Marx ve Engels’in arkadaşlığına neleri borçlu olduğumuzu saymakla bitiremeyiz. Biz, tüm dünya ezilenleri, bu destansı arkadaşlığın, yoldaşlığın sonuçlarında, ürünlerinden hala faydalanmayı sürdürüyoruz.
Marx ve Engels, ayrı yollardan aynı tarihsel, ekonomik ve politik sonuçlara doğru yol alıyorlardı. Ama Marx’ın editörlüğünü yaptığı gazeteye Engels’in de yazmaya başlamasıyla, işçi sınıfının özgürlükler mücadelesi açısından çığır açan bir dönüm yaşandı. Marx ve Engels ne sadece teorisyendi ne de sadece eylem insanı. Kendilerinden önce şekillenmiş olan sınıf mücadelesi deneyimlerini özümsemekle yetinmediler; bu mücadelenin bugün taşıdığı anlamı çözmek için sürdüdürülen pratik ve teorik mücadelenin içinden yepyeni bir tarih anlayışını, yepyeni bir feslefe anlayışını, yep yeni bir politika anlayışını açığa çıkartıp bir mücadele yaklaşımı haline getirdiler.
İlk kez 21 Şubat 1848’de Londra’da Komünistler Birliği’nin merkez yönetim kurulunun onayıyla ve birliğin üyelerinden J. E. Burghard’ın küçük matbaasında basılan Komünist Manifesto, bu yaklaşımı benzersiz bir popüler dille anlatan temel bir başucu eseridir. Manifesto, adı üzerinde dönemin Komünistlerinin örgütlenme çabasının bir ürünü olarak yazılan bir kitapçık. Manifesto ortaya çıktığında Avrupa devrimci bir dalga tarafından dövülüyordu. Şubat ayında Fransa’da Louis Philippe devrilmiş, İkinci Cumhuriyet ilan edilmiş, ardından Viyana’da, Berlin’de ayaklanmalar yaşanmıştı.
Marx ve Engels’in merkezinde yer aldığı Komünistler Birliği, bu ayaklanmaları coşkuyla karşıladı ve içinde yer almaya çalıştı. Avrupa’da yaşanan ayaklanmalar, coşkuyla karşılansa da, ayaklanmanın liderliğini ele geçiren burjuvazi, tüm ülkelerde işçilerin ve yoksulların hadlerini aşan bir eylemlilik içinde olduğunu fark ederek, devrimleri frenledi. En esaslı özelliği, tarihsel evrimin içinde şekillenen toplumsal sınıflar arasında, sınıfsız bir toplumu kurabilme yeteneğine sahip tek toplumsal güce işçi sınıfının sahip olduğunu anlatmak olan Manifesto, aristokrasiyle ittifak kurmakta acele eden Avrupa burjuvazisinin korkaklığıyla hemen o ayaklanmaların göbeğinde doğrulandı.
Manifesto, kapitalizme karşı dile getirilen en keskin, en radikal ama aynı zamanda akla, en azından işçilerin aklına en çabuk yatan tek bilimsel eleştiri olmanın ötesinde, sosyalizm anlayışına, o güne kadar ortak kanaat haline gelmiş yorumların bütünüyle dışında bir bakış açısı getirdi. Manifesto, sosyalizmin o dönem savunulan ütopik, sınıfsız, devrimci olmayan ya da sınıfların uzlaşmasıyla ulaşılabileceği düşünülen fikirlerin tersine, sadece ve sadece işçi sınıfının kendi eyleminin ürünü olduğunu, işçi sınıfının eyleminin dışında, sınıf hareketine ilkeler dayatan yaklaşımın sosyalizmle alakası olmadığı fikrini oturttu.
1890 yılında, 40 yıl önce kaleme aldıkları eser hakkında Engels şunları yazmıştı: “Hiç kuşkusuz günümüzde Komünist Manifesto, toplam sosyalist yazının en yaygın, en uluslararası ürünü,, Sibirya’dan kaliforniya’ya kadar bütün ülkelerin milyonlarca işçisinin ortak programıdır.”
Kitap o kadar olağanüstü bir kesinliğe ve açıklayıcılığa sahip ki, Engels’e eklenecek tek şey, “bugün de böyle” olduğudur.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)