İttihat ve Terakki ile Kürtlerin ilişkisi neydi? Ne kadardı? Kürtlerin Osmanlı'da, imparatorluk içinde gücü ne kadarsa İttihat ve Terakki ile ilişkisi o kadardır. Osmanlı'da devletin komuta kademesinde, bürokrasi içinde gayrimüslimler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler ile kıyaslandığında fazla bir gücü yoktu Kürtlerin, demek ki ilişkisi de o kadardı.
Birkaç Kürt cemiyeti, yerel Kürt isyanlarından sonra Kürt ileri gelenlerinin ödüllendirilip paşa yapılarak askeri rütbe verilmesi vs. gücü bundan ibaretti Kürdün. Kürtlerden, İttihatçıların giderek siyaset sahnesine çıktığı aşamada tamamen bir özgürlükçü hareket beklememek gerekir. Çünkü hem dinden dolayı hem de Sultan Abdülhamit’ten kaynaklanan nedenlerle, tamamen sınırlı bir kesimi ayrı tutuyorum, genelinde biat kültürü egemendi. Bir bütün olarak kendi ulusal kavgasını verecek politik bir olgunluğa erişmemişti Kürtler.
Osmanlı'daki egemenlik ilişkisi değiştikten sonra bile Kürdün iktidar ve devlet ile olan ilişkisi değişmemiştir. Sultan Abdülhamit döneminde nasıl manipüle edilip kendi ulusal bilincinin gelişmesi engellenmişse, İttihatçıların egemen olduğu 1908'den sonrada aynı argümanlar ile manipüle edilerek egemen siyasal sistemin içine çekilmiş, onun çıkarı doğrultusunda hareket etmesi sağlanmıştır. Bir İslam algısı var, karşılarına da gayrimüslim olgusunu koymuşlar. İslam olgusunu güçlü tuttukları oranda devletin çöküşünü geciktireceğini sanan bir İttihat ve Terakki olgusu var. O unsurlardan biri de tabii ki Kürtler.
Devlet için Kürtler o dönem çok önemli, devletin otoritesinin ve boşluğunun olduğu sınır illerinin çoğunda Kürtler devlet adına o boşluğu doldurarak bir nevi zabit görevi görmüşlerdir, asayişi devlet adına sağlamışlardır. Peki bu zabit görevini üstlenen Kürt egemenlerine Sultan Abdülhamit ne veriyor, ne vadediyor? Oradaki, bulundukları bölgenin vergisini toplamayı vadediyor birincisi bu. Çünkü Kürtler, ticaretle zenginleşemeyeceklerini bildikleri için yapacakları tek şey bulundukları alanları genişletmek oluyor.
Bu konuda Kürtler, Osmanlı devleti içinde bulunan diğer halklara göre, tarihsel olarak üretici güçlerini geliştirmeyerek çok geri kaldılar. Örneğin yurtdışına öğrenci yetiştirme konusunda, devletin bürokrasinin kademelerinde bulunma konusunda, dış dünyayı tanıma konusunda, yayında, basında, okulda ve ticarette çok geri kaldılar. Kürt halkı, tarihsel olarak bu geriliğinin bedelini, ulusal uyanışlarını çok geç bir tarihte yaparak bu durumun ve gecikmenin bedelini çok ağır bir şekilde günümüzde bile ödemektedir.
Özellikle gerek Abdülhamit gerekse İttihat ve Terakki, toprak reformunu Kürdistan’da yapmayarak, Kürdistan’daki statükonun olduğu gibi kalmasını, Kürdün aleyhine olan mevcut durumun korunmasını sağlayarak, Kürdün tarihsel olarak ileriye sıçrama yapmasını, toplumsal ve siyasal skalanın bir üst aşamasına geçmesini engelledi. Bu sosyalitede en önemli olgu din var, silah var, vergi toplamak var, gasp var, bunu görmezden gelen bir devlet var. O dönem Osmanlı'nın diğer tebalarında ise bambaşka bir durum ve sosyalite var. Ermenilerde ve Rumlarda kiliseye karşı ayaklanan bir entelektüel tabaka ve halk var. Dinden tut birçok şeye karşı ayaklanmalar var. Bu halklar kendi ulusal kavgalarını, bu özelliklerinden dolayı Osmanlı'ya karşı birçok kez ve birçok yerde verebiliyorlar.
Özellikle tarih boyunca Kürtlerin güçlü bir bürokrasi yaratamamaları, yani yönetici olamamaları -kısmi birkaç tarih içinde kısa dönemi saymazsak- ulusal anlamda birçok şeyin eksik kalmasına neden olmuştur. Sosyalleşme alanında bazı şeylerin eksik kalmasına yol açmıştır. Peki Kürtler tarihin uzunca bir dönemi boyunca neden güçlü bir bürokrasi ve bürokratik gelenek yaratamadılar? Bunu eksiksiz bir şekilde bilemeyiz, niye bilemeyiz? Çünkü Kürt tarihinin çoğu karanlıkta, kaynaklar az… Bu konuda yeterince araştırma yapılmadı. Gerçek anlamda, iyi veya kötü, komplike bir şekilde Kürt halkı kendi araştırmasını yapmış değil.
Yönetici olamazsan şayet tarihin bir bölümünde, o zaman senin bazı şeylerin olmaz, sosyalleşme alanında bazı şeylerin eksik kalır her zaman. Dolayısıyla 1912’de Balkan savaşlarından sonra unutmamak gerekir ki iş Kürde değil Hristiyana, gayrimüslümlere karşı dönüyor. Çünkü İttihat ve Terakki için asıl tehlike onlar. Bu halklar Kürtten farklı olarak kendi ulusal kavgalarını veriyorlar.
Kürt halkı ve dönemin Kürt egemenleri şunu yapmıyor: "1908 öncesi rejime Osmanlının diğer halkları tarafından bir baskı var. Biz de İttihatçı, Türk, Ermeni, Rum kardeşlerimizle hareket edelim" demiyorlar. Tam tersi Abdülhamit İstanbul’da, batıda kaybettikçe, Kürdistan’da Kürtleri silahlandırıp güçlendirerek kendi otoritesini orada sağlıyor.
Balkanlardan sonra yine İslam vurgusu ön plana çıkmaya başlıyor. Kürtler tıpkı Sultan Abdülhamit döneminde olduğu gibi, hatta daha fazlasını elde etmeye başlıyorlar. Fakat ulusal anlamda değil. Vergi, arazi vs. bu gibi alanlarda daha fazla gelir elde ediyorlar. Nasıl ki Sultan Abdülhamit döneminde Hamidiye Alayları yapılanması ile sarayın zabit görevini yapıyorlardıysa, İttihatçıların egemen olduğu dönemde de aynı pratiği -özü aynı olmak itibariyle- biçimsel bir değişiklikle devam ettiriyorlar.
Birinci dönem Hamidiye Alayları Abdülhamit döneminde kurulurken, ikinci dönem Hamidiye Alayları ise İttihatçılar döneminde kuruluyor. İttihatçılar döneminde Sultan Hamit gidip iktidar el değiştirse bile konjonktürel değişimden kaynaklı olarak Kürt ile Osmanlı egemenleri yine ittifak yapıyorlar. Kürdün devlete olan sadakati İttihatçılar döneminde de devam ediyor. Bu ne pahasına oluyor yukarıda da ifade ettiğim gibi; bulundukları bölgenin vergisini toplama pahası başta olmak üzere, Kürt egemenlerinin kendi kişisel zenginliklerini artırma pahasına.
Bu olumsuz tablonun ortaya çıkmasının diğer bir nedeni, örneğin Şeyhülislam bir fetva verdiği zaman, bu Osmanlı'da yaşayan her tebayı kapsamaz ve ilgilendirmezdi. Sadece Müslüman tebayı kapsardı. Direk Kürdü ilgilendiren bir durum ortaya çıkıyordu, Kürtlerin müslüman olmasından kaynaklı olarak. Bunun sonuçları ise Kürt halkı açısından çok olumsuz gelişmelerin yaşanmasına neden oldu. Bir gayrimüslim gerek ticarette, gerekse sırf müslümanlar üzerinden hareketine baktığın zaman daha özgür ve özgün bir alan buluyor müslüman olmamasından dolayı. Fakat Kürdün durumu böyle değil. Türk veya müslüman ne yapıyorsa, Kürt de onu yapmak durumunda kalıyor.
1912 yılında özellikle Balkanların kaynaması, giderek imparatorluğun cephelerdeki asker kayıpları vs. gibi nedenler, İttihatçılar özelinde Kürdün öneminin daha bir artmasına neden oldu. Çünkü benim sağımda ve solumda savaş varsa, Kürdistan ve Batı Ermenistan’da askeri bir varlık olarak kendimi gösterme şansım yok. Kürdün İttihatçılar nezdinde önemi burada artıyor. Özetlemek gerekirse, İttihatçılar, Kürtleri Ermeni soykırımı başta olmak üzere bütün kirli ve pis işlerinde kullanmışlardır.
İttihat ve Terakki'nin dört kurucusunun ikisi Kürt’tür fakat bu iki kurucuda Kürtlük bilinci ne kadar gelişmiş, Kürt halkına ve onun tarihsel ulusal ve sınıfsal çıkarına mı hizmet etmektedirler, yoksa devletin bekası için mi orada bulundurmaktalar? Süreç içerisinde İttihat’ın kendi içinde geçirdiği siyasal dönüşüm, kendisi ile ittifak yapan bütün siyasal akımların zaman içerisinde tasfiye olmasına neden olmuştur. Kürtler ise bu tasfiyenin son halkasıdır. Yazının başında da ifade ettiğim gibi Kürtler ve İttihatçıların ilişkisi neydi sorusunu tekrardan sorarsak, Osmanlı'da Kürtlerin gücü ne kadarsa, Kürtler ile İttihatçıların ilişkisi de o kadardır.
Mehmet Can