Akdeniz'in mültecileri: Avrupa'nın krizi

27.04.2015 - 09:56
Memet Uludağ
Haberi paylaş

Akdeniz'de yaşanan ölümler Avrupa'nın gündemine öncelikle insani boyutu ile yerleşti. Bir hafta içerisinde 1100'den fazla insanın öldüğü Akdeniz'den gelen binlerce fotoğrafın ve haberin yarattığı yaygın duygu ve talepler "bu ölümlere karşı yardım ve kurtarma operasyonlarının yeniden başlatılması" yönündeydi.

Avrupa Birliği (AB), 2014 yılının sonlarında, sessiz sedasız bir şekilde, 'Mare Nostrum' adlı arama ve kurtarma operasyonlarını  durdurmuştu. Britanya'nın başını çektiği AB hükümetleri bu operasyonların göçmenleri "heveslendirdiğini" iddia etmişler ve durdurma kararı almışlardı. 

Sivil toplum kuruluşları ve mültecilerle ilgili çalışmalar yapan yardım örgütleri bu kararın sonuçlarının çok vahim olacağını söylemişti ancak AB bu çağrıları dikkate almamıştı. 

Yaşanan son ölümlerden sonra AB hükümetleri acilen bir şeyler yapmak zorunda kaldılar. Son on yılda ölen 20.000 göçmen değil ama geçen hafta gerçekleşen toplu ölümler AB'yi zorladı.

İlk olarak, geçen hafta içerisinde AB içişleri ve dışişleri bakanları ortak komisyon toplantısı yapıldı. Bu toplantıdan AB hükümet başkanları zirvesine sunulmak üzere 10 maddelik bir eylem planı çıktı.

Bu planın asıl ve öncelikli amacı göçmenlerin gelişini engellemekti. Bunun için, bir yandan Kuzey Afrika'nın transit konumundaki ülkelerinde göçmen kampların kurulması, bu ülkelerle işbirliği yapılarak sınır denetimlerinin arttırılması ve geçişlere engel olunması gibi sivil ve diplomatik görünümlü faaliyetler önerilirken, diğer yandan da Akdeniz'de ve Libya limanlarında göçmen teknelerinin imha edilmesi, kaçakçılara karşı özel operasyonlar düzenlenmesi gibi askeri önerilere de yer verilmişti. 

Bir başka öneri ise AB'ye ulaşabilen göçmenlerin geri iadesi için ikili anlaşmaların yapılmasıydı. 

Bu önerilen planda Akdeniz'de arama ve kurtarma faaliyetleri için ve AB sınırlarına ulaşan göçmenlerin sağlıklı ve güvenli bir şekilde nasıl barındırılacağına ilişkin somut bir öneri yoktu. 

Hükümet başkanları zirvesi öncesi tartışmanın yönü insan tacirlerine ve bunlara karşı neler yapılabileceği sorularına döndü. Resmi demeçlerde sorunun asıl kaynağının insan tacirleri olduğu vurgusu yapıldı. Ana akım medyada bu konuda pek çok yazı ve haber yayınlandı. 

Sorunun insani yönünü reddedemeyen AB hükümetleri göçmenlerin neden ve hangi koşullardan dolayı kaçtığını değil, hangi yöntemlerle kaçtıklarını öne çıkarmaya çabaladı.

Ancak durum göründüğünden çok daha karmaşık ve bu sadece bir göçmenlik ve insani kriz değil. 

Akdeniz'de yaşananlar AB'nin bir krizi ve bu kriz değişik şekillerde kendini göstermeye devam edecek.

Geçen hafta yapılan hükümet başkanları zirvesi çok kısıtlı bir takım  kararlar aldı.

Öncelikle AB arama-kurtarma çalışmalarını ve buna ayrılan fonları arttırmak zorunda kaldı. Bu, 2014 sonlarında alınan karardan - ismi konmadan - geri adım atılmasıdır. AB'nin bu ölümlerdeki sorumluluğu sabitlenmiştir.

AB, kendini Libya konusunda, 2011 yılında yine kendi yarattığı pisliğin içinde buluverdi. Libya'da AB'nin işbirliği yapacağı bir yönetimin olmadığını itiraf eden resmi açıklamalar 2011 AB/NATO askeri müdahalesinin tamamıyla bir başarısızlık olduğunun ve bunun Libya'yı daha büyük bir kaosa götürdüğünün bir itirafıdır. Sosyalistlerin, savaş karşıtlarının, anti-emperyalistlerin tüm argümanları doğrulanmıştır. 

AB'nin göçmen teknelerini ve insan tacirlerini yok etme konusunda ilk zamanki heyecanlı hevesi de kursağında kaldı. Bu denli geniş bir alanda, uluslararası sularda veya başka ülkelerin karasularında sivil gemilere karşı böylesine operasyonlar yapmak büyük bir askeri maceraya girişmek demekti ve AB liderleri Birleşmiş Milletler'de Rusya'nın veto ihtimali, üye ülkeler arasında görüş ayrılığı ve bu operasyonların getireceği ekonomik yük gibi sorunlarla karşılaştı. AB'nin sınır denetiminden sorumlu askeri kurumu Frontex'in başındaki üst düzey komutan böyle bir girişimin lojistik ve hukuksal sorunlarından bahsederek AB hükümetlerinin durumunu iyice zorlaştırdı. 

Göçmenlerin gelişini engellemekte ısrarlı olan AB'nin elinde çok fazla bir seçenek yok. Görünen o ki, AB Kuzey Afrika ülkeleri ile işbirliği yolları arayacak ve transit ülkelerde sınır denetimi ve göçmen kampları kurulması yönünde çalışmalar yapmayı deneyecek. 

Bu kısa bir sürede uygulanabilecek kolay bir proje değil. Üstelik bunun AB'ye getireceği mali yük çok büyük olacaktır. 

Bu uygulamalar Akdeniz'i geçen göçmenlerin sayısını biraz azaltsa da tamamen sıfırlamayacaktır. Mevcut durumda göçmenlerin denize ulaşana kadar kolay ve engelsiz bir kara yolculuğu zaten yok. Pekçoğu, aylarca süren, riskli bir yolculuktan sonra limanlara ulaşabiliyor. 

AB'nin kullanmak istediği kozlardan bir diğeri de İtalya'ya ulaşan göçmenleri kısa sürede sınır dışı etmek. Ancak, yıllardır yürütülen bu sınırdışı etme uygulaması bugüne kadar hem yasal hem de lojistik nedenlerle kolay işleyen bir yöntem olmadı. Gelen göçmelerin nereye sınır dışı edileceği büyük bir sorun. Göçmenleri Libya'ya geri göndermek, Libya'nın AB ile hiç bir resmi diyaloğu olmadığı için şimdilik mümkün değil. AB, göçmenleri kendi ülkelerine sınır dışı edebilmek için bu insanların hangi ülkenin vatandaşı olduğunu tespit etmek zorunda. Canını onca tehlikeye atarak gelmiş göçmenler elbette saf değil, bu konuda AB'nin işini kolaylaştırmayacaklardır. 

Bugüne kadar uygulanan sınırdışılarda her bir göçmene kimi zaman dört güvenlik görevlisi eşlik etmekteydi. Binlerce göçmenin sınır dışı edilmesi çok büyük ve uzun sürecek bir süreç olacaktır.

Avrupa Birliği krizde.

Göçmenlerin niçin kaçtığını itiraf etmeyen, bu insanlık dramının neden olduğunu tartışmak istemeyen AB hükümetleri, göçmenlere karşı yürüttükleri resmi ırkçılık politikalarıyla yapılacak her türlü gayri-insani uygulamanın kendi halklarında kabul görürlülüğünü sağlamaya çalışacaklardır. O nedenle göçmenler suçlu-tehlikeli ve Avrupa'nın ekonomik kaynaklarını kurutan bir sorun olarak gösterilmeye devam edilecektir. Kemer sıkma politikalarının uygulandığı Avrupa'da Akdeniz'in göçmenleri hedefe konacaktır. 

Yaşanan insanlık dramı ve toplumsal tepkilerden dolayı şimdilik sesi çıkmayan faşist/ırkçı partilerin yakında bu sorundan prim yapma çabaları tekrardan başlayacaktır. 

Ve göçmenler gelmeye de ölmeye de devam edecektir. 

Afganistan ve Irak işgallerinin devam eden sonuçları; AB/ABD'den milyarlarca Dolarlık silah alıp Yemen'e saldıran Suudi Arabistan'ın yarattığı yeni kaos; abluka altında yaşayan Filistinliler; AB destekli, silahlarını Batı'dan temin eden despot ve baskıcı rejimler; toprakları ve su kaynakları ellerinden alınıp uluslararası şirketlere devredilen ve fakirliğe terk edilen toplumlar; Libya, Irak, Afganistan, Yemen, Suriye ve daha bir sürü yerde devam eden sayısız sivil ölümleri olduğu sürece göçmenler kaçmaya devam edecektir. 

AB'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan tüm sıkıntılarda sorumluluğu ve doğrudan etkisi vardır.

Artık, uzak ve başka yerlerin insanları sorunlarını alıp AB'nin kapısına getirmiştir. 

Peki, ne yapmalıyız?

AB'nin geniş çaplı sivil arama-kurtarma çalışmalarını acilen başlatmasını talep etmeliyi ve bunun takipçisi olmalıyız. 

Ancak bu yetmez. 

Avrupa işçi sınıfının, işsizlerinin, evsizlerinin asıl düşmanı, yaşanılan sorunların, kemer sıkma politikalarının asıl nedeni göçmenler değil, AB başkentlerinin hükümet binalarında oturan yerlilerdir. AB'de göçmenlere karşı yapılan ırkçılığı her ortamda reddetmeli ve asıl kendi içimizdeki düşmanlara karşı mücadeleyi örgütlemeliyiz. 

AB hükümetlerinin elinde son 15 yılın kanı var. Avrupa'nın tüm askeri dış politikaları, tüm emperyalist maceraları büyük insanlık krizleri yaratmış ve milyonlarca insanın hayatını karartmıştır. Bu kan daha kurumadan şimdide göçmen kanı bulaştı ellerine. 

Avrupa'da faşist/ırkçı hareketlere karşı amansız bir mücadele vermeliyiz. Bu uzun soluklu ve çetin bir mücadele. Kazanmanın tek yolu işçi sınıfı ve işçi sınıfı örgütleriyle verilen ortak bir mücadele örgütlemektir.

Göçmenlerin yükü altında ezilmeyen Avrupa'nın tüm göçmenlere kapılarını açmasını, argümanlarını doğru düzgün koyarak talep etmeliyiz. 

Emperyalizme ve kendi kapitalistlerimize karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz. 

Türkiye'nin Suriyeli göçmenlere sınırı açması - bu durumu küçümsememek ve doğru analiz etmek lazım - ne kadar doğru idiyse, göçmeleri 'misafirimiz' diyerek geçiştirmesi de o derece kötü. 

Suriyeli göçmenler için sınırsız oturma-çalışma ve vatandaşlık hakkı talepleri yükseltilmeli; buna ana dilde eğitim, konut-sosyal güvenlik hakları da eklenmelidir. Çok sayıda Suriyeli göçmen kabul etmeyen AB'den büyük destek fonları talep edilmelidir. 

BM'de "dünya beşten ibaret değildir" deyip ardından bu beşin politikalarıyla' uyumlu işler yapmak olmaz. AKP iktidarı kısa bir zaman önce AB ile göçmenlerin sınır dışı edilmesini resmileştirip, kolaylaştıran Geri Kabul Anlaşması'nı imzaladı. Muhalefet bu konuya çok ilgi göstermedi. 

Bu anlaşmayla Türkiyelilere daha kolay vize vereceğini vaadeden AB, Türkiye'yi bir göçmen kampı olarak kullanmak ve Türkiye üzerinden gelen göçmenleri gerisin geriye sınır dışı etmek istiyor.  Bu çirkin pazarlık ve anlaşma yeniden gündeme getirilmeli ve iptali istenmelidir. AB Türkiyelilerin geneline kolayca vize vermeyecektir. 

Türkiye'nin ve Ege'nin, Akdeniz'deki gelişmelere bağlı olarak yeniden önemli ve yoğun bir geçiş ülkesi olma ihtimali var. 'Vicdanlı', 'bölge halklarıyla kardeş', 'mazlumun yanında' olduğunu söyleyen bir iktidar, AB'nin pis işlerinin ve uygulamalarının taşeronu olamaz. 

Geleceğin en önemli olgularından biri göçler olacaktır. Türkiye için de göçmenler ve göçler önemli bir gündemdir. Hükümetlerin ikiyüzlülüğü, ırkçıların saldırıları ve devletin düşmanca uygulamalarına karşı mücadeleler örgütlenmelidir.

Bir yandan göçmenlerle sonsuz dayanışma diğer yandan da kendi egemenlerimizle mücadele etmeliyiz. Bunlar tek başına ve ayrı ayrı olmaz. 

Memet Uludağ

@Memzers

Bültene kayıt ol