İki sene önce bugün O.K isimli asker, MİT’e ulaşarak askeri bir hareketlilik olacağını ihbar etti. MİT ve Genelkurmay arasındaki temaslar başladı, MİT başkanını Genelkurmay binasında gören darbeciler, darbenin başlangıç saatini öne aldılar. Akşam saatlerinde İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nde tankların yolu yavaş yavaş kestiği duyuldu. Milyonlarca insan güzide ordunun ciddi bir terör saldırısına karşı koruma amaçlı harekete geçtiğini düşünürken, kısa sürede görülmemiş bir darbe girişimine maruz kaldığımız açığa çıktı.
Darbe girişiminin öne çekilmesinden kaynaklanan “aksaklıklar” darbecilerin telaşının yarattığı dağınıklığa değil darbe girişiminin tiyatro olduğuna yorulacaktı. Türkiye’de her nedense ordunun darbe yaptığına ya da ordu içinde darbeci odakların olduğuna birilerini ikna etmek hemen hemen imkansızdır! 15 Temmuz darbesi ise daha gerçekleşirken aklanan ilk darbe olarak tarihe geçti. “Böyle darbe olamazdı”, “Köprünün neden sadece bir yönü askerlerce kesilmişti?”, “Darbe ihbarı gelmesine rağmen Genelkurmay binası böyle elini kolunu sallaya sallaya işgal edilemezdi, bir bit yeniği vardı bu işte”, “Bu kötü bir tiyatroydu.” Benzeri değerlendirmelere hepimiz tanık olduk. Darbe girişiminin püskürtülmesinden sadece birkaç saat sonra Fethullah Gülen ABD’de en merkezi küresel medya kurumlarından gazetecilerle bir basın toplantısı düzenledi ve daha bismillah, 249 kişinin öldürüldüğü, 2000’den fazla vatandaşın bazıları ağır bir şekilde yaralandığı darbe girişimiyle ilgili, “Bu bir tiyatro mu?” sorusuna yanıt verdi. Ve 15 Temmuz gecesi yaşananlar tiyatro çıkarsa şaşırmayacağını söyleyerek Erdoğan’ın bu tür eylemlere girişebilecek birisi olduğunu özellikle vurguladı.
Oysa bu, liderliğini, bir dizi kurumda örgütlü olduğu zaten bilinen ama ordu içinde ulaştığı örgütlenme düzeyi asla öngörülemeyen dini cemaat kabuğuna gizlenmiş özel bir örgütlenmenin yaptığı apaçık bir darbe girişimiydi. Darbe girişiminin sokağa çıkan halk yığınları tarafından durdurulmasıyla, bunun bir darbe değil, Erdoğan’ın siyasi iktidarını merkezileştirmek için sahneye koyduğu bir tiyatro olduğu iddiasının devreye girmesi bir oldu. Darbe girişiminin bir tiyatro olduğu fikri sağdan sola, darbecisinden demokratına çok geniş kesimler üzerinde etkili oldu. Hükümetin 21 Temmuz’da uygulamaya başladığı OHAL, OHAL’in birinci ayından itibaren Fethullahçı darbeciler ve darbe girişimine katılan Kemalist ve kariyerist askerler dışında kalan kesimlere de sert bir şekilde yönelmesi ve giderek muhalefet üzerinde uygulanan keyfi baskının hukuki temeli hâlini alması, yaşanması muhtemel olan değil bizzat yaşanan bir darbe girişiminin sulandırılmasında belirleyici oldu. OHAL koşullarında Bahçeli’nin araladığı kapıdan giren Erdoğan iki seçimin yapılmasını siyasi otoriteyi ellerinde toparlamak için bulunmaz nimet olarak gördü. OHAL koşullarında iki seçim ve 24 Haziran’da bir de cumhurbaşkanını seçtiğimizi düşünürsek üç seçim yapılması, 15 Temmuz’un bir tiyatro olduğu yönündeki algıyı güçlendirdi. Darbeden hemen sonra bir konuşmasında 15 Temmuz’a “lütuf” diyen Erdoğan, bu lafı neden kullandı? Gerçekte söylemek istediği Fethullahçı darbecilerin tüm devlet kademelerinden tasfiyesi için, tüm ekonomik, politik, sosyal ve cemaatsel yapılanmasının sökülüp atılması için bir fırsat oluştuğudur diyenler olacaktır ama KHK’lerle işinden olanlara, yerlerine kayyum atanan Kürt belediye başkanlarına, tutuklu HDP milletvekillerine, parti meclisi üyelerine, Demirtaş’a ne diyeceğiz bu durumda?
Darbeden sonra düzenlenen demokrasi mitingleri gösteriyor ki, 15 Temmuz gerçekten de yeniden çözüm sürecinin ilanı, kalıcı bir barışın tesisi, siyasal demokrasinin alanının genişlemesi ve en önemlisi yapay toplumsal kutuplaşmanın yerine demokratik bir bir arada yaşam perspektifinin siyasal olarak inşa edilmesi için çok önemli bir zemin yaratmıştı. Ama açık ki bu süreç, başkanlık için ilan edilen güzergaha yol açmayacaktı. 15 Temmuz’da çubuk demokrasi yönünde bükülebilirdi, Erdoğan ise Devlet Bahçeli’nin açık desteğiyle başkanlık ve otoriter siyasal eğilimin hayat bulmasına büktü çubuğu.
Sol ise apaçık ve ağır bir darbe girişimini püskürtmenin şerefini sağa bırakıp siyaset alanının en sığ kulvarına çekilmek ve OHAL koşullarının ağır baskı iklimiyle cebelleşmek zorunda kaldı. Sağ darbelere karşı mücadeleden kendi iktidarını pekiştirmek için alan buldu. Solu, darbelere amasız fakatsız karşı çıkan solu inşa etmek, darbelere karşı mücadelenin bayrağını sağın elinden almak, aşağıdan iki toplumsal sürecin, önce Gezi, ardından 15 Temmuz darbe karşıtı direnişin yarattığı mücadele potansiyellerine yeniden bakmak, bu iki direniş arasında bağ kurmanın, en azından teorik bir bağ kurmanın olasılıklarını değerlendirmek zorundayız.
Darbeye de darbeyi püskürten halk hareketinden sağ bir iktidar için faydalanan sağcı eğilimi de aynı anda reddetmenin yolu, öncelikle 15 Temmuz konusundaki kafa karışıklığından kurtulmaktır.
Şenol Karakaş