Emin’le sanırım on yıldır tanışıyoruz. Ancak esasen İstanbul’a yerleşmesinden sonra, son birkaç yıldır daha yakınen tanıma fırsatı buldum.
Onun hakkında yoldaşları tarafından şimdiye kadar yazılıp çizilenler arasında, kurucusu olduğu ve bugün bu yüzden suçlandığı solyayin.com’un öneminin yanı sıra başka bir ortak vurgu daha var; Emin’in fedakarlığı, özverisi.
Benim de ne zaman Emin’in bahsi geçse aklıma ilk gelen; ‘göçmenlerle dayanışma eylemi için afiş hazırlar mısın?’, ‘yarın gazete satışına gelir misin?’, ‘bir web sitesi hazırlar mısın?’, ‘sunum yapar mısın?’ gibi birbirinden farklı sorumu istisnasız ‘tabii ki yaparım yoldaş’ diye yanıtlaması.
Gerçi bir keresinde ‘toplantıya geliyor musun’ diye sorduğumda sanki çok mantıklı bir şey söylüyormuşçasına ‘e yağmur yağıyor gelmeyeceğim’ demesi epey şaşırtmıştı. Ama İzmir’den gelmesine yorup, “çekirdeğe çiğdem diyorlar, yağmurda toplantı yapmıyorlar herhalde’ diye düşünmüştüm.
Irkçılığa, iklim değişikliğine, homofobi ve transfobiye, savaşa, adaletsizliğe karşı son on yıldır birçok kampanyanın hayat bulmasında genç bir devrimci olarak irili ufaklı, değeri ölçülemeyecek birçok emeği var. Siyasetin ‘tanrılar katında’ icra edilen bir şey olduğu fikri oldukça yaygındır. Ancak devrimci oluşumlarda yer alan her sosyalist, emektar bir yoldaşın ne demek olduğunu anlayacaktır. Bir gün çayı demleyen, ertesi gün kapıda yayın satan, öbür gün bağış kutusunu gezdiren ‘o kişi’ hep bir yerlerde vardır. O kişilerin verdikleri emekten, daha iyi bir dünya için umudu büyütmek ve o dünyaya bir adım olsun yaklaşmaya katkı sunmak dışında hiçbir çıkarı da yoktur.
Açıkçası Emin yoldaşın Türkiye solundaki farklı çevrelere dair ıncık cıncık her yayına ulaşma tutkusunu gereksiz bulduğum çok olmuştur. Bilmem kaç kiloluk, kocaman, epey eski bir tarayıcıyı sırf büyük ebatlı dergileri dijitale aktarmayı kolaylaştıracağı için evine nasıl taşıyacağını, nereye sığdıracağını kara kara düşünürken ‘oğlum başka işin gücün mü yok boşver’ demişliğim de vardır. Herkesin erişimine açık olan arşivine gömülüp geçirdiğim saatlerin ardından çok saygı duyulası, titiz bir iş yaptığını idrak edebildim. Binlerce sayfayı taramak için harcanması gereken zamanı ve emeği düşününce ciddi bir tutkuya ve sabıra sahip olduğunu anladım. Emin bunu sadece sevdiği için yapıyordu, sevdiği ve tutku duyduğu bir şeyi bencilce kendisine saklamak yerine karşılık beklemeden paylaşacak kadar da kıyak bir çocuk.
Bu özelliklerinin konuyla bir ilgisi yok. Ama diğer yandan konu tam da bu. Çünkü son dönemde insan hakları, adalet, barış, özgürlük, demokrasi kısaca daha yaşanılabilir bir dünya için farklı alanlarda emek veren birçok arkadaşımız asılsız iddialarla alıkonuldu. Ortada iddianame olmadan, neyle suçlandığını bilmeden özgürlüğünden mahrum edildi. Artık sistematikleşen bu alıkoyma hâli sadece arkadaşlarımıza yönelik bir haksızlık değil aynı zamanda uğruna emek verdikleri mücadeleleri eksiltme, güçsüzleştirme çabası. Geride kalanları paralize etmeye, korkutmaya, ‘sıra kimde acaba?’ diye endişelendirmeye, enerjisini kırmaya yönelik bir çaba. Korkutmak demişken aklıma 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Gün’deki yürüyüş geldi. İstiklal’de toplanan binlerce kadın yürüyüşe konan engelleri kararlılığıyla aştı. Eylemin sonuna doğru bir anda Emin yanımızda bitiverdi. ‘Ne işin var burada yahu’ diye sorduğumuzda ‘slogan duymayı çok özledim’ deyiverdi, biz hep bir ağızdan ‘susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz’ diye haykırırken.
Yoldaşımızın emeğinden ve titizliğinden uzun süre mahrum kalmayacağımıza, tez vakitte özgürlüğüne kavuşacağına inancım tam. O zamana dek bize düşen herhalde emeğini, titizliğini, tutkusunu, özverisini sürdürmek.
Meltem Oral