve cinsel suç kapsamında fail erkekleri ifşalamışken, bu erkeklerden bir tanesine yönelik bile savcılık tarafından resen soruşturma açıldığını da hatırlayamıyorum. Nedense söz konusu erkekler olduğunda, savcılar çocukların ve gençlerin olumsuz etkilediğini düşünmüyorlar. Oysa bir kadın grubunun icra ettiği sahne performanslarının ve kıyafetlerinin dahi çocukları ve gençleri kötü etkilediğini düşünüyorlar. Hatta bu durum “milli mesele” haline getirilebiliyor.
Pek tabii LGBTİ+’lara yönelik artan baskılar, toplumun çeşitli kesimlerine de yayılıyor ve baskılanmasına önayak oluyor. HÜDA-PAR tarafından “Türk Ceza Kanunu ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi” başlığı altında iletilen teklif taslağında, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nda LGBTİ+’ları açıkça hedef gösterecek değişiklikler yer alıyor. Bu teklif taslağı kapsamında biyolojik cinsiyet ifadesinin eklenmesi, eşcinselliği destekleme/özendirme/teşvik etmenin suç kapsamına alınması, cinsiyet uyum süreçlerinin zorlaştırılarak Ceza Kanunu’na eklenmesi talep ediliyor. Yasa tasarısı henüz meclisten geçmiş değil, ancak tasarı olarak sunulduğu andan itibaren LGBTİ+ların ve kadınların hayatını nasıl etkileyebileceğini bizlere gösteriyor.
Yasa tasarısı ile, alaşağı etmek istediğimiz toplumsal cinsiyet normlarına uymayan bir kıyafet, ifade ya da hitap biçimi, Manifest grubunun da gözaltına alınma gerekçesi olarak bildiğimiz Ceza Kanunu’nun 225. Maddesi olan “Hayasızca Hareketler” baz alınarak cezalandırılmak isteniyor. “Genel ahlak” gibi tam olarak neyi ifade ettiği açık olmayan muğlak bir başka ifade ile sınırları çizilmek isteniyor.
Dün, aslında giydiği kıyafetler ve açtığı gökkuşağı bayrağı sebebiyle hedefe oturtulmuş olan ve daha sonra konserinde kurduğu bir cümle bahane edilerek tutuklanan Gülşen’in koltuğuna, bugün, yine giydiği kıyafetler ve dans performansları bahane edilerek Manifest grubu oturtulmak isteniyor.
Olayın bir de son derece keyfi ve hukuksuzca gerçekleştirilmiş olmasını göz ardı edenler var. Örneğin, yine kendisi de icra ettiği sanat sebebiyle devletin baskısına uğramış, konserleri yasaklanmış, hapsedilmiş kişiler, tam da uğradıkları bu baskı sebebiyle Manifest grubuyla dayanışmayı tercih etmek yerine, grubu “ahlaksız” olmakla suçlayıp, sırf grubun şarkı tarzını beğenmediği ve yoz bulduğu gerekçesiyle Manifest grubu ile dayanışanları eleştiriyor ve aslında bu noktada baskıcı zihniyetten hiçbir farkları olmadığını kanıtlıyor.
Kadınları tek tipleştiren, belirli vücut kalıpları içine sıkıştıran ve bu uğurda hem mental hem fiziksel sorunlar yaşamasına sebep olan, giydiği kıyafetten bürünecekleri kişiliklere kadar her şeyi katı kurallar etrafında şekillendiren, sanatı ticareti kalıplar içine sıkıştıran ve bireysel bir özgürlüğe alan tanımayan/kendileri olmalarına izin vermeyen müzik endüstrisini eleştirmek yerine, kadınların kıyafetleri ve sahne şovları üzerinden ahlakçı ve cinsiyetçi bir perspektifle eleştirmeyi tercih ediyorlar. Kadınların bedenlerinin hem meta haline getirilerek üzerinden kazanç elde edildiği, hem de kıyafetleri, dansları, bireysel ifade biçimleri sebebiyle ahlakçı baskılara maruz kaldığı çifte standardı görmezden gelmeyi tercih ediyorlar.
Eleştiriyi endüstrinin kendisine çevirmek yerine kadınlara yöneltmelerinin sebebini de biliyoruz. Kadınların özgürce dans etmesini, kolektif bir sahne şovu icra etmelerini, istediği şekilde giyinmesini, öfkesini haykırmasını, mücadele etmesini bir tehdit olarak görüyorlar.
Manifest grubuna yönelik başlatılan bu saldırı sadece bir müzik grubuna yönelik bir saldırı değil. Kadınların bedenlerine, özgürlüğüne, sanatın ifade gücüne yönelik politik bir saldırıdır.
LGBTİ+lar ve kadınlar istedikleri gibi giyinecek, istedikleri şekilde dans edecek, istedikleri eleştiriyi yüksek sesle dile getirecek, mücadele edecek, kamusal alanda daha da görünür olacaklar.
Bu sahne bizim, bu söz bizim, bu isyan bizim. Size tek bir sözümüz var: susturamazsınız, bye bye!
Dila Ak