Dirim’in konuşmasında öne çıkan yerler şöyleydi:
“Pogrom Rusça kökenli bir kelimedir, kalabalıkların dinsel, ırksal ya da ulusal bir azınlığın mallarına ve canlarına, resmi makamların açık ya da örtülü onayıyla saldırması demektir. 20. yüzyılın başında Rusya’da daha çok Yahudilere yönelik saldırılar kastedilir bununla, Troçki’nin de bir pogroma şahitlik ettiği çalışmalarının birinde karşımıza çıkar.
Türkiye’de ise pogrom denilen duruma 1934 Trakya ve 1955 6-7 Eylül denk düşer. Türkiye’de yaşanan bu katliamlar, Avrupa’da 30’lardan itibaren esen faşizm rüzgarlarının bir yansımasıdır da.
Temeli nedir peki bunun? 6-7 Eylül’ün kökenlerini İttihat ve Terakki aklında görmek mümkün: Türk-Müslüman-Sünni formuna uymayan bütün kimlikleri tasfiye etmek, onların ellerindeki sermayeyi de yerli ve millileştirmektir temel amaçları. 6-7 Eylül, İstanbul’da yaşayan başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik kitlesel şiddet, tahrip ve yağma hareketidir. İşte bilindik, “Atamızın evi bombalandı” yalan manşeti, kitlelerin harekete geçmesinin nedeni olmuştur, Kıbrıs’ta yaşananlar da bir diğer bahanedir.
2 günün sonunda ortaya çıkan durum fecidir: Ölümler, yaralılar, tecavüzler, talanlar… ve sonunda sıkı yönetim ilan edilir. Dönemin iktidarı da yine komünistleri suçlamış, yargılanan sosyalistler olmuş, sonunda beraat etmişlerdir.
Gerçek düşmanı gizlemek için hep ötekilere saldırmak alışkanlık olmuştur. Bu, bugün de çok farklı değildir. Sorunların kaynağının yapısal bir şey olmaktan çok, ötekiler kaynaklı olduğunu düşünmek, insanların kendilerini ezen devlet politikalarını görmesini engeller durumdadır.
Bu tarz bakışları bir kenara bırakarak, ırkçılığın ve milliyetçiliğin artmasının her zaman temel nedeni olan savaş ikliminden çıkmak için bir şeyler yapmak bugün de en temel görevdir.”