Seçim iklimi hakim politik iklim hâline geldi. Seçimlerde partilerin ittifak kurmasını olanaklı hâle getiren kanunun yürürlüğe girmesiyle bir anlamda seçim yarışının da başladığı ilan edilmiş oldu. AKP liderliğinin her parti kongresi, her meclis grubu toplantısı ya da her açılışta yaptığı konuşmalar, seçim yarışının başladığını gösteriyor.
Bu, bütünüyle eşitsiz bir yarış. OHAL koşullarında seçim yarışının AKP-MHP’nin lehine büyük bir eşitsizlikle başladığı çok açık. HDP’nin milletvekilleri, belediye başkanları, binlerce kadrosu hapiste, en etkili ismi Selahattin Demirtaş hapiste. Meclis içinde HDP’nin yerli-milli politik iklime kökten karşı çıkan tek parti olduğunu düşünürsek, seçim kampanyasının HDP’nin eli kolu bağlanmış bir koşulda başlamasının özgürlükçü bir platform oluşturmanın olanaklarını ne kadar zorlaştırdığı ve bu seçimlerin de taraflardan birisinin kelepçelenerek sahaya sürüldüğü bir boks maçı gibi süreceği çok açık.
OHAL koşulları, ayrıca, yerli-milli olmayı doğru bulmayan, öyle bir zorunluluğu olmadığını ilan eden veya düşünen tüm siyasi çevrelerin kriminalize edilmesine de kapı aralıyor. Hem herkes soruşturma tehdidi altında hem de düşünce, gösteri ve ifade özgürlüğü üzerinde ciddi bir baskı ortamı oluşmuş vaziyette. Üstelik yeni seçim kanunuyla, seçim denetleme sürecinde sivil inisiyatiflerin yerine devlet merkezli bir mekanizmanın devreye sokulması, haklı bir güvensizliği de devreye soktu. Bu gelişmeler ise muhalefet içinde farklı seçim eğilimlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bu eğilimlerin birincisi seçimleri boykot etme önerisi. CHP’nin “sol” kanadı diye tanımlanan ama solla ilgisi eski devlete sadakat üzerinden şekillenen bir grubun başını çektiği bu tartışmanın çıkış noktası, CHP’nin sadakat duyduğu eski devlet ortada olmadığı için yeni devletin oyununa ortak olmanın anlamı olmadığı iddiası. Yargının bağımsızlığını kaybettiğini ilan edenlerin komik duruma düşmesi gibi, eski devlete sadakat göstermenin en azından laikliğe ve cumhuriyete sadakat göstermek anlamına geldiğini düşünenlerin boykot önerisi, ittifak kanununun seçim muhalefetin seçimleri kazanmasını bütünüyle imkansız kıldığını düşünenlerin fikirleriyle birleşiyor. Boykot, öncesi ve sonrasıyla aşağıdan bir kitle hareketinin seçim sınırlamalarını dar bulması, hareketin ve işçilerin kitlesel gücünün sandık demokrasini aşması koşuluyla gündeme gelebilecek bir taktiktir. Böyle bir hareket yokken önerilen boykot taktiği, yerli milli koalisyonunun engel olarak gördüğü tüm kilitlerin açılması anlamına geliyor. Seçimleri Erdoğan’ın "şöyle ya da böyle" kazanacağını öngören bu görüş, karamsarlıkla dolu ve sadece karamsarlık yayıyor. Bu görüşün, sokak hareketleri tarafından desteklenen ve bu hareketler nedeniyle hükümetin seçim güvenliğini sağlamayı garanti altına almak zorunda kalması durumunda seçimlere katılmayı öngören versiyonu ise, siyasal demokrasinin mevcut sınırlarını katbekat aşan bir hareketin önünü açmak için önerilebilecek boykot taktiğini, böyle bir hareketi inşa etmek üzere önermiş oluyor.
Boykot tartışmasını bir kenara bırakmak, sokakta birleşik mücadelenin önünü açacak kitlesel bir hareket ve sandıkta bu harekete yaslanacak özgürlükçü bir alternatifi inşa etmek için harekete geçmeliyiz.
Hükümetin kendisini seçim ittifakı kanunu gibi kanunları çıkartmak zorunda hissetmesine neden olan gerçekleri küçümsemek anlamına gelen eğilimlerden uzak durmakta fayda var.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)