Birleşik Metal-İş sendikasının aldığı grev kararı ve sonrasında yaşananlar, hem Türkiye işçi hareketi hem de sosyalistler için önemli dersler barındırıyor. Metal patronlarını temsil eden MESS, metal sektöründe örgütlü diğer iki sendikaya kabul ettirdiği taslağı Birleşik Metal-İş’e de dayatmaya çalıştı ancak başarılı olamadı.
İşçiler açısından MESS’in taslağı bir dizi noktada yetersiz kalırken, var olan haklara yönelik saldırılar da içeriyor. İşçilerin pek çoğu asgari ücret düzeyinde ücret alırken, aynı işi yapan iki işçi arasındaki ücret farkı oldukça açılmışken, patronların taslağı bu durumu devam ettiriyor, ayrıca şu an iki yıllık yapılan toplu sözleşmelerin süresini üç yıla çıkartmayı dayatıyor. Süreyi üç yıla çıkartarak işçilere sadece (devletin açıkladığı ve gerçeği yansıtmadığı gayet iyi bilinen) enflasyon oranında zam verilmesini sağlamaya çalışıyor, bu saldırıyı başarıya ulaştırmak için üçüncü yılın başında enflasyonun üstünde bir zam vaadini yem olarak kullanıyor.
Ancak MESS’in bu taslağı, Birleşik Metal-İş üyesi metal işçileri tarafından reddedildi. Grev kararı tabandan, fabrikalardaki işçilerin basıncı sonucunda alındı. Fabrikalarda grev komiteleri kuruldu, işçiler patronlara olan tepkilerini fabrikalarda yaptıkları yürüyüşlerle ortaya koydu. Patronlar da boş durmadı elbette, işçiler tek tek aranarak, tehdit edilerek greve olan katılım azaltılmaya, işçilerin birliği bozulmaya çalışıldı. Patronlar, sendika üyesi olmayan işçilerden imza toplayarak grev oylamasına gidilmesine neden oldular, amaçları bir grev oylamasında çoğunluğun “greve hayır” demesiydi. Oysa beklediklerinin tam tersi oldu; oylamanın yapıldığı tüm fabrikalardan “greve evet” çıkarken, toplu sözleşme kapsamında olmayan pek çok işçinin, beyaz yakalıların da greve evet oyu verdiği görüldü.
Sarı sendikaya karşı
Birleşik Metal-İş’in aldığı grev kararı sadece metal patronlarını değil, metal işçileri üzerinden çıkar sağlayan sendikal statükoyu da tehdit ediyordu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre metal sektöründe (kayıtlı) bir buçuk milyon kişi çalışıyor.
Bunların ise sadece %17’si bir sendikaya üye. Sendikalı işçilerin arasında birinci sırayı Türk Metal-İş sendikası alıyor. Pek çok metal işçisinin “sarı sendika” olarak andığı Türk Metal-İş, kuruluşundan beri DİSK’e karşı devlet ve patronlar tarafından destekleniyor. Türk Metal üyesi işçiler, sendikalarının yaptıkları anlaşmadan anlaşma yapıldıktan sonra haberdar olabiliyor. Geçmişte pek çok kez işçiler, Türk Metal’e kitlesel olarak tepki gösterip sendikadan istifa etmişlerdi. Yakın zaman önce Bosch ve Renault’taki Türk Metal üyesi işçiler Birleşik Metal’e geçmiş, ancak fabrikada çoğunluk sağlayamadıkları için Türk Metal’e geri dönmek zorunda kalmışlardı.
Sektördeki diğer bir sendika ise işçilerin %2’sinin örgütlü olduğu Çelik-İş. Sendikanın başkanının Recep Tayyip Erdoğan ile gülerek çektirdiği fotoğraf, kendisinin sınıf tavrı konusunda pek söze gerek bırakmıyor. Birleşik Metal-İş’in grevi başarıya ulaşsaydı, diğer sendikalara üye olan pek çok işçi de Birleşik Metal’e yönelecek, Türk Metal’in mücadelenin önündeki bir duvar olarak gördüğü rolün zayıflaması şansı doğacaktı.
Millî güvenlik: Sermayenin güvenliği
Birleşik Metal-İş’in böyle önemli potansiyellere sahip olan grevi daha başlamadan patronlar arasında önemli çatlaklar yaratmıştı. Üç metal şirketi MESS’ten ayrılmış ve sendikayla ayrı olarak görüşmeye başlamış, Bekaert’te ise önemli kazanımlar içeren bir anlaşmaya varılmıştı. Greve çıkılan fabrikalarda grevin tam katılımla geçeceği, üretimin tamamen duracağı belli olmuştu. İşte devlet tam bu noktada harekete geçti ve var oluş amacına uygun olarak davrandı.
Patronların Kocaeli Sanayii Odası üzerinden ilettikleri grevin ertelenmesi isteği, cumartesi günü alınan bir Bakanlar Kurulu kararıyla hemen yasallaştırıldı. Karar, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından süratle onaylandı. Gerekçe, grevin “millî güvenliği bozucu nitelikte olması”. Yasada erteleme olarak geçse de yapılan grevin yasaklanmasıydı. Bağlantı elemanları, kablolar ve profil demir üreten şirketlerdeki bir grev “millî güvenliği” tehdit ediyordu. İşçilerin seçim sandıklarında ortaya koyduğu irade, “millî irade” ile uyuşmadığından görmezden gelindi. AKP iktidarı, aynı gerekçeyle yasaklanan Şişecam grevinde olduğu gibi, aldığı kararın ne kadar absürd ve akıl dışı gözüktüğü ile ilgilenmedi. Grev durdurulmuştu.
AKP deşifre oluyor
Darbelerle ve darbecilerle mücadele ettiğini anlatan, her mitinginde yoksulların, mazlumların sesi olduğu yalanını savuran AKP hükümeti, 12 Eylül darbecilerinin işçi hareketini boğmak için kullandıkları 2822 sayılı yasayı patronları korumak için kullandı. 2012 yılında yasayı değiştirirken grevleri ertelemekle ilgili bu maddeye dokunmadı. Üstelik AKP, sadece cam ve metal grevlerini değil, iktidara geldiğinden beri yedi ayrı grevi benzer şekilde yasakladı.
Metal grevi ikinci gününde yasaklandı. Ancak grev, işçiler için bir okul oldu. Çoğunluğu AKP’ye oy veren işçiler, AKP’nin nasıl bir parti olduğunu, devletin ve sermayenin nasıl ortaklaşabildiğini ilk elden deneyimlediler. Grev, AKP tarafından yokmuş gibi gösterilen toplumdaki sınıfsal hatları hiçbir propaganda ve “aydınlatma” çalışmasının yapamayacağı kadar açık bir şekilde gösterdi. AKP’nin kurmaya çalıştığı “Müslüman gerçek halk vs Gezici darbeci elitler” denklemi on binlerce işçinin gözünde paramparça oldu. Evrensel gazetesine konuşan Yücel Boru işçisi Zafer Taciroğlu’nun “AKP’ye sadece patronlar mı oy verdi, onların oyları mı ile hükümet oldu? Biz işçiler de oy verdik. Ama o sadece patronların sesine kulak verdi ve grevimizi yasakladı. Bundan sonra oy vermeyeceğiz. Yazıklar olsun” sözleri daha geniş bir tepkinin bir ifadesi.
Birleşmeden kazanamayız
Metal grevinin yasaklanması, işçi sınıfının –bu sendikasızlaştırma, güvencesizleştirme, taşeronlaştırma şartlarında– en örgütlü kesimine yapılan bir saldırı. Grevin böyle saçma bir gerekçeyle yasaklanması hükümetin sadece metal işçilerini değil, tüm işçi sınıfını karşısına almaya cüret edebildiğini gösteriyor. Böylesi bir cüretle davranabiliyorlar çünkü işçi sınıfı örgütsüz, var olan sendikalar etkisiz. AKP, Hak-İş ve Memur-Sen gibi sendikaları yanına alıp Türk-İş’i tarafsızlaştırmayı başardı. AKP tabanının büyük bir kısmı yolsuzlukların farkındayken, AKP iki büyük işçi konfederasyonunun “Yolsuzluk yok, darbe var” açıklamasının altına imza atmasını sağlayabildi. Ülkenin en büyük işçi konfederasyonu TÜRK-İŞ, grev hakkına yönelik bu saldırıya karşı tek kelime etmiş değil. Mücadelenin KESK, DİSK ve meslek odalarına sıkışması tehlikesi ortada.
Grevin yasaklanması, meşruiyetini zerre azaltmış değil. Grev ve sendika yasaları mücadelenin bir sonucu, o anki sınıf mücadelesi dengesinin bir göstergesi. Geçmişte Kavel işçilerinin “hukuksuz” grevi nasıl kazandıysa, KESK nasıl “yasal olmayan” bir sendikayı yasal hâle getirip grev hakkını elde ettiyse, bugünkü grev yasağına karşı mücadele de grev yaparak yürüyecek. Bugün metal işçilerini desteklemenin yolu, hem Ejot Tezmak fabrikasındaki gibi işgalleri hem de mücadeleyi ortaklaştırmaya yönelik her çabayı desteklemekten geçiyor. Yol kapatma eylemleri, açlık grevi, Ankara yürüyüşü gibi yöntemler yerine Türk Metal’in tabanını kazanmak, başta TÜRK-İŞ olmak üzere diğer sendikaları aşağıdan bir basınçla mücadeleye zorlamak, birleşik bir emek platformu yaratmak gibi yollar öne çıktıkça işçilerin başarı şansı da artacak.
Onur Devrim Üçbaş
- Metal işçileri greviyle dayanışma Facebook sayfası