LGBTİ+ direnişi, yalnızca cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelim üzerinden bir var olma mücadelesi değil, aynı zamanda özgürlük ve eşitlik mücadelesidir de. Maruz kaldıkları dışlanma, yok sayılma, baskı ve şiddet sarmalına karşı verdikleri mücadele, hayatlarının her alanında –evde, kamusal alanlarda, okulda, işte— verdikleri bir özgürleşme ve eşitlenme mücadelesidir.
İnsanlık tarihi boyunca var olan LGBTİ+ların mücadelesinin dönüm noktalarından bir tanesi, 1969 yılında New York, ABD’deki Stonewall Ayaklanmasıydı. Sistematik bir şekilde maruz kaldıkları polis şiddeti ve dolayısıyla devlet baskısına karşı, o gün birlikte bir direniş başlatarak mücadele edenler, sonrasında atılacak bütün eşitlik haykırışlarına ve başkaldırışlara bir kapı aralamışlardır.
Stonewall Ayaklanması örgütlü bir mücadelenin de zeminini hazırlamıştı. Geliştirdikleri örgütlü mücadele ile LGBTİ+lar, hak taleplerini daha güçlü bir şekilde, dünya genelinde haykırmaya başladılar.
Bu haykırış, salt lubunya kimlikleri üzerinden bir hak talebi etrafında şekillenmedi. Maruz kaldıkları ayrımcılıkların çok katmanlı olması sebebiyle, örgütlü mücadeleleri, karşılaştıkları LGBTİ+ fobi ile birlikte aynı zamanda patriyarkaya, ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı da ses yükselten, işçi mücadelesinin yanında yer alan birleşik bir mücadele olarak konumlandı. Dolayısıyla hem geçmişte hem de bugün pek çok alanda ses çıkarıyorlar. Çünkü, örneğin Suriyeli bir lezbiyen, aynı zamanda ırkçılığa, kadın düşmanlığına ve LGBTİ+ nefretine maruz kalacağını ve kurtuluşun bunlarla toplu olarak mücadele etmekte olduğunu biliyor.
Transları dışlayan bir feminizmin düşünülemeyeceği gibi, LGBTİ+ mücadelesini dışlayan ya da görmezden gelen bir sol mücadele de düşünülemez.
LGBTİ+ haklarının güvence altına alındığı yerde onurlu bir yaşamın yanı sıra, kişinin kendi bedeni üzerinde söz sahibi olabildiği, oto-sansürün ortadan kalktığı, ifade özgürlüğünün genişlediği bir toplum da inşa edilmiş olur. Farklıların bir arada yaşadığı, çeşitliliğin kabul gördüğü ve ifadesinin teşvik edildiği daha adil ve özgür bir dünyaya imkân kılar ve neticede tüm seslerin eşit bir şekilde yükselebildiği daha demokratik, kapsayıcı ve eşitlikçi bir yaşam zemini de inşa edilmiş olur.
Her mücadelenin olması gerektiği gibi, kuirlerin mücadelesi de, kapsayıcılığı sebebiyle aslında herkesin özgürlüğü için verilen bir mücadele alanıdır. Ve bu mücadele hepimizin mücadelesidir.
Özgürlük mücadelesi ve sosyalizm
LGBTİ+ özgürlük mücadelesi, herkesin kendisini tam anlamıyla gerçekleştirebildiği adil bir yaşam biçimini hedefler.
Ancak içerisinde yaşadığımız bugünün dünyasına bu açıdan baktığımızda kendimizi var edebilmemizin güçlüğünün çeşitli ekonomik ve sınıfsal nedenlerinin yanı sıra, dayatılan “makul” ilişkilenme biçimleri, toplumsal cinsiyet kalıpları ya da dayatılan ikili cinsiyet tanımları da bu kendini var edebilme halinin önünde bir engel oluşturur. Kapitalizmin oluşturduğu sınırlar, üretim ve tüketim ilişkilerinin beraber ilerlemeye devam etmesini gerektirir. Üretimin devamının garantisi olan işçi sınıfının devamlılığını sağlayabilmek için de aile yapısını korumak ve doğum oranlarının düşmesini engellemek ister. Bu agresif sistem, kârını önceliklendirdiği için, eşitsizlikleri yeniden üretmekte hiçbir beis görmez. LGBTİ+lar açısından baktığımızda sistematik ayrımcılığa, şiddete ve yoksulluğa maruz bırakılmaları ve varoluşları önünde oluşturulan engeller kapitalist sistemin lehine sonuç verecek stratejik adımlardır.
İşte tam da bu sebeple, mevcut baskı ve sömürüye karşı güçlü ve kolektif bir birleşik mücadele gerekir. Çünkü bireysel olarak elde edilmiş bir özgürlük, gerçek anlamda bir özgürlük değildir. Gerçek özgürlük, her an tekrar yeniden kaybetme tehdidinin ortadan kaldırıldığı toplumsal bir dönüşümde mümkündür. Bu da antikapitalist bir mücadeleyi gerekli kılar.
Sınıf mücadelesinin kendisi, mücadeleyi sekteye uğratmak amacıyla üretilmiş olan her türlü bölünmenin ve ayrımcılığın önüne geçmeyi amaçlayarak mücadele eder. LGBTİ+ mücadelesi, kendimizi var edebilmemizin önünde engel olabilecek her türlü ayrımcılığın üstüne basan bir mücadeleyi benimser. Dolayısıyla sosyalistlerin mücadelesi ile LGBTİ+ların mücadelesi birbiriyle çelişmez, birbirine ayak bağı olmaz; aksine birbirini güçlendirir.
Gerçek bir özgürlük, yalnızca tüm sömürü ve baskı biçimlerinin ortadan kalktığı, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyada mümkün olabilir.
Dila Ak