Şunu daha önce vurgulamıştık: Umutsuzluğun demokrat aktivistler ve sol içinde sağcı eğilimlere yol açmasının nedeni, tüm gelişmelerin 2019 seçimlerine ertelenmesi ve 2019 seçimlerinin ise çoktan kaybedildiğinin düşünülmesi. Kaybı, belki engelleme ihtimali ise ancak sağ siyasi figürlerle kurulacak ittifak olarak görülüyor. Bu siyasi iklimde, kutuplaşmanın bu kadar derinleştiği koşullarda, sol içinde son umut olarak sağ ile ittifak kurmanın yaygın bir eğilim haline geldiği zamanlarda, ehveni şer siyasetinin tartışmaları belirlediği şartlarda, umudun, tüm zorluklara rağmen, mücadelede olduğunu anlatabilmek çok önemli. Seçim süreci, tüm kısıtlamalara ve giderek normalimiz olmaya başlayan OHAL uygulamalarına rağmen, Ümit Kıvanç ve Kemal Can’ın da daha önce yazdığı gibi, bu mücadele alanlarından birisi olarak görülmeli ve demokrasi, barış, eşit koşullarda kardeşlik ve hukukun üstünlüğü ve herkese lazımlığı gibi vurgular kitlelerle paylaşılmalı.
Bu arada ehvenişer politikasının intihar etmekle aynı anlama geldiğini göstermek de aynı derecede önemli.
Son olarak, Erdoğan’ın toplumun derinlerinde biriken öfkeyi bizlerden daha iyi gördüğünü unutmamaktır. Bu öfkeyle temas kurmak, yoksulların derinleşen tepkisinin ifadesi olmak üzere güç biriktirmek, bir seçim yatırımı başarı kazanacaksa, ancak böyle bir zeminde örgütlenmeye çalışarak başarı kazanabileceğinin hızla farkına varmak da acil bir öneme sahip.
Bir oy bir oydur ittifakı
Gerçekten Erdoğan ‘bir oy bir oydur’ anlayışıyla “millî mutabakat” temelinde bir araya gelebileceği tüm güçlerle ittifak kurmaya çalışıyor. “Cumhur ittifakı” adı verilen ama aslında son derece milliyetçi bir güç birliği olarak görülmesi gereken, özünde aşırı milliyetçilerin AKP’yle ittifakı olarak yorumlanması gereken bir cephe ve bu cephe seçim ittifakı kanunuyla kendisine yasal bir kılıf da buluyor. Seçim ittifakı kanununun bir özelliği, sadece aşırı milliyetçi partilerin desteğini alan AKP’nin ittifakını mümkün kılması değil; gündeme gelen kanun, muhalefeti de ittifaka mahkûm kılıyor, adeta muhalefeti de örgütlüyor. Titiz bir şekilde çalışan AKP-MHP kurmayları, sadece seçimlere katılmaya hak kazanan partilerin ittifak kurabileceği ve her partinin ancak kendi aday listeleriyle seçimlere katılabileceği düzeltmesi yaparak, kitlesel gücü olmayan ama aktivizm gücü olan sol partileri birden bire boşa düşürmüş oldu. Bu hamle ittifak kanununa kafa yoranların ne kadar ayrıntılı bir bakışla sorunu ele aldıklarını gösteriyor. Seçim ittifak kanunuyla sadece muhalefetin ittifak tarzını da örgütlemiş olmuyor, aynı zamanda radikal solun aktivizm gücünü de kısıtlıyor.
“Cumhur ittifakı”nın amacının partili cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın kazanması ve bu arada seçim barajını düşürmeden MHP’nin barajı aşmasının garanti altına alınması olduğu çok açık. Fakat bu hamle aynı zamanda 15 Temmuz darbesinin yarattığı krize ve Afrin harekâtının da gerekçesi olarak gösterilen beka kaygısına karşı devletin sağcı bir temel üzerinde toparlanmak üzere gösterdiği reflekslerin en sonuncusu olarak da görülmelidir.
Bu açıdan 2019 seçimlerine bambaşka bir perspektifle yaklaşmak zorundayız. AKP-aşırı milliyetçi partiler ittifakı karşısında faşist partiden kopanlar ve ulusalcılar ittifakı yer alacak. HDP, bu ikinci ittifaka “çaktırmadan oy çağrısı yapmaya” ikna edilmeye çalışılacak.
Girdaptan çıkmak için
Bu girdaptan çıkmanın yolu umutsuzluğa karşı çıkmak ve kazanmanın mümkün olduğunu anlatmaktır. Bunu anlatmak için de çok uzaklara gitmeye gerek yok. Geçen sene gerçekleşen Adalet Yürüyüşü’nün bir tür mağdurlar platformu hâline gelmesini, Adalet Mitingi’nin devasa boyutlarını ve her şeyden önce AKP-MHP ittifakı kurulmuş olsa da, bu ittifakın 16 Nisan referandumunda yüzde 50’yi zor bulmuş olduğunu unutmamak lazım.
OHAL koşullarında hükümeti 16 Nisan’da sıkıştıran tüm adaletsizlikler sürüyor. 16 Nisan’da büyük şehirlerde AKP-MHP’nin yaşadığı kayıp çok büyük. Erdoğan, 17 Nisan’dan beri bu kayıpları telafi etmek için belediyelerde ve AKP yönetimlerinde radikal hamleler yapsa da bu hasarın onarılıp onarılmadığı şüpheli. Bugün, Afrin harekatının yarattığı iklime rağmen, seçimler çantada keklik görünmediği, yüzde 50+1’i bulmak garanti olmadığı için bu seçim kanunları gündeme geliyor, Saadet Partisi dâhil yerli-millî olduğu düşünülen her partiyle görüşmeler yapılıyor.
Seçim sürecine hazırlanmanın ikinci adımı, kimlere oy vermeyeceğimizi gerekçeleriyle bugünden ilan etmektir. Askeri çatışmaları ve gerginlikleri destekleyenlere, militaristlere, ırkçılara, milliyetçilere, kapitalistlerin çıkarlarını savunanlara, işçilerin haklarını gasp edip yaşam koşullarını zorlaştıranlara, doğayı tahrip edip, iklim değişimine katkıda bulunanlara, çözüm ve diyalog yöntemini en başından beri yanlış bulanlara, nükleer santral dayatanlara ve kadın düşmanlarına üç seçimde de oy vermeyeceğimizi bugünden ilan etmeliyiz. Sahi, 2009’dan beri hem Oslo sürecine hem de çözüm sürecine karşı çıkanların kuracağı bir ittifak nasıl bir alternatif oluşturabilir ki?
Sağ liderlik sağ ittifaka alternatif olabilir mi?
Öte yandan, sadece oy vermeyeceğimizi söylemek yeterli değil. Aynı zamanda, toplumun her bir hücresini geren ve egemen sınıfın bile isteye onay verdiği, hükümetin tırmanmasında fayda gördüğü ve muhalefetin “iç savaş geliyor” konulu tartışmalar yapmayı seven kesimlerinin üzerine titrediği ve derinleşmesi için elinden geleni esirgemediği toplumsal kutuplaşmaya karşı, bu kutuplaşmanın politik enerjiyi gerçek dışı düşmanlara yönelttiğini görenlerle ve nihayet kutuplaşmanın iktidarın işine yaradığını kavrayanlarla birlikte hareket etmek çok önemli. Bu, Adalet Yürüyüşü günlerinde söylediğimiz gibi, AKP’ye oy veren ve adaletsizliğe maruz kalan yoksullarla adalet arayan, Adalet Yürüyüşü’nde şöyle bir başını kaldıran kitleler arasında bağ kuracak adımların seçimlerden önce atılması anlamına gelir. İşçi sınıfını bölen kutuplaştırma yerine, yoksulların tepkisini egemen sınıf partilerine karşı birleştiren başka bir politik hattı inşa etmek ve güçlendirmek lazım. Bunun platformunun Meral Akşener liderliğinde bir seçim ittifakı olamayacağı çok açıktır.
Bu, pratik olarak, bizim gibi düşünen ve geniş kalabalıkların ruh hâlinin değişimden yana olduğunu fark eden aktivistlerle bir araya gelmek için hamle yapmanın önemine işaret ediyor. Ancak böyle bir adım sadece seçimlerden önce sağlam bir seçim kampanyası inşa etmenin değil seçimlerden sonra mücadelenin imkânlarını sonuna kadar zorlayan birleşik mücadele platformlarını kurmanın da zeminlerini yaratacaktır.
Şenol Karakaş