Beka kaygısının gereksizliği

02.08.2017 - 10:01
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Devlet uzun bir süredir beka kaygısıyla hareket ediyor. Çözüm sürecinin bir aşamasında, devlet sürecin kendi açısından ters teptiğini, Kürtlerin işine yaradığını tespit etti. Bu tespitte 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı sonuç ve Kobanê’de IŞİD’e karşı direnişle beraber Kürtlerin küresel dev askeri-sanayi güçlerle kurduğu ilişkiler belirleyici oldu. Hendek savaşları denilen sürece gelmeden, üstelik 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de başbakanlık ofisinde çözüm sürecini sürdüren heyetler birlikte basın açıklaması yaparken, bir yandan da devletin karar alıcıları ve sağcı, milliyetçi ve Kürt sorununa geleneksel askeri yöntemlerle yaklaşmayı tercih eden siyasi kesimler çözüm sürecinin sonlandırılması konusunda çoktan fikir birliğine varmıştı.

Çözüm süreci bittiğinde, taraflar bir süre ne olup bittiğini tartacağı bir dönem yaşanabilirdi belki ama hem Suriye’deki gelişmelerin hızı hem de Türkiye’de arka arkaya yapılan bombalı eylemlerin tırmandırdığı kaygı ortamı, toplumun bir kesiminde de bir kaygı, istikrarsızlık ve giderek beka duygusunu şekillendirdi. 

Darbe ve varoluş kaygısı

15 Temmuz darbesi hem bu beka kaygısının hem de siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın tam üstüne geldi. Beka kaygısı, 15 Temmuz darbesiyle beraber devletin maddi bir varoluş kaygısıyla da örtüştü.

15 Temmuz darbesinin ardından hala içinde yuvarlanmakta olduğumuz siyasal istikrarsızlık koşullarına bir de ekonomik istikrarsızlık eklendi. Ekonomik durgunluk, yüksek enflasyonla ve giderek yükselen işsizlikle ele gitmeye başladı. Doların ışık hızıyla tırmanmaya başlaması darbe girişiminin hemen ardından yaşandı. Beka kaygısına karşı yerli ve milli bir anlam ve savunma dünyası inşa etmeye çalışan hükümet, devlet ve aşırı sağ siyasal kanat, 15 Temmuz darbesini ve hemen ardından yaşanan ekonomik sarsıntıyı anlamlandırmak için, ‘yerli ve milli’nin yanına bir de ‘üst akıl’ iddiasını yerleştirmeye başladı. OHAL koşulları, yerli-milli beka kaygısının üst akıl analiziyle birleşmesiyle oluşan paranoyanın özellikle yargı alanında çok garip ama aynı zamanda belirgin örneklerini yaşamamıza neden oldu.

Yargısal gariplikler

Yılların insan hakları aktivistleri casus denilerek tutuklanıp, adı bile belli olmayan örgüt üyesi muamelesine tabi tutuluyor. Geçmiş yıllarda Ahmet Kaya’yı, Hrant Dink’i linç eden manşetlerin yerini, kelimenin tam anlamıyla intikamcılık, linççilik kokan manşetleriyle acayip gazeteler ve gazeteciler aldı. AKP’nin tabanında da yer alan kitleleri geçmiş dönemlerde mağdur eden uygulamalara karşı mücadele eden insanlar, çok ilginç olan ama ilginçliğini hukuki değil polisiye romana benzeyen niteliğinden alan iddianamelerle tutuklanıyor. Cumhuriyet gazetesi iddianamesi böyle örneğin. Gerçekten de bir gazetenin yayın çizgisini değiştirmesi savcılık iddianamesinde suç olarak görülüyor.

Erdoğan’ın metal yorgunluğu dediği olgu, aslında tam da yerli-milli politik eksen etrafında özellikle OHAL döneminde yaşanan baskıcı tuhaflıkların AKP tabanında bile anlamlandırılamaması yatıyor. Tüm toplum başını Fethullahçı darbecilerin çektiği darbe koalisyonuyla hesaplaşmaya hazırken, AKP, MHP’yle kurduğu koalisyonla darbeyle hesaplaşmaya hazır olanlarla da hesaplaştıkça, darbeyle hiçbir alakası olmayan insanları politik görüşlerinden dolayı suçladıkça tabanında baş gösteren metal yorgunluğu kalıcılaşıyor. Hem 16 Nisan referandumunda alınan sonuçlar, hem Adalet Yürüyüşüne sempatiyle bakılması hem de darbeyle ilgisi olmayan insanların yaşadıkları baskı bu yorgunluğu daha da artırıyor.

Üstelik, beka kaygısının ana kaynağı olan dış politikada, özellikle Suriye politikasında tam bir sıkışmışlık söz konusu. Beka kaygısıyla devreye giren politikalar tam tersi sonuçlar veriyor. Türkiye nispeten daha önemsiz güçler olan bölge ülkeleriyle değil, küresel emperyalist güçlerle de sık sık gerilimi yüksek tartışmalara girmekle kalmıyor. Öte yandan Rojava bölgesinde önleneceği düşünülen gelişmeler, devletin arzu ettiğinin tam tersi istikamette yaşanıyor.

Kısacası, beka kaygısıyla devreye sokulan politikalar, beka kaygısını derinleştirmekten başka bir sonuca hizmet etmiyor. Sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Çözüm, barış, adalet ve özgürlük diyenlerin, toplumun, milyonlarca yoksulun, işçinin, emekçinin, kadının bekasını düşünenlerin dikkatle izlemesi gereken bir dönemden geçiyoruz.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol