Yerli millî istikrarsızlık ve özgürlükçü muhalefet

Sosyalist İşçi’nin son sayısında, hükümetin uygulamaları ve ona karşı muhalefetin koşulları değerlendirildi:

Yerli ve milli ittifak, Rojava’da Kürtlerin kendi kendilerini yönetecekleri bir inisiyatifin Türkiye’nin iradesinden bağımsız olarak oluşmaya başladığının anlaşılmasıyla, devletin içinde kendini gösteren beka kaygısına yanıt olacak bir strateji olarak gelişmişti. 15 Temmuz’da bu yerli ve milli koalisyon, MHP’yi de içine alacak şekilde genişledi, çok daha sert bir Türk milliyetçiliği üzerinden yeniden şekillendi. Ancak, bundan henüz birkaç yıl önce “her türlü milliyetçiliği ayakları altına aldığını” söyleyen Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP ile milliyetçiliğin kalesi MHP ve devlet bürokrasisindeki bir dizi ulusalcı unsurun arasındaki bu ittifak, ciddi istikrarsızlık koşullarında yoluna devam etmeye çalışıyor.

Anayasa Mahkemesi başkanının Tayyip Erdoğan’ın önünde eğilmesi, Şaban Dişli’nin AKP’de genel başkan danışmanlığına getirilmesi, cumhurbaşkanının Coca Cola simgesinin önünde verdiği poz, “lekelenmeme hakkı” etrafındaki tartışmalar, “racon kesme” uyarısı… Hükümet, hemen hemen her gün, muhaliflerinin üzerine gelebileceği bir başka açık veriyor veya bir sorunla karşılaşıyor ve bunlar sadece muhalefet cephesinde değil, AKP tabanında da etkili oluyor. Irak Kürdistanı’ndaki referanduma ilişkin tutumlarda bir kez daha görüldüğü gibi, 15 Temmuz sonrası dönemin siyasi ortağı MHP ile ciddi görüş ayrılıklarına düşülüyor ve bu gerginlikler kamuoyunun önünde cereyan ediyor. Gündelik sorunların yanı sıra, OHAL uygulamalarının yarattığı mağduriyetler, dış politikada Batı’yla yaşanan gerilim, bunun sonucunda Rusya’ya yakınlaşmanın Suriye’de istenen sonuçları vermemesi, ekonomideki durgunluk gibi daha büyük meseleler de hükümeti sıkıştırıyor. Yerli ve milli koalisyon, tüm bunların basıncı altında, büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlık ortamında ülkeyi yönetiyor.

Siyasi istikrarsızlık ve muhalefet

Yerli ve milli koalisyonun iki ana bileşeni, AKP ve MHP’nin teşkilatlarında da sorunlar büyüyor. MHP, uzun süredir Meral Akşener kanadının muhalefetiyle boğuşuyordu. Çok sayıda il ve ilçe teşkilatı bu yüzden kapatılmıştı. Şimdi ise bu kanadın kendi partisini kurma girişimi sonucu birçok yerelde kitlesel istifalar yaşanıyor. Referandumda parti tabanının önemlice bir bölümünü kaybeden Bahçeli’nin 2019’a giden süreçte teşkilatını ne kadar bir arada tutabileceği oldukça belirsiz.

Benzer bir durum, referandumdaki kıl payı “Evet”in ardından, AKP’de başka bir biçimde yaşanıyor. Tayyip Erdoğan “metal yorgunluğu” olduğunu ilan etti ve parti teşkilatlarında yenilenme istedi. Bunlar yapılırken, yolsuzluğa, kötülüğe, adam kayırmaya vs bulaşmış olanların ayıklanmasını talep ederek, bunların varlığını da kabul etmiş oldu.

Muhalefet ise 2019’a daha moralli gidiyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü ve sonunda gerçekleştirilen Maltepe mitingi, CHP kitlesinden çok daha geniş kesimlerin ilgisini çekmişti. Kürt halkının referandumdaki güçlü “Hayır”ı, tüm baskılara rağmen bölgedeki muhalefetin yaygınlığını gösterdi. İrili ufaklı grevler ve 1 Mayıs’taki kitlesellik, işçi sınıfının ve sendikal hareketin de bir muhalefet dinamiği olarak sahneye çıkabileceğini gösteriyor.

Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık koşulları, bir süredir hükümetin her gelişmeyi istediği gibi kontrol edip şekillendirememesine yol açıyor. 2019’a kadar işçi sınıfının haklarından kadınlara, barış mücadelesinden doğanın talanının durdurulmasına, ırkçılığın geriletilmesinden OHAL’in kaldırılmasına çok sayıda başlıkta yaygın ve birleşik mücadeleler inşa edilebilirse, AKP’yi demokratik temellerde geriletecek bir muhalefetin ortaya çıkma şansı bir hayli yüksek.


Beka kaygısı

Suriye’de Baas rejimi, 2011 yılının Mart ayında başlayan devrimi ezmek için tüm askeri olanaklarını seferber edince, Kürt halkı 2012 yılının yaz aylarında bu boşluğu doldurmak için bir hamle yapmıştı. PYD, o günden bugüne, Rojava denilen bölgenin oldukça geniş bir kesimini fiili olarak yönetiyor. Türkiye devleti, çözüm sürecinin sürdüğü dönemlerde PYD ile ilişkiler kurmuş, sınırının hemen güneyindeki bu bölgenin geleceğinde kendisi de söz sahibi olmaya çalışmıştı. Ancak bu konuda bir uzlaşma sağlanamadı, çözüm süreci bitirildi, Türkiye devleti defalarca diplomatik ilişki geliştirdiği Rojava’nın yönetimini “terörist” ilan etti ve baş düşman olarak görmeye başladı.

Tayyip Erdoğan, yıllar önce Irak’taki Kürtler için söylediği sözü, bu kez Suriye için dillendirdi ve “Kuzey Suriye’de bir devletin kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” dedi. Böyle bir olasılığın Türkiye devletinin sınırlarını da tehlikeye sokacağı söylenilerek, giderek bir “beka kaygısı” dillendirilmeye başlandı. Türkiye devletinin son iki yıllık, ancak özellikle 15 Temmuz’dan sonraki politikaları, bu beka kaygısı etrafında şekillendiriliyor.

Fakat yerli ve milli stratejinin en büyük açmazı da burada yatıyor: Beka kaygısını gidermek için girilen yol, hedeflediği hemen hemen hiçbir şeyi gerçekleştiremedi ve beka kaygısını derinleştirdi.

Dış politikada sıkışmışlık

İktidar, Obama’yla varamadığı anlaşmayı yapabileceği heyecanıyla, ABD’nin yeni seçilen ırkçı başkanı Donald Trump’a başlarda oldukça olumlu yaklaştı. Ancak Tayyip Erdoğan’ın Trump’la görüşmesinin ardından, Suriye konusunda ABD ile yeni bir yola girilemeyeceği anlaşıldı. Aksine, ABD’nin IŞİD’i Rakka’dan temizleme hamlesinde ana partneri olarak gördüğü PYD’ye silah ve mühimmat sevkiyatı görülmemiş boyutlara ulaştı.

2016 yılında Batı bloku ile yaşanan gerginliğin sonucunda, henüz 2015 sonunda uçağı düşürülen Rusya, özür dilenerek tekrar müttefik hâline getirilmişti. Putin, 15 Temmuz konusunda Erdoğan’a en ciddi desteği veren dünya lideri oldu. Bunun sonucunda Astana görüşmeleri ile Türkiye, Suriye politikaları konusunda Esad’ın baş destekçileri olan Rusya ve İran hattına, PYD karşı bir ittifak kurma umuduyla yaklaştı. Ancak Eylül ayında yapılacak Astana zirvesi öncesi, Rusya’nın PYD’yi de bu görüşmelere katma talebini Türkiye’ye ilettiği iddia ediliyor. Üstelik, geçtiğimiz hafta, bizzat Tayyip Erdoğan bir kez daha Afrin’e operasyon sinyali verdikten hemen sonra Rus askeri güçlerinin bu bölgeye konuşlandığı bilgisi geldi.

Özetle, iç ve dış siyasette tüm stratejinin devletin beka kaygısını gidermeye endekslenmesinin ardından, kısa bir süre Fırat Kalkanı’yla gösterilen varlık dışında hiçbir istenilen sonuca ulaşamadı. Tam aksine, Suriye Kürtlerinin uluslararası güçlerle olan müttefiklik ilişkisi daha da kuvvetlendi. Kuzey Suriye’de PYD’nin önderliğinde bir federasyonun kalıcı hâle gelmesi çok büyük bir olasılık hâline geldi. AKP ise an itibariyle hem sınırındaki bu oluşumla düşman hâle geldi, hem de içeride çözüm sürecini bitirip MHP ile ittifak yaparak kendi Kürtlerinin gözünde son derece olumsuz bir pozisyona düştü.

Suriye’de önce Davutoğlu’nun Esad karşıtı stratejisi, sonrasındaysa yerli ve milli koalisyonun anti-PYD hattı iflas etti. Almanya ve diğer Batı bloku ülkeleriyle yaşanan sorunlar da hesaba katılırsa, dış politika istikrarsızlığın en sorunlu alanı hâline geldi.

OHAL uygulamaları

İstikrarsızlığı derinleştiren bir diğer unsur ise OHAL uygulamaları. KHK’larla mesleklerinden olan ve hapse atılan on binlerce insanla ilgili belirsizlikler, toplumun tüm kesimlerinde adalet duygusunun yok olduğuna dair yaygın bir kanaat oluşturdu. Birinci dereceden yakınlarının FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle mağdur edilen çok sayıda insan varken, suçun şahsiliği savunmasıyla Şaban Dişli başkan danışmanlığına getirilebiliyor. 2018 yılında karar açıklamaya başlayacak olan OHAL mağduriyetlerini giderme komisyonu kimseye umut vermiyor. Akademide ve birçok kamu kuruluşunda yapılan tasfiyeler, meselenin yalnızca darbe tehdidini savuşturmakla ilgili olmadığını, yerli ve milli koalisyonun geri dönüşsüz bir temizliğe giriştiğini gösteriyor. KHK ile ihraç edilen üç çocuk annesi Sevgi Balcı’nın intihar etmesi, açlığa ve çaresizliğe mahkûm edilen kitlelerin yaşadıklarına dair iyi bir örnek teşkil ediyor.

Ekonomide istikrarsızlık

Diğer yandan, OHAL’i grevleri yasaklamak için ilan ettiğini açıkça dile getiren Tayyip Erdoğan, her zaman olduğu gibi patronlardan yana tutum almaya devam ediyor. Ekonomik durgunluğu aşmak için sermaye sınıfına sürekli olarak yatırım teşvikleri veriliyor. Buna rağmen, 2017 yılının ilk yarısında kapanan şirketlerin sayısındaki artış, bir önceki yıla göre açılan şirketlerin sayısındaki artışın dört katı. TÜİK verilerine göre her beş gençten biri işsiz. Tüm toplumda işsizlik, Şubat ayında %12.6’ya kadar ulaştı. TÜİK’e göre nüfusun %22’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Asgari ücret enflasyon karşısında bir yılda %3.5 değer kaybetti. Bu koşullarda, işçi sınıfı birçok yerde kıdem tazminatının gaspına, grev yasaklarına, güvencesizliğe, taşerona ve özelleştirmelere karşı irili ufaklı grevler ve direnişler gerçekleştiriyor.

ilginizi çekebilir

barisa-ihtiyacim-var-kadin-inisiyatifi-kadinlarin-ozgurlugu-savasla-degil-direnisle-gelecek
Şovenistler delirdi, demek ki barış süreci doğru yolda-II
BAYRAMPAŞA-OLAYI-AÇIKLAMASI
Kürt halkına yapılan zulümden hamile bir kadının karnına atılan tekmeye: Aynı hikâye, aynı cezasızlık 
1752784937_kurdistan24
Süveyda: devrimin son kalesi