Teknik koşullarım nedeniyle Çarşamba gününe yetiştiremediğim yazıyı şimdi yayınlayabiliyorum. Son yazıda Erdoğan etrafında oluşturulan devlet koalisyonunun uyumsuzluğunun kaçınılmaz olduğunu ve bu yüzden yanlış analizlere, İslamofaşizm gibi tezlere değil, mücadelenin dinamiklerine, potansiyellerine ve kazanmak için hangi adımların atılması gerektiğine yoğunlaşmanın önemli olduğunu altını çizmeye çalışmıştım.
Bu açıdan önümüzdeki dönemin bütün tartışmalarını, CHP-HDP ittifakı üzerine konumlandırmak en büyük yanlış olacaktır. Sorunun 2019 seçimlerine Erdoğan karşısında HDP-CHP ortak adayıyla çıkmakla çözüleceğini düşünmek, bütün gelişmeleri seçimlere ertelemek en büyük yanılgı. Devletin bekası alanında yaşanacak tartışmalara doğru politikalarla müdahale etmek, Kürt sorununda demokratik adımların atılması için yapılacak kampanyaları inşa etmek, küresel savaş karşıtı/Trump karşıtı bir ağın oluşmasına ve beklenmedik savaş tehditlerine karşı mücadele etmek, iklim değişiminin her gün yeni bir sonucunu gördüğümüz yıkıcı yüzünü durdurmak için kampanyalar örmek, ABD’de ve Avrupa’da olduğu gibi ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı kampanyaların adımlarını atmak, kadınların sık sık görülen kitlesel patlamalarının yanında yer almak, en önemlisi, bütün bu mücadele adımlarını işçi sınıfının mücadelesiyle, irili ufaklı tüm direnişlerle birleştirmek için çabalamak önümüzdeki dönemin temel işi.
Bu süreçte yan yana gelenler, 2019 seçimlerine de ortak adayla karşı çıkabilirler. Aday belirleme tartışmasını Erdoğan karşıtlığı üzerinden kurmak, siyasal kutuplaşmayı bu yönüyle derinleştirmekse başarısız olmayı şimdiden garanti altına almaktır. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin elde ettiği başarı, 16 Nisan referandumunda “hayır” diyenlerin aldığı yüksek oy ve Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı etki doğru politikaların barındırdığı sırrını da açığa çıkarttı. Yıllardır ısrar ettiğimiz fikirler, artık herkesin düşüncesi: AKP tabanındaki yoksullar kazanılmadan, AKP bir referandumda ya da seçimde yenilemez. Bu yüzden Adalet Yürüyüşü’ne katılan, özgürlük ve barış isteyen kitlelerle, gelişmelerden rahatsızlık duyan ama bir alternatif olmadığı ve bazı alternatiflerden de haklı bir korkuya sahip olduğu için AKP etrafında kümelenen kitleler arasında önce mücadele bağını ve bunun üzerinden de 2019 seçim bağını kuran bir harekete ihtiyacımız var.
Bu, akla gelen en kestirme yol olan CHP-HDP ittifakından başka bir ittifakın, mücadelede ittifakın önemine özen göstermek anlamına geliyor. Adalet Yürüyüşü’nün arından CHP tarafından örgütlenen Adalet Kurultayı, CHP-HDP ittifakının çözüm olup olmadığı tartışmasından önce, CHP’nin HDP’ye koyduğu mesafenin aşılamazlığıyla da Adalet Yürüyüşü’nden büyük bir geri adım atılması anlamına geldi. CHP liderliği “yerli-milli” koalisyonun bir parçası olmaktan kopacağı korkusuyla bu koalisyondan çoktan dışlandığı gerçeğini kavrayamıyor. Başına gelmiş olandan, ‘ya başıma gelirse’ diye korku duymak CHP’ye özgü garip bir siyasal tutum. Üstelik bu sadece CHP liderliğinin hakim kanadına özgü bir tutum değil. CHP tabanında da Sözcü gazetesinden Vatan Partisi’ne kadar kemikleşmiş ulusalcı bir duyarlılığa sahip bir kitle, kalabalık bir kitle var. Bu kitle yıllar içinde işlendi. Cumhuriyet mitingleriyle, “şeriat geliyor” paranoyasıyla ürkütülen bu kitle en çok bölünürüz tehdidiyle hizaya sokulmaya çalışıldı. Şimdi AKP-MHP, “beka sorunu var, bölünürüz” diye çıkıştığında, bu taban, HDP’yle ittifak için harekete geçmektense paralize olmuş bir şekilde durmayı tercih ediyor.
Bu nedenle, demokrasi için geniş bir hareketi örgütlemeye çalışırken, bu tabanın, CHP tabanının Adalet Yürüyüşü’nde Kürtlerle ittifak kurmaktan hiç de rahatsız olmayan hareketli kesimleri karşısında gerilemesini, hareketli ve birleşik bir demokrasi mücadelesine açık olan kesimlerin ise AKP tabanında gelişmelerden rahatsız olduğu çok açık olan kitlelerle ortak paydalarda buluşabileceği siyasal köprüleri inşa etmeyi amaçlayan, tüm ezilenlerin “yerli-milli” değil, demokratik ve küresel eylem birliğini örgütlemeye çalışan bir hareket bizim ihtiyacımız.
Şenol Karakaş