Trump’ın, Ahmad el-Şara liderliğindeki yeni rejim altında Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırma kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu insani durumu iyileştirmeye yönelik bir adım olarak mı, yoksa emperyalist hegemonyanın güçlendirilmesi olarak mı görüyorsunuz?
Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması, Suriye halkının acılarını hafifletmede kesinlikle önemli bir etken olacaktır. ABD Başkanı Trump’ın, Suudi Arabistan ziyaretinde ilan ettiği Suriye yaptırımlarını kaldırma vaadi, körfez ülkelerinin ve Türkiye’nin talebi üzerine gelmişti. Bu vaat, Şam’daki yeni rejimin bazı koşulları yerine getirmesi taahhüdü karşılığında verilmişti: İsrail ile normalleşme, Suriye ekonomisinin Batı ve Körfez yatırımlarına açılması, yabancı cihatçı grupların tasfiyesi ve ülkede istikrarın sağlanması gibi. Dolayısıyla, yaptırımların kaldırılması ekonomiyi canlandıracaksa bu, on yılı aşkın süredir benzeri görülmemiş bir insani felaketle mücadele eden ve %95’i aşırı yoksulluk içinde yaşayan Suriye halkının, büyük kesiminin durumunu nispeten iyileştirecektir. Özellikle de yaptırımların eski rejim seçkinlerinin refahını etkilemediği, aksine onları Suriye halkından kalan son yaşam kırıntılarını sömürmeye ittiği düşünüldüğünde. Öte yandan, bölge ülkeleri ve emperyalist ülkeler, bu yaptırımların kaldırılması öncesinde kendi koşullarını adım adım dayatmakta, böylece ülkemizdeki ekonomik, siyasi ve askeri etkilerini güçlendirmektedirler.
Yani, Batı’nın ekonomik yaptırımlarının Suriye halkı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu mu söylüyorsunuz?
Hiç şüphe yok ki, hem Batı’nın yaptırımları hem de Esad rejiminin vahşeti, Suriye’nin ekonomik ve toplumsal yapılarının yıkımına katkıda bulunmuştur. Dolayısıyla, halkın günlük yaşam koşullarının iyileştirilmesi olumlu bir etkidir; bu uzun yıllar süren yıkım, ölüm ve felaketin ardından kitlelerin nefes almasına olanak tanır. Ayrıca sınıfsal yapıların yeniden netleşmesine yardımcı olabilir; bu yapılar şu anda coğrafi, mezhepsel ve toplumsal olarak her yönüyle parçalanmış olan Suriye toplumunda çatışmanın merkezine yerleşebilir.
Siz, diktatörlüğün düşmesine rağmen, yeni rejimin Esad’la aynı baskı ve mezhep çatışması yöntemlerini kullandığını söylediniz. O halde Esad’ın düşmesinden sonra yönetimin doğasında gerçekten ne değişti?
Suriye’de şu anda iktidarda olan grubun yükselişi, siyasi seçkinler arasında bu grubun ne olduğu, nasıl tanımlanması ve onunla nasıl ilişki kurulması gerektiği konusunda büyük bir çalkantı yarattı. Kimileri bunu yalnızca bölgesel bir anlaşmanın aracı olarak gördü, kimileri 2011 halk devriminin bir zaferi olarak yorumladı, bazıları da Sünni mezhebin Nusayrilere karşı kazandığı bir zafer olarak değerlendirdi. Bazı kesimler ise bu gruba bir şans verilmesi ve niyetlerinin test edilmesi gerektiğini savundu. Tüm bunlar, siyaseten ölçüsüzlük anlamına geliyordu.
Bu soruya cevap verebilmek için Suriye devriminin seyrini ve sonuçlarını hatırlamak gerekir. Suriye devrimi, 2011’in sonlarında ve 2012’nin başlarında, Esad rejiminin isyancı mahalle ve kasabalarda sivillere yönelik uyguladığı vahşet karşısında, barışçıl olmaktan silahlı mücadeleye evrildi. Bu süreçte, binlerce asker ve subay, Esad ordusundan ayrılarak halkı korumak üzere Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında birleşti. Bu ordu yerel silahlı gruplardan, sivillerden ve askeri firarilerden oluşuyor, Esad rejiminin ordusuna karşı halkı savunuyordu. Silahlı mücadeleye geçişle birlikte, Esad rejimi çevre bölgelerdeki birçok alan üzerindeki kontrolünü kaybetti. Ancak aynı zamanda, özellikle Türkiye’nin teşviki ve Körfez ülkelerinin finansmanıyla, çok sayıda İslamcı cihatçı grubun ortaya çıkmasının ve on binlerce yabancı cihatçının Suriye’ye gelmesinin yolu açıldı. Bu da Selefi bir İslam devleti kurma fikrinin doğmasına neden oldu.
Eski rejime karşı olan güçler sahnesinde yaşanan bu dönüşüm, İslamcı grupların ÖSO’yu ezmesiyle trajik bir doruğa ulaştı. ÖSO’nun yok edilmesi ve halk hareketinin kalıntılarının da tasfiye edilmesiyle, 2013 sonu ve 2014 başında Suriye devrimi çöktü. Aynı dönemde IŞİD, Irak ve Suriye’nin büyük bir bölümünü ele geçirdi. Böylece devrim yenildi ve iç savaşa, emperyalist müdahalelere ve çok sayıda silahlı İslamcı grubun Esad rejimi ve onun müttefiklerine -İranlı milisler ile Hizbullah- karşı savaştığı bir çatışmaya dönüştü. Öte yandan, bu İslamcı grupların kendi aralarında da kaynaklar ve kontrol için yıkıcı bir savaş yaşandı. Üçüncü olarak ise, ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail gibi ülkeler askeri müdahalelerde bulunarak Suriye’nin belirli kısımlarını kendi çıkarları doğrultusunda paylaştılar.
Şu anda iktidarda olan grup, adını ve kökenini Irak’taki İslam Devleti’nden (IŞİD) alan Heyet Tahrir el-Şam’dır (HTŞ). IŞİD, 2012’de Suriye’de silahlı bir fraksiyon olan El-Nusra Cephesi’ni kurdu. El-Nusra’nın askeri başarıları üzerine, IŞİD 2013’te iki grubun “Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)” adı altında birleştiğini ilan etti. Ancak yerel cihat projesine daha yakın duran El-Nusra, IŞİD’den ayrıldığını açıkladı ve El Kaide’ye biat etti. Zamanla, El-Nusra içinde yaşanan değişimler, diğer İslamcı gruplara karşı kazandığı zaferler ve bu gruplardan bazılarını kendi bünyesine katmasının ardından El-Nusra, HTŞ adını aldı. Suriye’de yerelleşmeyi ve kabul edilebilirliği artırmak adına HTŞ, 2016’da El Kaide’den de koptuğunu ilan etti. HTŞ, savaşçılarının görece disiplini ve liderlerinin Suriye’yi cihad için özel bir alan olarak görmesiyle bilinir. Aşırı pragmatizmi, etkisini pekiştirme arzusunu ve Selefi ideolojik referansları pahasına güce duyduğu ilgiyi yansıtır.
HTŞ ve müttefik İslamcı gruplar, 8 Aralık’ta, Esad rejimi ordusunun ve kurumlarının kendi kendini feshetmesinin ardından yaklaşık 50.000 savaşçıyla birlikte Şam’a girdi. “Saldırganlığın Caydırılması Operasyonu” adı verilen bu operasyon 11 günü aşmadı. Operasyon, açık bir şekilde Türkiye ve Katar desteğiyle ve bölgesel bir uzlaşmayla gerçekleşti; ciddi bir çatışma yaşanmadı.
Esad diktatörlüğünün düşmesi Suriye halkında büyük bir sevinç ve daha iyi bir geleceğe dair umut yarattı. Halk sokaklara döküldü, ifade özgürlüğünü ve kamusal meseleler üzerine özgürce gösteri yapma hakkını yeniden kazandı. Siyasal ve entelektüel hayat canlandı; birçok konferans, demokratik ittifak, kulüp ve dernek kuruldu, bağımsız meslek ve işçi sendikaları kurma girişimleri başlatıldı. Ancak bu özgürlük havası uzun sürmedi. Siyasal ve toplumsal hayatı canlandıran bu özgürlük ortamı ağır sarsıntılar yaşadı ve hâlâ yaşamaktadır. HTŞ liderliğindeki Operasyon Komutanlığı Şam’a girer girmez, komutanları Ahmed Şaraa’yı Suriye Cumhurbaşkanı ilan etti ve HTŞ liderlerinden oluşan geçici bir hükümet kurdu; bu, daha önce İdlib bölgesini yöneten “Kurtuluş Hükümeti”ydi.
Yeni yönetim Şam’da iktidara gelir gelmez, devrimin sona erdiğini ve artık devletin yeniden inşası zamanının geldiğini ilan etti. Serbest piyasa ekonomisini ve kamu sektörünün özelleştirilmesini benimsediğini duyurdu; yaklaşık 400.000 kamu çalışanını görevden aldı.
Bununla da kalınmadı. Mezhep temelli adam kaçırma ve cinayetler arttı, ancak yetkililer bunların münferit olaylar olduğunu iddia etti. Bu olaylara ve politikalara karşı çıkanlara yeni yönetimin cevabı şu oldu: “Kurtaran karar verir.” Ayrıca eski rejimin hiçbir suçlu yetkilisi tutuklanmadı. Eski rejimin tüm liderleri ortadan kayboldu ve suçlarının cezasız kalması sağlandı. Hatta bazıları yeni rejime entegre edilerek görevlerine devam etti.
Yeni hükümetin iktidarı tekelci bir şekilde sahiplenme yönündeki açık eğilimine rağmen, halkın büyük fedakârlıklarla kazandığı özgürlükler tamamen ortadan kalkmadı. Ancak Mart başından itibaren özgürlüklerin alanı ciddi şekilde daraldı. En çarpıcı gelişme, sahil kesiminde Alevi sivillere karşı işlenen katliamlar oldu; bu, Suriye halkı arasında korku ve panik yarattı. Hükümete bağlı grupların işlediği ve kaydedilen bu vahşet görüntüleri, Suriyelileri dehşete düşürdü, büyük bir korku atmosferi yarattı ve bu hükümetin düşman olarak gördüklerine ne ölçüde vahşet uygulayabileceğini ortaya koydu.
Rejim bu suçlarını meşrulaştırmak adına camilerde, sokaklarda ve medyada Alevi ve Dürzilerin imhasını savunan korkunç bir mezhepsel kışkırtma kampanyası başlattı. Trans bireyler açık şekilde baskıya ve aşağılamaya maruz kaldı; kadın haklarına yönelik geniş kapsamlı saldırılar da hız kazandı. Nisan ayında, güneydeki Süveyda’da ve Şam çevresindeki Ceremana ve Sahnaya’da yaşayan Dürzi sivillere yönelik askeri operasyonlar başlatıldı.
İsrail’in süregiden saldırıları ve Suriye topraklarındaki genişlemeleri karşısında ise yeni yönetimin tepkisi ya tam bir sessizlik ya da cılız açıklamalarla sınırlı kaldı.
Tüm bunlara ek olarak, yeni yönetim sendika liderlerini kendi yandaşları arasından atadı. “Siyasi İdare” adı verilen ve yetki sınırları belirsiz bir yapı kurduğunu ilan etti. Bu yapı, muhtemelen yönetimle bağlantılı bir siyasi parti inşa etme çabasıdır. Öte yandan, yönetimin politikalarına karşı çıkanlar, “eski rejimin kalıntısı” olmakla itham edilir hale geldi.
Suriye deneyimi, şu modele uymaktadır: Yenilmiş bir halk devrimi bağlamında, yapıları ve temelleri parçalanmış bir süreçte, ideolojik olarak muhafazakâr küçük burjuva bir elit, “insan tozu” olarak adlandırılabilecek dağınık bir kitleye yaslanarak iktidara gelmiştir. Küresel kapitalizme entegre olma çağrıları yaparken, devrimin hafızasını da gasp etmişlerdir. Oysa bu elitler, gerçek devrimci güçlere karşı savaşan ve halk devriminin yenilgisine katkıda bulunan çevrelerin bir parçasıydı. Bu tür elitler, devrimci sürecin inişli çıkışlı doğasında iktidarı tekelleştirmek için ellerinden geleni yaparlar.
Bu nedenle, mevcut iktidarın doğasını, sistemini ve işleyiş mekanizmalarını daha net tanımlamamız gerekir ki buna uygun uygulamalar ve politikalar inşa edebilelim.
Bu bağlamda, Suriye devrimi deneyimi ve diğer devrimlerin ve halkların deneyimlerinden yola çıkarak, bana göre Suriye’deki yeni rejimin doğasının en iyi tanımı Termidordur—bir “Termidorcu sistem”. Şu anda bu konuyu ele alan bir araştırma üzerinde çalışıyorum.
Rejimin serbest piyasa ekonomisini uygulamaya koymak ve kamu sektörünü özelleştirmek istediğini belirttiniz. Bu eğilimin Suriye’deki yoksul ve emekçi sınıflar üzerindeki yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle, bu tür politikalar hâlâ Termidorcu sisteme karşı temkinli duran büyük burjuvazinin bazı kesimlerini canlandıracaktır. Ancak gerçekte, yakın gelecekte artan iş gücü ihtiyacına rağmen, işsizliğin boyutu ve genişleyen emek piyasası, burjuvaziyi en düşük ücretlerle en yüksek kârı elde etmeye yöneltecektir. Öte yandan, Termidorcu rejim, Suriye pazarını Türkiye’ye açtı ve Türk malları piyasayı istila etti. On yıllar sonra ilk kez Suriyeliler, Suriye’de istedikleri her şeyi satın alabiliyor. Ancak Suriyelilerin büyük çoğunluğunun alım gücü neredeyse yok. Dahası, bu durum yerel ürünler ve zanaatkârlar pahasına gerçekleşiyor ve Suriyelilerin geniş kesimlerinin yaşam koşullarını daha da kötüleştiriyor. Kanaatimce, ufukta büyük toplumsal ve siyasal mücadeleler belirmiş durumda ve bu mücadelelerde işçi sınıfı, genel olarak emekçiler ve dışlanmış kesimler büyük bir rol oynayacak.
Yeni rejimin İbrahim Anlaşmaları üzerinden Siyonist işgalle tam normalleşmeye yöneldiğini düşünüyor musunuz? Bu konuda Suriyeli bir solcu olarak tutumunuz nedir?
Mevcut zayıflığıyla hüküm süren Termidorcu rejim, Suriye halkının taleplerinden ziyade bölgesel ve emperyalist taleplere daha açık olduğunu açıkça göstermiştir. Ulusal zenginlik üzerinde Rusya, Amerika, Fransa ve Türkiye’ye tavizler verdikten sonra, iktidara geldiği andan itibaren İsrail’in yayılmacılığıyla yüzleşme niyeti taşımadığını ve barış arayışında olduğunu net biçimde ortaya koymuştur. Filistinli liderleri tutuklaması ve sınır dışı etmesi de bu eğilimin bir teyididir.
Amerika’ya, yalnızca Şam merkezinde bir Trump Kulesi inşa etme sözü vermekle kalmadı; İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi hedefleyen bir diyalog süreci başlatma vaadinde de bulundu. Bu sürecin tek şartı olarak da 1974 Ateşkes Anlaşması’ndaki statükoya geri dönülmesini öne sürdü. Ancak İsrail’in Şam’ın 60 km güneyine kadar olan bölgeyi askerden arındırılmış bir güvenlik bölgesi haline getirme niyeti konusundaki tavrının ayrıntılarına girmedi. Termidorcu rejimin, iktidarda kalmak uğruna emperyalist ülkelere her türlü tavizi vermeye istekli oluşu çarpıcıdır. Ancak Suriye halkının genel hissiyatı, ulusal meselelerdeki bu tür tavizleri kabul etmeyecektir. Dahası, rejimin şu anda dayandığı tabanı ve çeşitli İslamcı cihatçı grupların bir kısmı, İsrail’e verilen bu tavizler de dahil olmak üzere birçok nedenle rejime sırt çevirebilir.
Suriye soluna gelince; Filistin davası ve işgal altındaki Suriye topraklarının, özellikle de Golan Tepeleri’nin geri alınması hâlâ temel bir görevdir. Sol, Gazze’ye ve Filistin halkına destek amacıyla, ayrıca Suriye’ye yönelik İsrail saldırganlığına karşı durmak için Şam ve diğer şehirlerde birçok etkinlik ve gösteri düzenlemiştir.
Mevcut baskı ve korku ortamında, mevcut rejimin politikalarına karşı yeni bir halk direnişinin olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Emek veya toplumsal hareketlerin öne çıkmaya başladığına dair işaretler var mı?
Hâlâ hüküm süren Termidorcu rejime karşı güçlü bir halk direnişinden söz etmek için erken. Uzun bir baskı ve sefalet döneminden sonra, insanlar adeta nefesleniyor ve siyasi yaşam yeniden canlanıyor. Parti, sendika, dernek ve ittifakların oluşumuna; gösteri, grev ve oturma eylemlerinin düzenlenmesine tanıklık ediyoruz.
Ancak bu konuda hem siyasi hem de sendikal düzlemde ciddi işaretler mevcut. Geniş çaplı bir demokratik siyasi faaliyet yürütülüyor: siyasi partilerin, grupların, derneklerin ve forumların kurulması gibi. Bağımsız işçi sendikaları da oluşturuluyor; bunların en yenisi, birkaç gün önce duyurulan öğrenci hareketi.
Direnme kapasitesi aynı zamanda solun; siyasal, toplumsal ve demokratik mücadeleleri, etnik ve dini azınlıkların haklarıyla ne ölçüde birleştirebildiğine ve bunlar etrafında geniş kesimleri birleşik cepheler aracılığıyla harekete geçirip geçiremediğine bağlıdır. Süveyda bölgesinin ve oradaki demokratik faaliyetlerin, tıpkı kuzeydoğu Suriye’deki özerk yönetim gibi, Şam’daki otoritenin doğrudan denetimi dışında kaldığını da hesaba katmak gerekir. Bu gerçeklikler ve güçler temel alınarak ve ortak eylemin çeşitli biçimleri yaratılarak, Termidorcu rejimin politikalarına karşı etkili bir halk direnişi inşa edilebilir.
Beş on yıllık Esad hanedanı diktatörlüğünün sona erdiği kanlı bir dönemi geride bıraktık ve hem umutlarla hem de zorluklarla dolu yeni bir evreye girdik. Esad’ın devrilmesiyle birlikte “ebedi irade” son buldu. Artık yalnızca halkın iradesi kalıcı olacaktır.
Çeviri: Onur Devrim