Bu yıl 8 Mart’ta yine dünya çapında kadınlar sokaktaydı. Hindistan, Pakistan, Filipinler, Türkiye, İngiltere, İspanya, Fransa, İtalya, Güney Kore ve daha bir dizi farklı ülke kitlesel protestolar, grevler ve gösterilere tanık oldu. Türkiye’de protestoların merkezi yine İstiklal Caddesi’ndeki ‘feminist gece yürüyüşü’ oldu.
İkinci senesine merdiven dayayan OHAL gerekçesiyle Türkiye çapında grevler, yürüyüşler, protestolar yasaklanırken, bu süre içinde kadınlar defalarca kitlesel olarak sokağa çıktı. Ankara’da 4 Mart’ta yapılmak istenen yürüyüşe izin verilmezken 8 Mart’ta yüzlerce kadın gece eylemi için buluştu. İzmir’de yürüyüş yasağına rağmen kadınlar sokakta basın açıklaması için toplandı. Birçok ilde irili ufaklı buluşmalar gerçekleşti. İstanbul’da ise sağanak yağmura rağmen yine on binlerce kadın cinsiyetçi devlet politikalarına, Nurettin Yıldızgillere, gündelik hayattaki kadın düşmanı pratiklere karşı sloganlarla sokaktaydı. “Jin, jiyan, azadi”, “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa” yine en çok atılan sloganlardandı. Herhangi bir talep için gösteri ve eylem yapmanın anti demokratik bir şekilde engellendiği bir ortamda kadınlar “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” dedi.
Neden önemli?
8 Mart gece yürüyüşlerinin gücü birçok açıdan çok önemli. Öncelikle son zamanlarda genel politik iklimdeki sağ otoriter yükseliş, toplumdaki cinsiyetçiliğin dozunun giderek artmasında çok etkili. Kitlesel kadın gösterileri cinsiyetçiliğe karşı çok güçlü bir yanıt. Hamasetin siyasetteki hakim ses olduğu, yargıda adaletin yerini bulacağına dair inancın neredeyse sıfırlandığı, militarizmin kutsandığı, demokratik hakların tırpanlandığı, otoriter ve milliyetçi politikaların yükseldiği bir atmosfer cinsiyetçiliği de güçlendiriyor, normalleştiriyor. Böylesi bir iklim Nurettin Yıldız gibi isimlerin kadın düşmanı fikirlerini çok rahat bir şekilde ortalığa saçmasına vesile oluyor. Basına yansımayan çokça benzer örneğin, bir dizi kadının hayatını dar ettiğini tahmin etmek güç değil. Çocuk istismarı, taciz, tecavüz, şiddet ve kadın cinayetleri konularında her geçen gün yeni bir şok edici gelişme öğreniyoruz. Gündelik hayatta kadının giyimine, gülüşüne, varlığına müdahale eden toplumdaki bu cinsiyetçiliğin yanına kadınların elde ettiği kazanımları otoriter politikalarının bir parçası olarak tırpanlayan iktidarı da eklemek gerekir. Yani kadınlar sadece genel otoriter iklimin yansımalarıyla değil doğrudan kadınların hayatlarına müdahale eden devlet politikalarıyla da muhatap. Aile kurumunu güçlendirmeyi merkeze alan ve kadınları annelik rolleriyle sınırlayan sistematik politika üretimi boşanmanın zorlaştırılması, doğum kontrol ilaçlarına erişimin zorlaştırılması, esnek ve güvencesiz çalışma, erkeklerden daha az ücretle çalışmak gibi pratikler anlamına geliyor. Kısaca gerek bizzat hayatlarındaki erkekler gerekse de iktidar politikası nedeniyle kadın olduğu için ezilen on binlerin OHAL’e rağmen sokakta haykırması cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin gücünü gösteriyor. Üstelik son yıllarda 8 Mart feminist gece yürüyüşünün kitlesinin ve kapsam alanının giderek büyüyor olması dünyadaki kadın mücadelesiyle de eşzamanlı ilerliyor.
İkincisi son yıllardaki malum siyasi iklimde kadın yürüyüşleri, cinsiyetçiliğe karşı kadın özgürlüğü mücadelesinin sınırını aşan bir öneme ve etkiye sahip. Gösteri, yürüyüş, eylem, ifade özgürlüğü konusunda yasakların hüküm sürdüğü, bir dizi insanın asılsız iddialarla tutuklandığı, muhalefetin sokak gücünün büyük oranda kırıldığı, demokrasi, barış ve adaletten yana olanların sokağa çıkma motivasyonunu büyük ölçüde yitirdiği koşullarda onbinlerce kadının kararlı eylemi çok önemli. Genel otoriter havayı kırmak, OHAL yasaklarını aşmak, haklarımız için mücadeleden vazgeçmiş olmadığımızı muktedirlere ve hâlâ mücadelenin mümkün olduğunu dostlara göstermek için 8 Mart’ın rolü büyük. Dolayısıyla sadece kadın özgürlüğü adına değil mevcut sisteme karşı başka bir dünyayı mümkün kılma mücadelesi için de merkezi bir öneme sahip. Yerli-milli döneme sokaktaki muhalefette başrol, kadın hareketinde.
Takvimi aşmak
Geçen seneki 8 Mart’ın ardından yürüyüşe katılan başörtülü kadınların bir fotoğrafı sosyal medyada İslamofobik yorumlarla paylaşılmış, cinsiyetçiliğe karşı durduğunu iddia eden pek çok hesaptan, ayrımcılığı yeniden üreten ve kadın hareketini “laik-şeriatçı” olarak bölen yorumlar yapılmıştı. Benzer şekilde bu sene de yürüyüşe katılan kadınların çoğunluğunun bireysel olarak hazırladığı ve gündelik hayatlarındaki cinsiyetçiliğe tepkisini gösterdiği dövizler “topa tutuldu”. Kadınların kadınlıklarından, cinselliklerinden, arzularından, seks işçiliğinden, memelerinden bahsetmeleri kendisini muhalif zannedenleri rahatsız etti. Rahatsız olanlar egemen zihniyetten farksız “kadınlar, kadınlarımız” bakış açısına sahip, yürüyüşteki kadınları kendi kafasındaki “iffetli, ahlaklı” muhalif kadın şablonuna yakıştıramıyorlar ve aslında başımıza bela olan ahlakçılığı dayatıyorlar. Bu gibi tartışmaları aşmak, kadınlar hakkında bazı şeyleri “söylenemez kılmak”, saldırıya maruz kalan haklarımızı, hayatlarımızı korumak ve kadın hareketini daha da güçlendirmek için günün sorusu, 8 Mart’ların ivmesinin yıl boyunca nasıl muhafaza edilebileceği.
Cinsiyetçilik her gün yeniden üretilen bir şey. Eğitimde, medyada, işte, kampüste, mecliste, yolda hayatın her günü bazen şiddet, taciz, tecavüzle bazen de ideal kadın söylemleriyle, esprilerle, yok saymalarla türlü türlü farklı formlarda karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla cinsiyetçiliğe karşı her gün bir mücadele günü kadınlar için. Bu mücadeleyi daha örgütlü, güçlü, kitlesel kılmanın yollarını tartışmak gerekir. 8 Mart feminist gece yürüyüşleri orada olan binlerce kadının hayatı için çok önemli bir etkiye sahip. Son yıllarda özellikle lise ve üniversite öğrencisi kadınların katılımında ciddi bir artış var. Her sene birçok kadının hayatında katıldığı ilk eylem 8 Mart gece yürüyüşü oluyor. Hiç şüphesiz hayatlarındaki bir dönüm noktası oluyor gece yürüyüşleri. Yılda birkaç kez bir araya geldiğimiz gösterileri aşmaya, mevcut potansiyeli süreklileşmiş bir harekete kanalize etmeye çalışmak gerekir. Dünya çapındaki kadın eylemlerinde giderek daha yoğun bir şekilde merkezi başlıklar haline gelen “eşit işe eşit ücret”, kreş hakkı gibi taleplerle Türkiye’de temel sorunlardan şiddet, kadın cinayetleri, taciz, istismar, tecavüzün önlenmesi gibi talepleri birleştiren sürekliliği olan bir hareketi kitleselleştirmenin olanakları var.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)