Kıdem tazminatı için birleşik mücadeleye

28.05.2017 - 08:02
Can Irmak Özinanır
Haberi paylaş

AKP hükümeti, kıdem tazminatını kaldırmayı amaçladığını uzun zamandır söylüyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, 12 Mayıs’ta yaptığı açıklamada kıdem tazminatına ilişkin yol haritasının bu hafta içinde Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda bakanlar düzeyinde ele alınacağını, 10 gün içinde de netleşeceğini söyledi.

Kıdem tazminatına dönük bu düzenleme patronları korumayı amaçlıyor ve işçilere dönük her alanda hayata geçirilen güvencesizleştirme politikalarının bir parçası. Hükümet, her ne kadar kıdem tazminatlarının fona aktarılması uygulamasını işçinin lehine bir uygulama gibi gösteriyorsa da, çalışanlar açısından çok büyük bir hak kaybı ortaya çıkacak. DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun açıklamasına göre, Bireysel Emeklilik Sistemi ile birlikte ele alınan ve işçilerin birikmekte olan kıdem tazminatının Bireysel Emeklilik Fonu’na aktarımını öngören düzenleme ile emeklilik yaşına gelen işçiye yapılacak ödeme yarı yarıya düşecek.

Geçirilmeye çalışılan hâliyle kıdem tazminatı düzenlemesi, iş güvencesine de bir saldırı. Hükümet, düzenlemeyi işçilerin kıdem tazminatını kaybetme korkusu olmadan kolaylıkla iş değiştirebileceği, haklarının korunacağı gibi bir uygulama olarak anlatıyor ancak gerçekte olan patronların üzerindeki kıdem tazminatı yükünü hafifleterek işten çıkarmaları kolaylaştırırken, işçilerin güvenceli bir işe sahip olmadığı, sürekli olarak iş değiştirdikleri dolayısıyla fona devredilen kıdem tazminatının işçi emeklilik hakkını kazanana kadar eridiği bir güvencesizlik düzeni öngörülüyor. Eğer hükümet, işçilerin haklarını düşünüyor olsaydı hâli hazırda kıdem tazminatlarını alamayan taşeron işçiler için bir düzenleme yapardı, oysa mevcut işçileri tazminatlarını fona devretmeye özendirirken, bugünden sonra çalışma yaşamına başlayacak herkes zorunlu olarak bu sisteme dâhil edilecek.

Bu saldırı işçi sınıfı açısından ciddi bir yıkım anlamına geliyor ve sendikaların birleşik mücadelesi ile püskürtülmesi şart.

Referandum sonrası

Referandumda yüzde 49’a yakın Hayır oyunun çıkması, başta üç büyük şehir olmak üzere pek çok büyük şehirde Hayır’ın önde olması iktidar blokunu bir meşruiyet krizine sürüklerken, sokaktaki muhalefete güven verdi. Özellikle hükümetin yüksek oy aldığı mahalleler ve şehirlerde Hayır oylarının yüksekliği, hükümetin kendi tabanı olarak gördüğü insanları etrafında birleştirmekte zorlandığını gösteriyor. Referandumdan bu yana sokaktaki eylemlerin sayısında bir artış gözlemlenebiliyor. Önce bombalı saldırılar, sonra darbe girişimi ve OHAL ile ortaya çıkan çekingen ruh hâli referandumdaki Hayır oylarıyla beraber geri çekilmeye başladı. Hükümetin, yeni düzenlemeye toplumun önemli bir çoğunluğunu ikna edememiş olması kendileri için bir kriz anlamına gelirken, ezilenler için yeni olanaklar anlamına gelebilir.

Bu, hükümetin baskıyı azalttığı anlamına gelmiyor elbette. Krize giren iktidar bloku kendi içinde kavgaya tutuşurken, işçilere, barış isteyenlere, demokratlara gösterdikleri sopayı bir an bile ellerinden bırakmıyor. Referandumun sonrasına bıraktıkları kıdem tazminatı, 657 gibi düzenlemeler bu sebeple bugün karşımıza geliyor. 29 Nisan’da çıkan KHK ile 3 bin 974 kamu çalışanı ihraç edildi. Hükümet, güvencesizleştirmeyi derinleştirerek ve işçi sınıfı üzerindeki baskıyı arttırarak hem kendi krizini aşmaya, hem de sermayeye güven vermeye çalışıyor.

Çalışanların ortak talebi

Referandumla beraber değişen ruh hâlinin en önemli göstergelerinden biri 1 Mayıs gösterilerinin önceki yıllara göre çok daha kalabalık ve coşkulu geçmesi. Pek çok şehirde, özellikle de işçilerin 1 Mayıs’a daha yoğun katılım gösterdiği Gebze, Kocaeli gibi yerlerde 1 Mayıs’ın en net talepleri taşeron işçiliğe karşı iş güvencesi ve kıdem tazminatına dokunulmamasıydı. Bunun, referandum sonrası ortaya çıkan güven ile ilgisi olduğu kadar, yeni işçi kuşaklarının son birkaç yılda edindiği mücadele deneyimiyle de ilgisi var. Üç yıl önce Soma’da 300 işçinin bir iş cinayetinde hayatını kaybetmesinin ardından işçi hareketi, 2000’li yılların başlarından beri en yüksek seviyeye ulaşmış, 2015 yılında metal işçilerinin grevi bu hareketin en yüksek noktasını oluşturmuştu. Savaş ve OHAL koşullarında işçi hareketi biraz gerilese de, işçilerin hakları için mücadelesi 2015 öncesi bir noktaya gerilemedi. 

Kıdem tazminatına dönük saldırıyı engellemek için sendikaların birleşik bir mücadele çizgisi geliştirmeleri gerekiyor. DİSK ve Türk-İş, kıdem tazminatını kırmızı çizgileri olarak gördüklerini daha önce defalarca dile getirdiler, şimdi referandum sonrası doğan güven ile işçileri mücadelede birleştirmeleri bu saldırıyı durdurmanın tek yolu. Ancak kıdem tazminatı gibi büyük bir saldırıyı durdurmanın yolu sadece Hayır oyu veren işçileri birleştirmekten geçmiyor. Her iki sendikanın, özellikle de Türk-İş’in tabanında Evet oyu veren çok sayıda işçi var. Sendikaların varlığının altını oyan bu düzenlemeye karşı Evet veya Hayır oyu vermiş olsun, tüm işçileri birleştirecek bir mücadele çizgisi izlemek hem sendikalar, hem de işçiler açısından öncelikli bir mesele. Bunu takiben işçi sendikaları ile memur sendikaları güvencesizleşmeye karşı genel bir kampanya içinde bir araya gelirse, OHAL’e, grev yasaklarına, KHK’lara, taşeronluğa yaslanan bütün çalışma yaşamında emekçiler lehine kazanımlar elde etmek mümkün.

Can Irmak Özinanır

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol