Daha güçlü: “Çocuklar ölmesin!”

15.01.2016 - 10:13
Ersin Tek
Haberi paylaş

Doğrusu, uzun zamandır özellikle de "aydın-sanatçı"lar tarafından toplanan imzaların bir işe yaramadığını düşünenlerdendim. Çünkü neredeyse her toplumsal olayda, belirli mail grupları üzerinden toplanan imzalar, ortak bir ses vermek kadar, "görev savmak" gibi de bir işleve dönüşmüştü.

Ama bu kez öyle olmadı.

"Bu suça ortak olmayacağız!" başlıklı Barış için Akademisyenler bildirisi çok ciddi bir etki yarattı.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın akademisyenler için "idrak anlayışına sahip değiller" ifadesini sembolik Başbakan Davutoğlu "ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez" diyerek hedef haline getirdi. Elbette "darbeci baro" sloganlarının hedefi haline gelmiş Feyzioğlu'nun akademisyenlere "Mütareke dönemi aydınlarının kalıntıları" diyerek AKP'nin korosuna katılması da unutulmamalı.

Ülkücü mafya lideri Sedat Peker’in "Akan kanlarınızda duş alacağız" sözlerinin ardından Cumhurbaşkanı'nın "Terör örgütü adına elinize silah alıp kurşun sıkmanızla, onun propagandasını yapmanız arasında hiçbir fark yoktur. Bunun düşünce ve ifade özgürlüğüyle bir ilgisi kesinlikle bulunmuyor. Bu ülkenin, bu vatanın birliğine beraberliğine karşı olan herkes bilsin ki bizim karşımızdadır" sözleri geldi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın TCK 301. maddeden soruşturma açtığı ve YÖK'ün idari soruşturma için talimat verdiği de haberler arasında yerini aldı.

Barış kelimesine dahi tahammülü olmayan devlet ve hükümet yetkilileri sayesinde, bu güçlü barış sesi duyurulmuş oldu.

Sağ olsunlar!

Sadece akademisyen bildirisine gelen destek artmakla kalmadı, edebiyatçılar, gazeteciler, öğrenciler, çevirmenler, LGBTİ örgütleri, plaza çalışanları ve başka çeşitli kesimlerden de destek üstüne destek açıklaması geldi.

İktidar "çocuklar ölmesin" denmesine öfkeli

Akademisyen bildirisinden hemen önce de, Beyazıt Öztürk'ün programına bağlanarak "Yazık; insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın" diyen Ayşe Çelik ve Beyazıt Öztürk hedef haline getirilmiş, ardından da Kanal D'den ve Beyaz'dan "devletimize bağlıyız" açıklamaları gelmişti.

İktidar ve iktidarın organik yayın organları "çocuklar ölmesin" sözlerine neden bu kadar öfkeli?

11 Aralık 2015 - 8 Ocak 2016 arasında yani sadece 29 günde en az 79 sivil öldürüldü. Öldürülenler arasında 14 çocuk, 1 ateşli silahla vurulma sonucu anne karnında ölüm, 18 kadın ve 60 yaş üstü 15 kişi var. Öldürülen 22 kişi kendi evlerinin sınırları içerisindeyken öldürülmüş.

Hümanist Büro'nun raporuna göre 26 Temmuz’dan, 2015’in sonuna kadar en küçüğü 35 günlük bebek  olan en az 58 çocuk öldü. Aynı tarihler arasında en az 56 çocuk yaralandı ve bu çocuklardan bazıları uzuvlarını kaybetti.

Rapora göre çocukların ölüm sebepleri arasında sokağa çıkma yasağı sırasında parkta veya evin önünde oynarken vurulma, eve isabet eden kurşun veya patlayıcı ile vurulma, polisten kaçarken apartmandan düşme, polis tarafından dövülme, dur emrine uyulmaması sonucu açılan ateşte vurulma,  tankların top atışlarında vurulma, zırhlı aracın ezmesi sıralandı.

Bu korkunç tablo iktidarın "çocuklar öldürülmesin" sözlerine öfkesinin nedenine işaret ediyor.

6 bin asker, 8 bin polis, tanklar, zırhlı araçlar ve ağır mühimmat kullanılarak girişilen "operasyon"un gerçek yüzü bu tablo çünkü.

Rosa Luxemburg "Birinin yapabileceği en devrimci eylem, olan biteni yüksek sesle ifşa etmektir" derken belki de bundan bahsediyordu.

Bugün iktidar bir televizyon kanalında 30 saniye "çocuklar ölmesin" denmesini, akademisyenler tarafından "barış ve müzakere" çağrısı yapılmasını engellemeye; çıkacak her barış sözünü tehdit, baskı, hedef gösterme ve belki de cezalarla yıldırmaya çalışacak bir pozisyona düşmüş durumda.

Bugün, iktidarın korktuğu iki sözcük "çocuklar ölmesin" olmuş durumda.

"Çocuklar ölmesin" denmesinden sadece çocukları öldürenler korkuyorsa, "çocuklar ölmesin" demek her zamankinden daha değerli.

Her yerden ve her zamankinden daha güçlü bir şekilde "barış" isteğinin çıkması, her zamankinden daha değerli.

Çünkü bugün, gerçekleri söylemek bile yaşamı savunmak anlamına geliyor.

Ersin Tek


Uzun bir son not:

Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde gerçekleşen patlamada 3 çocuk yaşamını yitirmiş. Elbette, "çocuklar ölmesin" demek bu saldırıları da içeriyor. Elbette!

Çatışmaların başlamasına neden olanı hatırlayalım. Devam eden "çözüm süreci" masasını çok çeşitli sebeplerle deviren AKP oldu.

Neredeyse müzakere aşamasına geçmek üzere olan uzun bir sürecin ardından, masayı devirip on binlerce güvenlik gücüyle bir katliam girişimi başlatıldı.

Bugün, bölgedeki her türlü ölümün sorumlusu doğrudan bu masanın devrilmesinin, Kürtlerin tekrar baskı, zorbalık ve ölümle sindirilmeye çalışılmasının sorumlularıdır. Okullarda ellerinde silahla tahtaya  "Eğitim sırası bizde" yazıp poz veren Jandarma Özel Harekat birimlerini; duvarlara "Esedullah Tim" imzalı ırkçı yazılar yazanları sahaya sürenlerdir sorumlu.

Kürt isyanları ne tarihte ne de bugün, nedensiz değildi. Çözüm süreci devam ederken AKP'nin ideologlarının bile sürekli vurguladıkları gibi, bu isyanlar en temel ve insani taleplerin şiddet ve zulümle bastırılma girişimlerine verilen bir karşılık oldu.

Bugün; çatışmanın, şiddetin ve ölümlerin bitmesinin bir tek yolu var: Bölgedeki katliam derhal sona ermeli, her türlü kontrgerilla birimi dağıtılmalı ve tekrar müzakerenin önünün açılması için gerekli her türlü düzenleme yapılmalı.

Bültene kayıt ol