İlk yazıda Erdoğan etrafında yeni bir kurucu lider miti yaratılmasının arka planına dair bir giriş yapmaya çalışmıştım, bir gün gecikmeli bu ikinci yazıda, bu mitin gelişmesinin 15 Temmuz darbe girişiminin değerlendirilmesinin bir türüyle, yerli ve milli olanıyla şekliyle bağlantısına değinmeye çalışacağım.
Perşembe günü yayınlana yazıda şunun altını çizmiştim:
“2007 yılında Hrant Dink’in öldürülmesi ve askeri darbelerle ilgili girişimler hakkında açılan davalarla toplumsal meşruluğu giderek gerileyen devlet bürokrasisi, Erdoğan’la Türkiye’nin beka kaygısının ciddiyeti konusunda anlaştıkça, Türkiye dış politikası giderek geleneksel, yani Kürtlerin kazanım elde etmesini ölüm kalım meselesi olarak algılayan yaklaşıma evrildi. Böylece bir yandan AKP liderliği devletle aynı zeminde ilerlemeye başlarken, öte yandan da toplumsal meşruluğunu kaybeden devletin bazı unsurlarının yargılandığı darbe davaları, bu davaların açılmasında başrol oynayan grubun bu kez davaların toplumsal meşruiyetini yok eden ve davaları sulandıran ‘hukuki uygulamaları’ yargılanan tüm unsurların beraat etmesiyle sonuçlanan bir gelişmenin kapısını araladı. Bu grup, Erdoğan’da yeniden toplumsal meşruluk kazanmasına yardımcı olacak kitle desteğini gördü, AKP liderliği ise bu grupta, Fethullahçı darbecilerin devlet bürokrasisi içindeki ayak oyunlarına direnmek için ihtiyaç duyduğu bürokratik kadroları gördü. Her iki grubun birleşik hareket etmesi açısından, ‘yerli ve milli olmak’ ideolojik bir zemin yarattı.”
15 Temmuz neyin miladı oldu?
İşte 15 Temmuz darbesi bu ideolojik zeminin tanıtım kampanyası için benzersiz bir şekilde değerlendirildi. Sahiden de hiçbir darbe girişimi, hele böylesine kanlı ve vahşi olanı hepi topu altı ay içinde varlığı yokluğu, tiyatro olup olmadığı tartışılan olgu olarak adeta bir inanç konusu olarak ele alınamaz. Başka bir ülkede böyle bir darbe girişiminin bu kadar hızla sulandırılmasına izin verilemez. Başka bir toplum meclisin F16’larla bombalanmasından bir ay sonra, tezgâh bir darbeden bahsedilemez. Ama burada oldu! Ve bu kez esas olarak ulusalcıların askeri darbe girişimlerini yok sayan, görmezden gelen siyasi vurdumduymazlıkları değil iktidarın darbe sonrası politik tercihleri askeri darbenin sulandırılmasında belirleyici oldu. OHAL koşullarının sağladığı politik ve hukuki olanaklar öylesine zorlanarak kullanıldı ki ilk kez Fethullahçı darbecilerin şefinin kullandığı ‘15 Temmuz bir tiyatrodur’ görüşü hızla alıcı bulmaya ve 15 Temmuz’un ciddi bir darbe mi yoksa bir oyun mu olduğu konusundaki tercihin bir inanç, taraftarlık meselesi hâline gelmeye başladı.
Hükümet sadece apaçık bir darbe girişimi olan 15 Temmuz’un püskürtülmesinin prestijini Fethullahçı darbecileri dağıtmak için kullanmakla kalmadı, toplumsal muhalefetin bir dizi simge ismini, Kürt siyasilerin binlercesini, vekilleri, belediye başkanlarını da tutukladı, gazeteciler aylarca hapis yattı, hala yatanlar var, Büyükada davası, Af Örgütü davası, Osman Kavala davası (ki hâlâ neden tutuklu olduğu bilinmiyor Osman Kavala’nın), Cumhuriyet gazetesi davası gibi hamleler apaçık siyasi hedeflerin gözetildiği ama arkasını 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinden sonra oluşan siyasi zemine dayayan gelişmelerdi.
Fakat yazının konusu açısından daha önemlisi AKP’nin sıradan fanilerin arasından ayrılmasından sonra göğün en yüksek noktasına ulaşması, 15 Temmuz sonrasında geliştirilen “büyük anlatı”yla oldu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Erdoğan, sadece “Gazi Mustafa Kemal” değil, “Atatürk” de demeye başladı. Bu, 15 Temmuz’dan hemen sonra, devletin zirvesinde, demokrasi yönünde değil otoriter bir rejim yönünde ilerleneceğinin karara bağlandığının işaretlerinden birisi oldu. 15 Temmuz darbeyi püskürten hareketten demokrasi yönünde bir ivmelenme için değil bu hareketi yerli-milli bir hamaset edebiyatına bağlamak için değerlendirildi. ‘Darbeyi püskürten halk’ anlatımı arada sırada hatırlanmak üzere rafa kaldırıldı ve yerine darbeyi durduran lider anlatımı devreye sokuldu. Kitlesel Yenikapı mitinginde yüzbinlerce insanın karşısına Bahçeli-Erdoğan-Akar birlikte selam yolladılar. Bu mitinginde Kılıçdaroğlu da vardı ama hem o hem de onu mitinge çağıranlar kısa sürede pişmanlıklarını ilan ettiler.
Yeni bir kuruluş efsanesi
Yenikapı mitingi yeni bir kuruluş efsanesi için başlangıç olarak kurgulandı. Örneğin 15 Temmuz’da en vahşi katliamlardan birisinin yaşandığı ve 34 darbe karşıtının öldürüldüğü Boğaziçi Köprüsü’nün adı “Şehitler köprüsü” olarak değiştirildi. 15 Temmuz, öncesinde de sık sık kullanılan “şehitlik”, “vatan için canım feda”, “yeni bir kurtuluş mücadelesi” gibi kavramların günlük siyaset diline yerleşmesinin de başlangıcı oldu. Örneğin, “Boğaziçi-15 Temmuz Demokrasi Köprüsü” gibi bir isim değil şehitler kavramını kullanan bir isim akla geldi. İnsanların demokrasiyi korumak için değil, “vatanı korumak” için darbeye direndiği anlatıldı. Buradan, darbenin liderliğini yapan Fethullahçı darbecilerin bir dış unsur olduğu, “üst aklın” aparatı olduğu fikrine sıçrandı. Böylece, ikinci bir kurucu süreç ve ikinci bir kurucu lider için gerekli ideolojik zemin sağlanacaktı!
Bazı AKP’liler gelişmeyi “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır.” Diyerek yorumlayıp linç edildiklerinde, gerçekte, ikinci bir kuruluş süreci ve ikinci bir kurucu lider mitosuna doğru devlet katında kurulan ittifakın yönelimlerinin altını çizmişti.
Bu eğilim uzunca bir süre devam etti. Fakat Devlet Bahçeli’nin 2017 yılının Nisan ayında yapılmasını önerdiği “Partili Cumhurbaşkanlığına” geçişin oylanacağı referandumla birlikte, OHAL koşullarının alacakaranlık siyasi ikliminde gelişen “yanılmaz AKP liderliği” efsanesi yara almaya başladı ve AKP’nin doğru zamanda doğru yöne dümeni kırmayı beceren bir parti ve kusursuz bir liderliği olduğu fikri ilk kez irtifa kaybı yaşamaya başladı.
İrtifa kaybının başlangıcından bugün irtifanın bütünüyle ortadan kaybolduğu koşulları ve önümüzdeki olasılıkları Salı günkü yazıda ele almaya çalışacağım.
Şenol Karakaş