Yapılan bilimsel araştırmalara göre, her şeyin yolunda gittiği farz edilerek, iç savaşların bitme süresi asgari 15-20 yıl gibi… 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaşın, en iyimser bir yorumda bulunmak gerekirse, bitme süresi 2030-2035 yılı diyebiliriz.
İç savaşlarda birçok grup savaşın seyrine göre pozisyon alır ve genelde düzenli bir orduya karşı asimetrik bir yöntemle savaşarak karşı tarafta yıpranmışlık, yorulmuşluk ve psikolojik olarak moral ve motivasyonun düşmesini sağlamaya çalışıp bu minvalde sonuç almaya çalışır. Şehirlerde gerilla savaşı, kent savaşı yürüten gruplar, örgütler düzenli orduya karşı!
Türkiye böyle bir sürecin içine dahil olarak uzun vadeli, geleceği belirsiz bir durum ile karşı karşıya kalacaktır ve Suriye sahasındaki gelişmeler de göstermektedir ki giderek kalmaktadır. Suriye iç savaşının önce artçı hafif bir şekilde, daha sonra ise giderek artan bir şiddetle, en son İstanbul Ortaköy’deki gece kulübü baskını da göstermiştir ki artarak bu savaşın etkilerinin hissedilmesi, Türkiye’yi sonu belli olmayan bir maceranın içine dahil etmiştir.
Fırat Kalkanı operasyonuyla Suriye iç savaşına dahil olan TSK, giderek savaşın ağırlığını, özellikle El Bab’da ve kendi metropollerinde hissetmektedir. PKK, PYD, YPG ile düşman Türkiye bunu biliyoruz, peki IŞİD ile niye araları açıldı? Bir kere işin başında içinde Türkiye’nin de olduğu, Rusya ile henüz bir yakınlaşmanın olmadığı bir aşamada Türkiye’nin İncirlik hava üssünü ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerine açması ve buradan kalkan askeri uçakların IŞİD mevzilerini bombalaması, Türkiye ile IŞİD’in arasının açılmasının ilk nedeni diyebiliriz.
Bu durumdan kaynaklı olarak IŞİD’in Türkiye içindeki sivilleri hedef alması, yani kısasa kısas anlayışını uygulaması. İlk gerginlikler bu şekilde başlarken, şunu da unutmamak gerekir ki, IŞİD Türkiye’nin kullanabileceği, her istediğini yaptırabileceği bir örgüt değil. IŞİD Türkiye’nin ittifak yapabileceği, dönemsel olarak müttefik olabileceği bir yapı ve örgüt. IŞİD, Irak El Kaidesi'nden türeyen ve tohumları Afganistan ve Pakistan’da atılan asimetrik savaşı, psikolojik savaşı çok iyi bilen, ağır silah kullanabilen, dağda ve çölde savaşma kabiliyeti olan bir yapıdır.
Peki soru: Bir örgüt ve onun üyeleri niteliksel olarak nasıl bu kadar donanımlı olabildi? IŞİD’i besleyen, büyüten ve yakın döneme kadar da IŞİD ile ittifak yapan ABD emperyalizmi başta olmak üzere bölgede alt emperyal hedefleri olan ülkeler sayesinde bu hâle geldi. Bu konu ayrıca başlı başına bir yazıyı hak ederken, Zerkavi’nin kurduğu Irak El Kaidesi'nin ötesine geçip temelleri 1979’da Afganistan ve Pakistan’a giderken, biz asıl konumuz olan Türkiye’nin IŞİD ile karşı karşıya gelmesini anlamaya çalışalım. İncirlik üssünün koalisyon güçlerine açılması ve daha sonra Türkiye’nin sürecin başındaki iki hedefinden biri biri olan Esad’ın devrilmesi politikasından vazgeçmesi, Rusya ile giderek yakınlaşması ve bu yakınlaşmanın sonucu olarak Rusya’nın izniyle Fırat Kalkanı operasyonunu başlatıp Suriye’ye girmesi, Suriye sahasındaki bütün bu yaşanan gelişmeler IŞİD başta olmak üzere diğer Selefi grupların Türkiye’ye karşı pozisyonlarını değiştirmelerine neden oldu.
Kısacası, olası bir PYD genişlemesi ve kantonların birleştirilerek bir Kürt koridorun oluşturma çabası, kısa dönemde Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonu nedeniyle ertelendi. Kısa dönem diyorum çünkü Suriye sahasındaki şu andaki durum Türkiye ve TSK açısından sürdürülebilir bir durum değil… Suriye sahasında ilk ciddi muharebesini El Bab’ta veren Türkiye, bir nevi burada kendi askeri kapasitesini görüp sınamış oldu.
El Bab’ta IŞİD’in asimetrik savaşına muhatap olan TSK, şehir savaşlarında zorlandığını ve istediği sürede ilerleyemediğini fark etti. Bundan dolayıdır ki Rusya ve İran ile imzalanan Moskova mutabakatı sonrası Rusya’nın verdiği hava desteği ile El Bab’ta IŞİD mevzilerini vurmasıyla derin bir nefes aldı. El Bab’ta sıkışan Türkiye, Suriye sahasında nereye kadar genişleyebilir? Bir kere Suriye haritasını gözümüzün önüne getirdiğimizde şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: Suriye’nin batısına genişleme şansın yok bu bir, çünkü orada Suriye Demokratik Güçleri var. Rakka’da ise IŞİD, hadi SDG’ni geçtim, SDG o alanı bırakıp gitti diyelim, peki Rakka’da askeri olarak nasıl sonuç alacaksın? Rakka, Adana büyüklüğünde bir şehir; yani El Bab’dan çok daha büyük bir şehir, ayrıca IŞİD’in toplumsal tabanının olduğu bir kent. Yine bunun yanında diğer bir alternatif olan Menbiç’e ilerliyebilirsin, fakat Menbiç’te de ABD’nin de içinde olduğu, başını PYD’nin çektiği SDG var. Unutmamak gerekir ki tıpkı Rakka’da IŞİD’in olduğu gibi PYD’nin de burada bir toplumsal tabanı var ve bu taban ile YPG’nin silahlı güçlerinin ortak hareket etme durumu var.
Aynı zamanda TSK’yi tanıyan bir örgüttür PYD. TSK’nin savaş kapasitesini bilen, nerede, ne zaman, nasıl hareket edebileceğini iyi okuyan bir yapıdır. PKK’den PYD’ye aktarılan 40 yıllık savaş ve çatışma birikimi mevcuttur. Dolayısıyla Türkiye adım adım Suriye bataklığına doğru yol almakta, ilerlemektedir. IŞİD, Mısır ve Tunus’ta başlayan Arap devrimlerinin Suriye’ye sıçramasını engelleyen veya Suriye’deki burjuva diktatörlüğüne karşı genişlemesine büyük bir darbe vuran ve varlığıyla bölgesel, kıtalar ötesi emperyal güçlere Suriye ve Irak sahasında büyük müdahale alanları açan, bu güçlere bu fırsatı verdikten sonra, bu güçler tarafından sınırları hatırlatılan bölgenin işgalci güçlerinin de süreç içerisinde giderek başına bela olan, Kürt ulusallaşmasının ve Ortadoğu devriminin önünde büyük bir engel olan yapının adıdır.
Ortadoğu, günümüzde ulus devletlerin etnik ve mezhepsel bir tarzda bölünüp parçalandığı, ezilen ve sömürülen ulusal demokratik hakları gasbedilen ulusların yanına yenilerinin eklendiği, vekalet savaşlarının kaos ve karmaşanın giderek derinleştiği katliamlar, baskılar, sürgünler coğrafyası olmaktadır. Baas gericiliğini besleyen, geçmişte Sovyetler Birliği, günümüzde ise Rusya ve dinci radikal unsurları besleyip büyüten ABD arasında Ortadoğu halkları bir tercih yapmak zorunda değildir. Ortadoğu halkları etnik, dini ve ulusal anlamda bölünmeyen, halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin ettiği, devrimlerin durmadığı ve durdurulmadığı toplumsal kurtuluşu hedef alan, yeni bir toplumsal düzen ile yeniden kendi tarihsel köklerine geri dönebilir. Bu cendereden çıkışın tek yolu herkesi ve herkesimi kapsayan içine alan, etnik, mezhebi ve ulusal anlamda değil, sınıfsal bir temelde bir ortaklaşmanın ve tarihsel buluşmanın sağlanmasıdır.
Mehmet Can