Mazlum-Der’den Ahmet Faruk Ünsal ve Reha Ruhavioğlu ile röportaj

23.03.2017 - 15:30
Haberi paylaş

Mazlum-Der’in tartışmalı olağanüstü kongreden önceki genel başkanı Ahmet Faruk Ünsal ve kapatılan Diyarbakır Şubesi’nin yöneticilerinden Reha Ruhavioğlu, süreçle ilgili görüşlerini Marksist.org’a anlattı.

Ahmet Faruk Ünsal ve Reha Ruhavioğlu’na, Mazlum-Der’de geçtiğimiz hafta yaşanan olağanüstü genel kurul ile birlikte yaşanan tasfiye sürecinin politik anlamını ve bundan sonrası için planlananları sorduk. Yanıtlar şöyleydi:

Ahmet Faruk Ünsal: “Tüm iktidar odaklarına karşı mesafemizi koruduk”

Bu çatlağın esası, iktidarla -ki bu iktidar mahalli ve mahallenin söylemsel iktidarı ve genel iktidar- Mazlum-Der’in genel merkezinin ve tasfiye edilen şubelerin kurduğu ilişki biçiminden duyulan rahatsızlıktan kaynaklandı. Biz, sloganımızda dediğimiz gibi “kim olursa olsun mazlumdan yana” tavrına uygun olarak, ister mahallenin söylemsel iktidarı olsun ister merkezi iktidar olsun, bu odaklarla mesafemizi hep aynı tutacak bir ısrar ve prensip olarak ilkelilik içerisinde meselelere bakarken; bugün bizleri mahkeme marifetiyle tasfiye edenlerin tutumuysa daha çok iktidarı kayıran bir perspektifle meselelerin ele alınması ve ifade edilmesiydi.

Aramızdaki temel gerilim buradan kaynaklanıyordu. Bu bazen Kürt meselesinde, bazen Suriye, bazen Gezi meselesinde, bazen mezhepsel çatışmalar meselelerinde hep bu iktidar odaklarıyla kurulan ilişkide farklı pozisyon alışlarımızda kendisini ortaya koydu. Bir süre sonra da bir arada olunamaz bir noktaya taşınınca bu farklı perspektifler, böyle bir süreç yaşandı.

“Ayrışma zaten olacaktı”

Süreç olağan genel kongrede daha ahlaki yürütülebilirdi. Nihayetinde oraya taşınmış olsaydı, mahkemeler devreye girmeden olağan olarak yapılabilseydi -ki olağan kongre iki ay sonraydı- zaten ayrışma olacaktı. Bu arkadaşlar büyük bir acelecilik içinde, güçlerini hemen gösterme telaşı içerisinde bunu beklemeden. davrandılar. Aynı çatı altında beraberce yürünmeyecek bir hatta gelindiği için zaten ayrışma olacaktı, ancak daha legal süreçler içerisinde olacaktı. Maça şike karıştırdılar maalesef. Mahkemelerin ve merkezi iktidarın bazı güçlerini arkalarına alarak yaptılar bu ayrışmayı. Derneğin kendi süreçlerinde yaşanmış olsaydı, bu kadar büyük kırılma olmazdı.

25-26 yıldır bu derneğe emek veren, bu derneği parlatan, emekleri bu güç sımarığı arkadaşlar tarafından görmezden gelinerek tasfiye edilen üyelerimiz ve kapatılan şubelerimizle istişareler yaparak bundan sonrası için bir yol çizeceğiz kendimize. Ama ayrıca gene hukukun nafile imkanlarını bu yaşadığımız keyfi süreci bozmak için kullanmaya çalışacağız. “Çok fazla umudunuz var mı?” diye sorarsanız, gerçekçi olmak gerekirse yok.

Reha Ruhavioğlu: “2015-2016’da Kürt sorununa ilişkin 2009-2010’dan farklı bir şey söylemedik”

Bu, Suriye ile başlayan, Mazlum-Der’in Gezi’de aldığı tavırla daha belirginleşen, ama o zamana kadar dışarıdan içeriye tazyik karşısında içeriden beraberce savunma yapılabildiği bir süreçti. 2015’te çatışmalar başladıktan sonra Kürt meselesi de bu iki sorunun üzerine oturdu. Kurum içinde yapılan raporlamaların, açıklamaların ve takınılan tavrın üzerinde anlaşamaz olduk. Dönüp baktığımızda, örneğin 2009-2010’a bakarsak, 2015-2016’da eskiden söylediklerimizden farklı bir şey söylemiyorduk. 2010’da “Devlet operasyonları durdursun, PKK saldırıları kessin” demişiz. 2015’te ise sıralama olarak tam ters, yani önce PKK sonra devlet şeklinde söylemişiz. Buna rağmen bu tatmin edici olmadı. Hazırladığımız raporlar, İslami camiada kamuoyunun ve hükümetin tepkisini çektiği kadar, içeriden de arkadaşların, bu camianın içinde yaşayan ve o gündemden etkilenen insanların tepkisini çekti. Raporlarda hükümetin ve devletin ihlallerinin de dile getirilmesi rahatsızlık yarattı. 20 senedir içeride konuşmuş ve neticelendirmiş olduğumuz sorunlar yeniden açıldı. Olağanüstü genel kurul talebi bunun üzerinden ortaya çıktı.

Hem bölge şubeleri olarak hem de ayrışan iki gruptan diğer taraf olarak buna katılmadığımızı, böyle bir söylemin konjonktürün etkisinde kalmış bir söylem olduğunu dile getirdik. Raporlamadan sorumlu arkadaşımız bununla ilgili iki uzun çalışma yaptı. Çözüm ve çatışma süreçlerinde Mazlum-Der’in aldığı tutumun tek taraflı olduğu iddiasına karşı.

Bu çalışma da kamuoyunu da arkadaşlarımızı da tatmin etmedi. Mesele teknik olarak “şunu söylediniz, bunu söylemediniz” değil. “Savaşı şehre çekmiş bir örgüte karşı siz nasıl devletin de suçlarını söylersiniz?” gibi çok kaba itirazlar. Silvan raporumuz sonrası Murat Karayılan bizi hedef göstermişti. Cizre raporu cumhurbaşkanı tarafından hedef gösterildi. Rahatsızlık duyan arkadaşların ilkinden sonra da herhangi bir dayanışmasına şahit olmadık. Ama devlet tarafından eleştiri gelince, içeriden de gelmeye başladı.

“Mazlum-Der içinde vesayet, 28 Şubat benzeri bir süreç”

Mahkeme süreci teknik bir süreç. Kongre, hukuki süreç tamamlandıktan sonra yapılmalıydı bizce. Diyelim ki kongre yapılabilir oldu, toplanan 10 tane şube var. Bunların 4 tanesi sadece kağıt üzerinde olan şubeler, sahada son 5-6 yılda tek bir eylemi olmamış. Belki aktifleştirilebilir diye kapatılmamış. Bunu o şubedeki arkadaşların kendisi de kabul ediyor. Hatta Uşak şubesi “Biz sadece kağıt üzerinde varız, bizi de kapatın” diyor, kabul etmiyorlar. 10 şube toplanarak 16 şubeyi kapatıyor, KHK gibi. Hem de üyeliklerin tamamını düşürüyor. Üç bin civarı üyeyi ihraç etmiş oluyor. Bu denklem bir vesayetin olduğunu gösteriyor. 26 yıldır Mazlum-Der içindeki bu vesayetten şikâyetçiyiz, bununla da mücadele ettik. 5 yıldır Mazlum-Der üye ve yöneticisiyim ve ben buna şahitim. Ancak bu 5-6 yıllık bir süreç değil. İstanbul şubesi çok şaibeli bir şube kongresi listesiyle süreci yürüttü. 230 kişi oy kullanmış iki liste yarışırken. Toplamda ise 1200 delege katıldı gösterilmiş. 1000 tanesi nasıl kendi listesinden bu kadar emin olur da oy kullanmaz? İstanbul şubesi, bu şaibeyi aydınlatmak yerine giderek bu sorudan kaçan ve büyüten bir tutum izledi.

Bunu Mazlum-Der içerisinde bir vesayet, 28 Şubat gibi bir süreç olarak değerlendiriyoruz. İnsan hakları mücadelesine büyük katkıları olan 16 şube tasfiye edildi. İstanbul şubesi daha önce kendi içinde de muhaliflere karşı böyle bir tasfiye gerçekleştirmişti. Kararı da internet üzerinden tebliğ etmişti. Bu şube bize “Bazı şubeleriniz tektipleşmişti, o yüzden müdahale ettik” diyor. Komik bir iddia.

“Yeni değerler katarak yeni bir yol arayacağız”

Gelecek açısından: İnsan hakları mücadelesi Mazlum-Der’le başlamadı, bununla sekteye uğrayacak değil. Moralimiz bozulur ama burdan bize tevarüs etmiş iyilikleri, güzellikleri alıp yanına yeni değerler katmak suretiyle yeni bir yol arayışında olacağız. Hukuki süreç geri dönse de bu arkadaşlarla aynı çatı altında devam etmemiz mümkün değil. Hak derneği tabelası altında OHAL KHK’si gibi bir süreçle zulüm eden insanlarla aynı yerde oturup tartışmanın anlamı yok. Bu kararları gayrimeşru ilan edip yeni bir arayışa başlayacağız. 16 şubeyle birlikte kendi aramızda istişareler yapacağız. Yeni bir sürece gireceğiz diye tahmin ediyorum. 26 yıllık bu kuruma, bu tabelaya değer katan işler ve insanlar kimlerdiyse o işler yeniden yapılır, yeni insanlar çıkar.

DSİP: “Mazlum-Der’e yönelik müdahale kabul edilemez”

Mazlum-Der aktivistleri Marksist.org'a konuştu

Ahmet Faruk Ünsal: “Mazlum-Der'in 28 Şubat’ı...”

Reha Ruhavioğlu: “İnsan hakları mücadelesi Mazlum-Der’le başlamadı, onunla da bitmez”

Mazlum-Der genel merkezinden açıklama

Bültene kayıt ol