Nükleer silahlara sahip iki devlet, Hindistan ve Pakistan, bölünmüş Keşmir bölgesi yüzünden savaşın eşiğinde. Himalaya dağlarının yüksek kesimlerinde yer alan Keşmir, yaklaşık 15 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Bu bölgedeki savaş tehdidi, Britanya İmparatorluğu’nun ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Hindistan’ın bölünmesinin acı bir mirasıdır.
“Britanya Rajı” olarak bilinen sömürge yönetimi, Hindistan üzerindeki kontrolünü sürdürmek için “böl ve yönet” taktiğini kullandı. Hindistan’ın varlıklı sınıflarının bazı kesimlerini yönetime entegre etmeye çalıştı ve Müslümanlar, Hindular ve Sihler arasında mezhepsel ayrımları körükledi. 20. yüzyılda bağımsızlık talepleri arttıkça, Britanya direnişi zayıflatmak için bu “böl ve yönet” stratejisini daha da yoğunlaştırdı. Mezhepsel bölünmeler bağımsızlık hareketine de sirayet etti.
Hindistan’daki başlıca milliyetçi güç, Jawaharlal Nehru liderliğindeki Hindistan Ulusal Kongresi idi. Kongre görünüşte laik ve liberal bir hareketti, ancak sıklıkla Hindu söylemlerine başvuruyordu. Hem sınıfsal hem de dinsel nedenlerle yoksul Müslümanlara hitap etmeyi başaramadı. Kongre siyasetçileri, birleşik bir Hindistan kurmak yerine, Müslüman nüfusun çoğunluğundan kurtulmanın kendileri için daha faydalı olacağına inandılar.
Britanya İmparatorluğu 1947’de Hindistan’dan çekilmek zorunda kaldı, ancak ülkeyi Hindu çoğunluklu Hindistan ve Müslüman çoğunluklu Pakistan olarak böldü. Milyonlarca insan, kendilerini sınırın “yanlış” tarafında buldukları ya da azınlık oldukları yerde zulme uğradıkları için göç etmek zorunda kaldı. Takip eden toplumsal şiddet olaylarında yüz binlerce kişi öldü. Bu katliam tamamen önlenebilirdi. Yaşananlar kısmen, Müslümanlar ve Hinduların ayrı devletlere sahip olması gerektiğinde ısrar eden Müslüman Birliği Partisi tarafından körüklendi. Ancak birçok Kongre lideri de bölünmeyi kabul etti. Alternatifin, mezhepsel ayrımları aşabilecek, kitlesel ve kendi kontrolleri dışında bir Britanya karşıtı halk hareketi olmasından korktular.
Britanya İmparatorluğu döneminde Keşmir, nüfusunun çoğunluğu Müslüman köylülerden oluşmasına rağmen bir Hindu prens tarafından yönetiliyordu. Bağımsızlık zamanı geldiğinde Keşmirlilerin çoğu Pakistan’a katılmak istemedi. Keşmir’deki bağımsızlık hareketinin lideri Şeyh Abdullah, laik bir sosyalistti. Toprak sahiplerinin egemenliğinde bir Pakistan devletini reddetti; çünkü bunun reformların önünde bir engel oluşturacağını düşünüyordu. Ancak birçok kişi de Keşmir’in çoğunluğu Hindu olan Hindistan’a katılmasından şüphe duyuyordu. Keşmir’in o dönemdeki hükümdarı Prens Hari Singh ne yapacağına karar veremedi. Sonunda karar onun adına verildi.
Bölünmeden sonraki aylarda, Pakistan destekli gerillalar Keşmir’e saldırdı. Bunun üzerine Singh, Hindistan askerlerinin müdahalesini sağlamak için Hindistan’a katılmayı kabul etti. Seçilmemiş bir hükümdar ve Britanya devletiyle ittifak halindeki elitler tarafından alınan bu kararda sıradan Keşmirlilerin hiçbir söz hakkı olmadı. Ancak Hindistan Anayasası’nın 370. maddesi aracılığıyla Keşmir’e “özel statü” verildi. Nehru, Keşmirlilere geleceklerini belirleyecek bir referandum sözü verdi. Bu referandum hiçbir zaman gerçekleşmedi.
1949’da Birleşmiş Milletler, bugün “kontrol hattı” olarak bilinen sınırı oluşturan bir ateşkes sağladı. Nüfusun çoğunluğu Hindistan tarafında kaldı. Günümüzde Keşmir üç güç arasında bölünmüş durumda; esas olarak Hindistan ve Pakistan arasında. Çin’in kontrolünde olan iki küçük bölge de var. Bölünmeyi takip eden on yıllarda birçok Keşmirli, seçim siyaseti üzerinden mücadele etme stratejisini benimsedi.
1951’de Abdullah’ın Ulusal Konferans Partisi büyük bir seçim zaferi elde ederek Pakistan yanlısı adayları tamamen saf dışı bıraktı. Abdullah, toprak sahiplerinin ayrıcalıklarını ortadan kaldıran ve köylülerin yararına olan reformlar uyguladı. Ancak Abdullah ve destekçileri sert baskılarla karşı karşıya kaldı. Hindistan hükümeti onu 1953’te hapse attı. Bu tutuklama, Hindistan askerlerinin göstericilere ateş açarak 1.000 kişiyi öldürdüğü 20 günlük bir genel grevle karşılandı. Abdullah, onlarca yıl boyunca halk arasında büyük bir popülariteye sahip oldu.
Keşmirliler Hindistan’ın baskısına karşı öfkeliydi ama Pakistan’a katılmak da istemiyorlardı. Pakistan bu gerçeği 1965’te, bir isyan başlatma umuduyla savaş çıkardığında anladı.
Ancak Abdullah’ın stratejisinin de sınırları vardı. 1970’lerin sonlarına doğru Hindistan devletiyle barış yapmaya hazır hale geldi. Bu dönemde sıradan Keşmirliler arasında hükümetin yolsuzluğu ve işsizlik nedeniyle artan bir hayal kırıklığı vardı. Aynı zamanda, Hindistan devletinin Keşmir’e verilen özel statüyü aşındırması ve tekrar tekrar olağanüstü hâl ilan etmesi de tepkileri körüklüyordu. 1989’a gelindiğinde, Hindistan’ın baskılarına karşı ve Keşmir’in yeniden birleşmesi için büyük bir hareket doğdu. Hint ordusunun başkent Srinagar’da protestocuları öldürmesinin ardından bir milyon kişi sokaklara döküldü. Yeni bir kuşak Keşmirli, Hindistan güçlerine karşı silahlı mücadeleye başladı.
Pakistan bir kez daha kendi çıkarları doğrultusunda müdahale fırsatı gördü ve bu sefer nispeten daha başarılı oldu. Gerillaların çoğu bağımsız bir Keşmir için savaşıyordu. Ancak Pakistan bazı İslamcı grupları da silahlandırdı. Hindistan ise isyanla mücadele kapsamında vahşi bir saldırı başlattı ve her Keşmirliyi potansiyel bir savaşçı olarak gördü. İşkence, tecavüz, kitlesel tutuklamalar ve hileli seçimler bu dönemde sıkça başvurulan yöntemlerdi. 1990’lar boyunca Hindistan yaklaşık 70.000 kişiyi öldürdü. Hintli araştırmacı Angana Chatterji bu dehşeti, askerlerin bir annenin gözleri önünde kızına tecavüz ettikten sonra, “izleyemem” diyen anneyi kafasından vurarak öldürdüğü bir olayla anlatıyor.
Keşmir, dünyanın en militarize bölgelerinden biridir. Yüz binlerce Hint askeri ve güvenlik görevlisi bölgede kalıcı olarak bulunuyor. Hindistan’ın katliam politikaları, savaşçı grupları Pakistan’a daha fazla yöneltti. Silahlı gruplar giderek daha fazla İslamcı bir siyaset benimsedi; bu da laik muhalif güçleri ve bölgedeki Hindu ile Budist azınlıkları yabancılaştırdı. Hindistan, aşırı sağcı BJP partisinin lideri Narendra Modi döneminde daha da otoriter hale geldi. 2019 yılında Modi, anayasanın 370. maddesini askıya alarak Keşmirlilerin özgürlüklerine yönelik yeni bir baskı dalgası başlattı. Bu, internet erişiminin kesilmesine ve siyasetçiler ile gazetecilerin tutuklanmasına yol açtı.
Yükselen emperyal rekabet, durumu her zamankinden daha tehlikeli hale getiriyor. ABD, Hindistan’ı Çin’in etkisine karşı bir denge unsuru ve yakın bir müttefik olarak görüyor. Buna karşılık Çin, Pakistan ile bağlantılar kurdu ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru projeleri kapsamında limanlara ve altyapıya on milyarlarca dolar yatırım yaptı. Küresel düzeyde emperyalist rekabetin tırmanması, Keşmir için savaş ihtimalini artırıyor.
Devrimci sosyalistler, ulusal kurtuluş mücadelelerini koşulsuz olarak destekler. Ancak Keşmirliler için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair süren tartışmalarda tarafsız değiliz. Reformlar yapacak liderler seçme stratejisi sık kullanılan bir yöntem. Ancak bu stratejinin her zaman bir sınırı vardır: halk adına değişimi getirecek liderlere güvenmek. Diğerleri ise silahlı mücadeleye yöneldi. Hindistan devletine karşı silahlarıyla direnenler son derece cesur. Ancak birkaç milyonluk bir halkın bir süper güce karşı askeri zafer elde etmesi ihtimali elbette çok düşük.
Keşmir için gerçek bir çözüm, Britanya sömürgeciliğinin kanlı mirası ve onun yerleştirdiği mezhepçiliği hesaba katmak zorundadır. İslamofobi ve Hindu şovenizmi, BJP’nin (Hindistan Halk Partisi) siyasal projesinin merkezinde yer alıyor. Modi, 2002 yılında Gujarat’taki Müslüman karşıtı pogromların sorumlusudur. Başbakan olduktan sonra da Müslümanlara yönelik nefreti daha da körüklemiştir. Geçtiğimiz ay Pahalgam’daki turistlere yönelik saldırılardan sonra, Hindistan medyası şiddet yanlısı İslamcıların hedef aldığına dair sansasyonel hikâyelerle kamuoyunu yönlendirmektedir. Hindistanlı siyasetçiler intikam ve kan çağrıları yapmaktadır.
Pakistan devleti de bölünmeyi körüklemeye çalışmaktadır. Ordu komutanı Asim Munir, Müslümanlar ile Hinduların birlikte yaşayamayacağını, Hinduların her zaman düşman olduklarını söylemiştir. Ancak solcu gazeteci Tarık Ali’nin de belirttiği gibi, bu görüş tarihsel olarak yanlıştır; bu iki topluluk, Hindistan’ın bölünmesinden önceki 12 yüzyıl boyunca bir arada yaşamıştır.
Keşmirliler kendi geleceklerini kendileri belirlemelidir. Keşmir için tek çözüm, halkın kendi kaderini tayin etme hakkıdır, yani tüm nüfusun kendi geleceğini özgürce belirleyebilmesi. Bu hak, Hindistan veya Pakistan devletlerinin ya da diğer emperyal güçlerin müdahalesinden arındırılmış olmalıdır. Ne Hindistan’ın ne de Pakistan’ın yöneticileri gerçek bir çözüm sunmaktadır. Bunun yerine, her iki ülkede de işçilerin ve yoksulların kendi yöneticilerine ve ulusal baskıya karşı birleşik mücadeleleri, Keşmir için bir umut kaynağı olabilir.
Camilla Royle
(Çeviri: Onur Devrim)