8 Mart feminist gece yürüyüşü, son yılların en kitlesel eylemlerinden biriydi. Toplumsal muhalefetin sokaktaki gücünün geri çekildiği son iki yıldır, kadınlar kitlesel bir şekilde sokaklara çıkmayı başarıyor. Otoriter politikaların inşa ettiği korku duvarını kadınlar geçen seneki 8 Mart’ta yıktıysa, bu sene yıkıntıların üzerinde tepindi desek yeridir.
Hatırlayalım, geçen sene 8 Mart, 10 Ekim katliamının ve toplamda altı bombalı saldırının yarattığı tedirginliğin ardından coşkusuyla, kalabalığıyla, sloganlarının politik mahiyetiyle en kitlesel gösteri olmuştu. Herhangi bir eylemin, savaşa dair tepkinin gösterilemediği bir ortamda barış için haykırabilmenin de bir zemini olmayı başarmıştı.
Kasım ayında, darbe girişiminin ardından daha da istikrarsızlaşan ve otoriterleşen politik iklimin ortasında, OHAL’in uzatılmasının hemen ardından meclise getirilen istismar yasası kadınları bir kez daha sokaklara döktü. ‘OHAL’de bir şey yapmak zor’ falan denilen zamanda kadınlar, ‘herhalde direniyoruz’ dedi. Sadece birçok şehirde sokaklara çıkmakla kalmadı, hükümet sözcülerinin ne olursa olsun geçireceklerini iddia ettikleri yasayı geri püskürttü. Herhalde mücadele edebileceğimizi, üstelik kazanımlar elde edebileceğimizi göstermiş oldu. Bu zaferin ardından gerçekleşen 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele Günü yürüyüşü, İstiklal’deki kronik eylem yasağının kitlesellikle aşıldığı müstesna eylemlerden biriydi.
Birleştirici güç
Bu 8 Mart’ta başka bir şey oldu. Niye böyle oldu, üzerine düşünülmesi ve tartışılması gereken bir konu. Herhangi bir gösteriye izin verilmezken kadınlar nasıl yürümeyi başarabiliyor? Ciddiye alınmadıkları için mi? Hayır. Gece yürüyüşünden önceki haftasonu mitingler yasaklanmaya çalışıldı ve yine kadınların direnci sayesinde gerçekleşti. 8 Mart günü müdahalelerin, gözaltıların yaşandığı iller de vardı. Ancak İstanbul gece yürüyüşünün toplumsal meşruiyeti, her geçen sene kitleselliği kadar kart topu gibi büyüdü. Bu meşruiyet, kitlesellik ve toplumsal itibar nedeniyle iktidar açısından onu engellemeye çalışmanın bedeli yükseldi.
Elbette bu durumu etkileyen birçok faktör vardır. Bunlardan biri, gece yürüyüşlerinin yıllardır örgütleyicisi olan feministlerin politik söyleminin, iktidarın ve muhalefetin bildiği tek siyaset yapma biçimi haline gelen, toplumu yaşam tarzlarına göre bölen, farklı mahallelere sıkıştıran dille hiç işinin olmaması. Kutuplaştıran kültürel saflaşmayı yeniden üretmemesi. Aslında kadın ‘meselesinin’ kendisi bizzat birleştirici bir role sahip. 2012’deki kürtaj yasağı girişimi ve son istismar yasası, biraz da bu sayede yenildi. AKP’nin tabanındaki kadınlar da bu hamlelere karşı toplumsal tepkinin parçasıydı. Her ne kadar bu durum sokaktaki mücadeleye, bariz bir unsur olarak henüz yansımasa da.
Politikadaki bu kapsayıcılık gece yürüyüşlerini kurum mitinglerinden farklı kılan özelliklerden de biri aynı zamanda, bir de o kadar sıkıcı değil tabi. Taksim’de yürüyen on binlerce kadın, iktidarın tepeden aşağıya dayatmaya çalıştığı muhafazakarlığa tepkisini ‘laiklik için direneceğiz’ sloganıyla değil ‘sana ne, kime ne’ diye yapıyor. Belki her sene daha fazla sayıda başörtülü genç kadının da yürüyüşte olmasının nedenlerinden biri budur.
Ha bu arada kadınlar ‘yaşam tarzlarını’ baya bir savunuyor. Otoriter politikaların kadınlar üzerinde kurduğu her türlü baskıya karşı, alanı daraltılmaya çalışılan özgürlüklere sahip çıkıyor. İktidarın iki dudağının arasından zırt pırt çıkan cinsiyetçiliğin bir yansıması olan otobüsteki tekmeye, kampüsteki saldırıya, ailedeki şiddete, yolda yürürkenki tecavüze karşı bedenini, kadınlığını, aşklarını, haklarını, gece sokakta olmayı savunuyor.
Neden böyle?
Muhalefetin ders çıkartması ve soru sorması gereken çok boyutu var bu meselenin. İki yıldır otoriterleşmeye, savaşa vs. karşı sokağa kitlesel bir şekilde neden çıkılamıyor, korku mu? Yoo kadınlara bakarsanız, korku falan yok. O ne ayol.
Yürüyüşün bir anında ‘neden böyle, bunun bir anlamı olmalı’ diye düşünmüştüm. Bu dönemde, böylesi güçlü bir ses neden buradan çıkıyor? Otoriterleşmenin ve yükselen sağ söylemin, genel politik saldırılarının yanı sıra kadınların gündelik hayatına ciddi tesiri var. Varolan hakların kaybedilmesi endişesi, yeni saldırıların habire denenmesi, bir de işte, okulda, dolmuşta, metroda, evde, ilişkide, siyasette cüretini bu iklimden alan, olağanlaştıkça cüretini daha da şişiren, pespaye bir maçoluk, kadın düşmanlığı.
Ancak diğer yandan sokaktaki kadın mücadelesi bu boğuculuğu dağıtarak ilerliyor. Büyüyen eylemliliklerin yanı sıra kazanım elde ediyor. Cinsiyetçiliği görüldüğü yerde ezmeye kararlı olduğu için hızlı refleks gösterebiliyor. Watsons’ın kapısına da dikilliyor, mahkemelere de gidiyor, hayatına sahip çıkan kadınları cezaevinden çıkartıyor, yasa püskürtüyor. Saldırılara karşı hızlı cevap verme ve kazanabilme yeteneği hareketi genç kadınlar için daha bir cazibeli kılıyor.
Hep çok genç bu yürüyüşler. Örgütsüz, gepgenç, korkusuz kadınlar. Muhtemelen bu gece yürüyüşünde yaş ortalaması daha da düşüktü. Beşerli onarlı gruplar halinde, hazırlıklı gelen liseli, üniversiteli, örgütsüz, politik kadınlar. Tek ilgilendikleri konu bu olduğu için mi, genç kadınları 8 Mart’ta görüyoruz? Ya da sadece ‘batılı orta sınıf özgürlüklerini’ korumak istedikleri için mi?
Son dönemdeki kitlesel kadın eylemlerinde en çok ve hep bir ağızdan atılan sloganlardan birisinin ‘jin jiyan azadi’ olması başka bir politik ehemmiyet de içeriyor. İstikrarsız dünyanın dayattığı bir dizi şeye olduğu gibi, savaşa da karşı kadınlar.
Politik yönü tam belirgin olmayan ama her konuya dair fikri, tepkisi olan ve öfkesi biriken bir kuşak kadın, kendisini ifade edebileceği alan olarak, kadın hareketini görüyor. Solun genel anlamda ders çıkarması ve üzerine düşünmesi gereken en önemli kısım bu.
Bu aynı zamanda küresel bir durum. Uzun yılların ardından dünya çapında 8 Mart’ın sokakta kalabalık eylemlerle geçmiş olmasının zamanlamasındaki manidarlık, üzerine daha çok kafa yorulması gereken bir şey.
Meltem Oral