—
Marx’ın yöntemi tarihsel maddecilik
Başlangıç noktası, kapitalizmin dinamiklerini anlamaya çalışmak için yüzeyin altına bakmaktı. Kapitalizmin sadece nasıl göründüğünü tarif etmek yeterli değildir: İşlerin nasıl göründüğü ile asıl gerçeklik arasında genellikle büyük bir karşıtlık vardır.
Marx bir materyalistti. Tarihin fikirler tarafından yönlendirildiğini düşünen bazı filozofların aksine o, işe maddi gerçeklikle başlamak gerektiği konusunda çok netti: İnsanlar ve fikirleri, içinde bulundukları yaşam koşulları tarafından şekillendirilir.
Bu nedenle, herhangi bir toplumu anlamak için, o toplumda insanların hayatta kalabilmelerini sağlayacak şeylerin nasıl üretildiğine bakmamız gerekir. En temel düzeyde insanlar başka bir şey yapmadan önce yiyecek, barınak ve giysiye ihtiyaç duyar. Temel ihtiyaçlarımızı karşılayana kadar müzik ya da sanat yaratamayız, bilimsel bilgi geliştiremeyiz, boş zamanlarımızı değerlendiremeyiz. Dolayısıyla, bir toplumun bu şeyleri üretmek ya da yapmak için nasıl örgütlendiğine bakmamız şarttır.
—
Kapitalistlerin servetinin kaynağı
Kâr, kapitalizmin merkezinde yer alır. Buna rağmen çoğu ekonomist kâr kavramını sorgulamaz. Genellikle kapitalist için bir ödül ya da zeki, yenilikçi ve hatta sadece yatırım yaptığı için meşru bir getiri olarak anlatılır.
Buna karşılık Marx, tüm kârların işçilerden geldiği konusunda net bir tablo sunmuştu.
Bunu anlamak için emek-değer teorisi adını verdiği bir teori geliştirdi. Teorinin merkezinde işçilerin değer yarattığı fikri bulunur. İşçilerin çalışırken yarattıkları gerçek değer miktarı, ücretleriyle geri aldıklarından çok daha fazladır. Aldıkları ücret ile işteyken yarattıkları değer arasındaki bu fark kârın asıl kaynağıdır ve Marx buna “artı değer” adını vermiştir.
—
Neden işçi sınıfı?
İşçilerin kolektif olarak hareket ettiklerinde sahip oldukları güç, özel ve benzersizdir. Tüm zenginliği yaratırlar ve ortak sömürüyü yaşadıkları işyerlerinde bir arada bulunurlar. Bu da onların kapitalizm içinde yalnızca değişimler kazanmak için değil, kendi kolektif mücadeleleri yoluyla toplumu altüst etmek ve tamamen dönüştürmek için de potansiyel güce sahip oldukları anlamına gelir.
Bu nedenle, öz-kurtuluş fikri, Marksizmin tam kalbinde yer alır. Ve bundan başka bir şey daha doğar: Devrim ihtiyacı.
Marx, devrim derken küçük bir azınlığın darbe ya da eylemini kastetmiyordu. Devrimi kitlesel bir olay olarak anlıyordu: Aylar, hatta belki de yıllar boyunca gerçekleşecek, toplumu tamamen dönüştürmenin bir parçası olacak, milyonlarca insanı içine çekecek bir süreç…
Volkan Akyıldırım
(Sosyalist İşçi)