Nisan Tezleri
Marx, Alman İdeolojisi’nde işbölümünde yeni bir aşamaya gelindiğini yazıyor. Egemen sınıf, düşünceye ilişkin işleri ve somut, maddi işleri yapacak bireyleri arasında işbölümü yapıyor.
Egemen sınıfın bir kesimi, yine bu sınıfın teorikleştirilecek unsurlarını ve bu sınıfın kendi hakkındaki yanılsamasını işleyip hazırlayan ideologları oluyor. Sınıfın diğer bölümü ise daha pasif bir konumda kalıyor ve bu düşünceleri onaylıyor. Egemen sınıfın bu bölünmesi, zaman zaman düşmanlıklar ve çatışmalar da yaratabilecek bir potansiyeli içinde taşıyor. Marx ekliyor: Alt sınıfların isyanı ya da savaş gibi egemen sınıfı toptan tehdit eden bir basınç oluştumu, egemen fikirlerin egemen sınıftan bağımsız olduğu fikri de derhal silinip gider. Bu durumda egemen sınıfın aydınları; savundukları fikirlerin, egemen sınıfın iktidarı olamadan ayrı, bağımsız bir iktidara sahip olduğu kabulünü zorunlulukla terk eder. Bu görüşler Mandel’ın sorunu kavrayışını güçlendiriyor. “Egemen ideoloji her zaman egemen sınıfın ideolojisidir” tezi bu şekilde tahkim edilince, eleştiriye direnci daha da artıyor, muhkem bir tez haline geliyor.
İkinci tespit: Troçki’den alıyorum: Troçki Ekim Devrimi’nden sonra sanat dünyasında etkinliğini artıran proletkult akımıyla tartışıyor. Bu tartışma Troçki’nin kültürü nasıl kavradığını takip etmek açısından ilginç. Troçki, kendi yaptığını proleter sanatı diye adlandıran proletkultür akımının, destek ve tanınma isteğini geri çeviriyor. Onlara sanatlarını icra etmeleri için destek olacağını ama proleter sanatı yaptıkları iddiasının yerinde olmadığını söylüyor. Troçki, bir bütün olarak “proleter kültürü” düşüncesini reddediyor. Burjuva kültürü ve sanatının karşısına proletarya kültürü ve sanatı gibi bir kavramın çıkarılmasını doğru bulmuyor. Zira proleter sanatı ve kültürü hiç var olmamıştır ve var olmayacaktır. Burjuvazinin kendi kültürünü yaratmış olmasına bakarak benzer bir serüveni proletaryadan beklemek yanlıştır. Proletaryanın bağımsız bir kültür ve sanat geliştiremeyecek olması, bu sınıfın “sınıfsız bir kültür” yaratma talebinden dolayı değildir. Asıl neden sınıfların tarihsel gelişimi arasındaki farktır. Burjuva hayat tarzı yüz yıllarca süren bir gelişme göstermiştir. Bunun aksine proletarya yönetimine biçilen hayat son derece sınırlıdır. Burjuvazi kendi kültürünü yaratmıştır çünkü derebeylik öncesinden başlayarak zenginlik, güç elde etmiş ve eğitim görmüştür. Proletarya ise eğitimsiz, sömürülmüş bir sınıftır ve kültüre girme ihtiyacını duyduktan sonra iktidara gelecektir. Ayrıca proleter sanatı, kültürünü temsil ettiğini söyleyenler işçiler değil bir grup aydındır. Troçki’nin çarpıcı ifadesi bu aşamada geliyor: “Hiçbir sınıf kültürü sınıfın ardından yaratılamaz”.
Troçki, proletaryanın bağımsız bir sanatı olmadığını yazmakla kalmıyor, bunu proletaryanın bağımsız bir kültürü olmadığı noktasına kadar genişletiyor. Bu durumda ortaya çıkacak “peki proletarya ne yapmalı” sorusun sallantısız bir cevap veriyor: İnsanın, bu arada burjuvazinin sanatını fethetmek ve onun üzerinden geçerek sanatsal yaratıma devam etmek. Troçki kültürün de sınıfsal bir karakter taşıdığını yazıyor. Ama buradan tarih sahnesine çıkan her sınıfın kendi kültürünü yaratığı sonucuna varmıyor. Marx’ın yukarıda sıklıkla anılan ifadesini kültür olgusuna taşıyor ve “ egemen kültür her zaman egemen sınıfın kültürüdür” şekline getiriyor.
Şimdi, Marx’ın “Egemen düşünceler bütün çağlarda egemen sınıfın düşünceleridir” tespitini Troçki, “Egemen kültür her zaman egemen sınıfın kültürüdür” şekline dönüştürerek sürdürüyor. Bu tespit ahlak tartışmasına taşınabilir mi? Yani “Egemen ahlak her zaman egemen sınıfın ahlakıdır” diye yazabilir miyiz? Yukarıdaki tartışmaların yönlendirmesiyle soruya olumlu cevap veriyorum. Proletaryanın bağımsız bir ahlakı yoktur ve egemen ahlak her zaman egemen sınıfın ahlakıdır. Şu anlamda ki egemen sınıf, tıpkı fikirlerini bağlılık sağlamak ve yeniden üretimini güvence altına almak için ideolojisine genel geçerlik nitelemesi veriyor gibi ahlak anlayışıyla da bunu yapıyor. Egemenliğinde tutuğu düşünce üretim araçları da bu ahlak anlayışının yaygınlaşmasına hizmet ediyor.
Ahlakın sınıfsal olduğunu söylemek, tarih sahnesine çıkan her sınıfın kendi ahlakını yarattığı iddiasına kadar genişletilmesi gereken bir önerme değildir. Ahlak sınıfsal olduğu savunulabilir ama ahlakın içinde yaşanılan koşullardan doğduğu gökten zembille inmediği anlamda.
Sinan Özbek