15 Temmuz’dan sonra, AKP liderliğinin önünde iki yol vardı: Birisi, şimdi hepimizin yüz yüze kaldığı sorunlara neden olan güzergâh. OHAL’in fırsatçı bir şekilde kullanımından kaynaklı olan sorunlar yumağı her yandan fışkırıyor.
Fakat 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir başka yol daha denenebilirdi: Bu, demokrasinin sınırlarını genişleterek, 15 Temmuz darbesi gibi gelişmelerin siyasal temelini ortadan kaldıracak, özgürlük alanlarını geliştirecek, hukuku, yasama-yargı ve yürütme alanında denge ve denetlemeyle şeffaflığı hâkim hale getirmek için yol haritası belirleyecek bir başlangıç olabilirdi. Bu fakat, aynı zamanda Kürt sorununda diyalog yönteminin yeniden devreye girmesi anlamına da gelirdi. 15 Temmuz’dan sonra yaşadıklarımızı yaşamak zorunda değildik, hem de bu hükümetle, bu siyasî liderliğin hakimiyeti koşullarında.
Bu yaşadıklarımız bir apaçık bir siyasal tercih. Başkanlık, yine gündeme getirilebilirdi, demokratik koşullarda, tartışma ve ifade özgürlüğünün genişlediği koşullarda, başkanlık ve hatta Erdoğan’ın başkanlığı konuşulabilir, demokratik bir yarış ilan edilebilirdi. 15 Temmuz darbe girişimiyle alakası olmayan kamu çalışanlarının, akademisyenlerin KHK’larla işten atıldığı, açığa alındığı, derneklerin kapatıldığı, insanların tutuklandığı OHAL koşulları, anayasa değişikliğinin özgür koşullarda tartışılmasına imkân vermiyor. Oysa referandumun farklı siyasî görüşlerin var olduğu gerçeğinin altının çizilmesi ve son sözün halk tarafından söylenmesi için gündeme geldiği iddia ediliyor. Bu farklı fikirlerden sadece bir tarafın görüşlerini özgürce dile getireceği koşullar, boksörlerden birisinin elleri kollarının bağlandığı boks maçına benzer.
Mecliste görüşülmeye başlayan anayasa değişikliğiyle, bir oldu bitti ya da “ben yaptım oldu” politikasıyla, anayasal bir otoriterlik referandum konusu yapılıyor. Oldu bitti öyle inanılmaz bir siyaset sahnesinde cereyan ediyor ki, başkanlığa karşı çıkan bütün renkler kaçınılmaz bir şekilde birbirine karışıyor. Çok başarılı bir rejimmiş gibi, mevcut parlamenter yapıyı sahiplenen ulusalcılarla, gündeme getirilen paketin anayasal bir otoriterliği, politikanın tek bir insanın elinde yoğunlaşması anlamına geldiği için reddeden ama aynı zamanda sayısını unuttuğumuz kadar çok darbe ve darbe girişimine neden olan siyasal rejimin bir parçası olan mevcut parlamenter yapının da demokrasi yönünde aşılması gerektiğini savunanlar karmakarışık olmuş durumda.
Bu 15 Temmuz şokunun ardından arka arkaya yaşanan şokların yarattığı bir karmaşa ve dağınıklık durumu. Bu nedenle, bu referandumda, “Hayır! Başkanlık değil demokrasi!” demek, hem eski yapının aşılmasını hem de siyasî bir tekel yaratmayı hedefleyen başkanlık önerisine karşı çıkılmasını savunmak için en elverişli yol olarak görülüyor.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)