Sözü uzatmadan mevzuya gireyim. Türk medyasına da yansıyan Türk Genelkurmayı’nın açıklaması ile birlikte Suriye rejim güçlerinin El Bab’da gerçekleştirdiği hava operasyonu ile Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mensup üç asker yaşamını yitirdi. Yabancı basın ise 20 Türk askerinin yaşamını yitirdiğini söylerken, çok sayıda tankın darbe yediğini tahrip olduğunu ifade etmektedir. Konunun sıcak olması net bir bilgiye erişmemezi engellerken, süreç ilerledikçe olay hakkında ortaya çıkan bilgi kirliliğinin de ortadan kalkacağını umuyorum. Konunun detaylarını bir tarafa bırakırsak… TSK, Türkiye El Bab’a neden girdi, El Bab neden bu kadar önemli?
Suriye ve Rojava sahasında önemli bir dinamik olan YPG, PYD, El Bab üzerinden, Kobani’den diğer bir kanton olan Afrin’e bir köprü kurup bu iki kantonu El Bab’dan birleştirmek istiyor. İçerisinde YPG’nin ağırlıklı olarak yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) stratejik önemdeki El Bab’ı alması demek, kantonların birbiriyle olan iletişimsizliğinin, fiziksel temassızlığının ortadan kalkması demek, YPG açısından Suriye sahasında önemli bir askeri ve moral üstünlüğün ele geçmesi geçirilmesi demek. Türkiye’nin en büyük kaygısı ve korkusu bu olurken, ikinci en önemli tedirginliği ise Halep olmaktadır. Halep’in kuşatılması ve alınması önemli bir askeri üstünlük ve avantajın ele geçirilmesi, Suriye’de siyaseten masadaki kartların yeniden karılması, dağıtılması demek. Birçok yazarın ve siyaset adamının da ifade ettiği gibi "Halep’i alan savaşı kazanır" tezi, günümüz açısından hâlâ güncelliğini korumaktadır. Rejim güçleri, özellikle Rusya’nın fiziksel olarak savaşa dahil olmasından sonra her ne kadar da askeri olarak Halep’te üstünlüğü ele geçirse de, Suriye rejimi açısından Halep’in hâlâ bir bütün olarak ele geçirilememesi uzun vadede rejim açısından önemli bir güvenlik sorununun hâlâ varlığını koruması demek...
Yazının başlığının "El Bab’ı bırak Halep’e bak" olarak atmamın en önemli nedeni bu... El Bab’ı ancak Halep ile birlikte düşünürsek stratejik önemini ve değerini anlayabiliriz. Halep, unutmamak gerekir ki Suriye’nin ikinci büyük kenti, bu büyüklük sadece insan sayısı ve coğrafi özellikle sınırlı da değil, Halep aynı zamanda sanayi ve ticaret başkenti. Türkiye için İstanbul’un önemi neyse Suriye için Halep’in önemi odur. El Bab, yani Arapça'da kapı anlamına gelen bu yerleşim yeri, Halep ve Rakka’ya açılan bir kapı aynı zamanda. Suriye rejiminin veya Rusya’nın Türkiye’ye, Türk ordusuna Suriye’deki sınırlarını hatırlatması, "Halep’e açılan kapı üzerinde kontrol bende olur" demesi, Halep üzerinde işini şansa bırakmaması ile alakalı bir durumdur.
El Bab’ı ele geçiren bu kapı üzerinde kontrolü sağlayan herhangi bir ülke için bu, Halep içerisinde o ülke adına vekalet savaşını yürüten veya o ülke ile askeri olarak ittifak yapan silahlı grupların kordinasyonunun, iletişiminin daha sağlıklı bir şekilde kurulması demektir. Türkiye, özellikle Rusya’nın Suriye sahasına müdahil olması ile birlikte, Halep’te ve Suriye’nin diğer önemli şehirlerinde desteklediği silahlı gruplara yeterli desteği verememekte ve bunun sıkıntısını her alanda yaşamaktaydı. Suriye sahasına Türk Ordusu’nun fiziksel olarak mühadil olması, tekrardan etki alanının kendi açısından genişlemesi demekti; en azından Suriye savaşına etki edebilecek fırsatların yeniden doğması, yeşermesi demekti. Ama bu durum sınırsız değildi. El Bab’da Türk askerlerine açılan ateş bu sınırın hatırlatılmasıydı. Rusya ile yapılan anlaşma ile yeniden Suriye sahasında kendine yer açan Türkiye, kendisine çizilen sınırların dışında, gücünü aşan maceralara girişmeye kalktı.
Halep’in El Bab üzerinden Türkiye destekli cihatçı gruplar eliyle düşmesi, düşürülmesi demek, Suriye rejiminin çok dar bir alana sıkışması; Şam, Humus, Lazkiye hattında top koşturması, pas yapması demektir. Rejim, Hizbullah, İran ve Rusya, Halep’in düşmemesi için bütün varlığını ortaya koyacaktır. Suriye iç savaşı, Türkiye gibi ülkelerin, yani az gelişmiş kapitalist ülkelerin, boyunu aşacak işlere kalkışması, Suriye sahasındaki denkleme bir sığıntı gibi müdahil olması, Türkiye’yi giderek Suriye’de bataklığa doğru çekmekte, bir koyup üç veren bir ülke konumuna düşürmektedir. Neyi verecektir veya vermek zorunda kalacaktır?
1) Her şeyden önce dünya halkları nezdinde itibarı, güvenirliliği sorgulanacaktır. 2) Kürt halkı ile olan sorunları gittikçe büyüyecektir. 3) Az gelişmişlik iktisadi anlamda daha bir derinleşecek ve derinleşen çukur, ülke içinde işçi sınıfı ve yoksul kesim üzerindeki baskıları artıracaktır. Yoksulluk, mülksüzleşme giderek artacaktır. Bölgesel emellerini saklamayan, bölgede alt emperyal hayalleri olan Türkiye gibi ülkelerin, siyaseten genişlemesinin ve uzun vadede nefes almasının tek yolu ortaya çıkan yangınlara odun ile gitmek, bu yangını daha da alevlendirmek ve ateşi harlamak olmamalıdır. Bir an önce, Kürt halkı ile barışı sağlayıp Ortadoğu’dan askerini çekmelidir. Mesele güvenlik ise güvenlik sorunları ancak toplumsal barışlar ile elde edilir. Kürt halkı ile her alanda eşitlik temelinde sağlanacak bir barış, bu topraklardaki diğer halkların sınıfsal temelde bir üst lige çıkmasının koşullarını da yaratacaktır. Suriye iç savaşı, bu topraklardaki halkların savaşı değildir.
Mehmet Can