TİP, 13 Şubat 1961’de on iki sendikacı işçi tarafından kuruldu. Bir yıl sonra Mehmet Ali Aybar genel başkanlığa getirildi.
Aybar ile beraber partiye sosyalist aydınların akını başladı. Partiye katılan bu sosyalist aydınların katkılarıyla yeni bir tüzük ve program hazırlanarak, partinin sosyalist nitelikte bir sınıf partisine dönüşmesi sağlandı. Konjüktür de TİP’in özgürce siyaset yapmasına engeldi. Soğuk savaşın hüküm sürdüğü, Türkiye’nin NATO üyesi olduğu, yani emperyalizmin Ortadoğu’daki bekçiliğini ilan ettiği, TC içinde komünizm karşıtlığı ve sol düşmanlığının sıradanlaştırıldığı bir atmosferde kuruldu Türkiye İşçi Partisi. TİP’in siyasetinin ana özü şu idi: “Emperyalizmin denetiminden kurtulmuş, tam bağımsız ve her türlü sömürünün son bulduğu bir Türkiye.” Diğer taraftan ise işçi sınıfının ekonomik talepler etrafındaki mücadelesini siyasal alana taşımak ve bu haklar çerçevesinde mecliste mücadele etmek.
Kısaca ifade etmek gerekirse, TİP parlamentarizmi esas alan bu yolla sosyalizmi inşa edeceğini düşünen bir inancın taşıyıcısı ve takipçisi idi. Bu dönemde, Türkiye solunun diğer akımı olan YÖN hareketi de yukarıdan devrim hayalleri peşinde koşmakta idi. Gerek TİP’in parlamentarizm saplantısı, gerek ise YÖN’ün yukarıdan devrim hayalleri, Türkiye’de devrimci gelişimin önüne büyük bir set çekmiştir. Özellikle Türkiye gibi ceberrut devlet geleneğinin hüküm sürdüğü bu topraklarda parlamentarizm batağına saplanmak, sonu belli olan bir siyasal maceracılıktı. TİP’i bu batağa sürükleyen ve daha da batmasını sağlayan, 1965 seçimlerinde yüzde üç oy almasıdır. 1965 seçimlerinde alınan bu oy TİP’i cesaretlendirmiş ve devrimci mücadelede, meclisi, mücadelenin en önüne koymuştur. TİP’in içinde, TİP’in parlamenter tutumuna karşı ilk eleştirel çıkışı yapan Mihri Belli’dir. Mihri Belli, “Milli Demokratik Devrim” tezini ortaya atarak, ordu ile beraber bir devrim ideolojisinin koşullarını üretiyordu.
Kaderini sol darbeye bağlayan Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli önderliğindeki kesim için TİP, ordu eliyle yapılacak “milli bir devrimin” siyasal organı olmalıydı. Bu ekolün TİP içindeki muhalefeti gerici bir muhalefet idi. Aşamalı devrimi savunan, zinde güçlerle ittifak olabileceğini düşünen, sosyalizmin tepeden kurulabileceğine inanan gerici bir ideolojik yerden süreci ele alıyorlardı. Ayrıca bu ekol, Türk ordusunu iki tarihsel moment etrafında tahlil ediyordu. Bunlara göre NATO’ya girmeden önce Türk ordusu ilericiydi, NATO’ya girdikten sonra ise gericileşti. Oysa bu ülkedeki en büyük katliamlar, İsmail Beşikçi’nin de birçok kez ifade ettiği gibi, 1923 ve 1938 arasında gerçekleşen katliamlardır. Bu katliamlar olurken ordu NATO’nun içinde değildir. Dolayısıyla gerek TİP’te, gerek ise sol akımın diğer temsilcisi olan YÖN ve MDD hareketinde ezilen uluslarla ve sınıfın bir bütün olarak kendisi ile ilgili fazla bir şey yok.
Evet, işçi sınıfı adına konuşuyorlar ama işçi sınıfının kendisi yok; Kürt halkı adına konuşuyorlar ama Kürt halkının kendisi yok! Dolayısıyla tepeden bir darbe sonucu iktidar ele geçirileceği için, alt tabakalar, yani halkın büyük çoğunluğu, gerçekleşecek bu darbe sonucu yeniden oluşturulacak zaten. Oysa dünyadaki diğer devrim deneyimlerine baktığımız zaman, aşağıdan geniş kitlelerin mücadelesi sonucu bir sürecin yaşandığını görüyoruz. Bunun en büyük örneği, Rusya’daki 1917 Şubat Devrimi’nden sonra yaşananlardır. Rusya’da 1917 Şubat Devrimi gerçekleştikten sonra Rus çarı devriliyor, monarşinin yıkılmasından sonra ikili bir iktidar ortaya çıkıyor. Bir tarafta Sovyetlerin, diğer tarafta ise burjuvazinin, Çarlık monarşisinin eski generali Kornilov bu dönemde ülkede şovenizmi ve milliyetçiliği körükleyerek Şubat Devrimi’nden sonra ortaya çıkan geçici hükümeti bir darbe sonucu devirmek istiyor.
Geçici hükümetin ve Bolşeviklerin direnişi sonucu Rusya’da gericiliğin son kozu olan bu darbe girişimi geri püskürtülüyor. Bu aşamadan sonra Bolşevikler, kendi aralarındaki toplantılarda ortaya çıkan sonuç üzerinden durum değerlendirmesi yapıyorlar. Diyorlar ki: “Rusya’da prestijimiz çok yüksek, sosyalist devrim için ayaklanalım”. Troçki hayır diyor, bizim ayaklanma vaktimiz, Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirdiğimiz zaman ancak olur! Nitekim Şubat Devrimi’nden sonra işçi sınıfının mücadelesi sonucu ortaya çıkan Sovyet organlarında seçimlere gidilir. Bu seçimlerde Bolşevikler, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler'e karşı ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanır. Bu çoğunluk kazanıldıktan sonra Bolşevikler, 1917 Ekim Devrimi için ayaklanıyor. Dolayısıyla kitleden, sınıftan bağımsız alınan iktidar meşru değildir. Meşru olmadığı için ise devrim değildir. O, ya bir darbedir, ya da elitist azınlık bir kesimin iktidarıdır. Türkiye solunda ister Türkiye’nin geç kapitalistleşmesi deyin, ister despotik Osmanlı devlet geleneğinin temsilcisi deyin, gerekçe ne olursa olsun, kitleden bağımsız gerçekleşen hiçbir hareketin meşru olma hakkı yoktur.
Türkiye solu, bu argümanlarını sıralayarak, kendi karşı devrimci yöntemlerini geniş toplumsal kesimlere kabule zorlamaktadır. “Sen kendini kurtarmayacaksın , seni ben kurtaracağım!” demektedir işçi sınıfına. Türkiye solunun işçi sınıfına bakışı bu şekilde olurken, Kürt sorununa da şu parametreler etrafında yaklaştı: TİP’in ilk kongresinde Kürt sorunu, Doğu sorunu olarak ele alınmıştır. Bu ilk kongrede Doğu iki eksende ele alınıyordu. Birincisi, Doğu’daki egemen ağalık düzenini sonlandıracak ve Kürt köylü yığınlarının özgürleşmesini sağlayacak köklü bir toprak ve tarım reformunun yapılması düşüncesiydi. İkincisi de devletin Doğu’daki yurttaşları hedef alan bölücü uygulamalarına son vermek; din, dil, ırk, sınıf ve zümre ayrımcılığını ortadan kaldırmaktı. TİP, biraz çekingen de olsa, adını tam anlamıyla koymasa bile "Burada bir sorun vardır "diyebilmekteydi. Fakat genel itibariyle devletin baktığı yerden soruna bakmaktaydı. Osmanlı’dan beri gelen bu sorunun tarım ve toprak reformu yapılarak ve bu sayede ağalık kurumu ortadan kaldırılarak çözüleceğine inanıyordu.
Oysa bugün Kürdistan’da ağalık kurumu büyük oranda tasfiye olmuştur. Ve ağalar, biçim değiştirerek büyük bölgesel kapitalistler hâline gelmiştir. Ama bu sorun çözülmemiştir. TİP bu dönemde, yetersiz de olsa, Doğu kalkınması deyimine diğer düzen partilerinden farklı olarak, ulusal demokratik hakları da kapsayan yeni bir içerik kazandırmaktaydı. Bizim burada eleştirdiğimiz nokta, bu içeriğin yetersizliği üzerinedir. TİP’in içinde Kürt aydınlarının yavaş yavaş bağımsızlaşmaya başladıklarının ve Kürt sorununa Türk sosyalistlerinden farklı bakmaya başladıklarının ilk işareti, TİP’e bağlı olan ama TİP içindeki Kürt aydınlarının genelde yazılarının yayınlandığı aylık çıkan, “Yeni Akış Dergisi”dir. Derginin sahibi ve sorumlusu, TİP MYK üyesi Mehmet Ali Aslan’dı, derginin ikinci önemli yazarı da TİP Tunceli İl Başkanı Kemal Burkay’dı.
Dergi sadece dört sayı çıkabildi. Aslan ve Burkay’ın tutuklanmaları sonucu kapandı. Burada altı çizilmesi gereken nokta, 1938 Dersim Katliamı ve 49’lar Olayı’ndan sonra, Yeni Akış Dergisi ile beraber Kürtlerin tekrardan siyasal arenaya çıkma çabalarıdır. Özellikle Behice Boran, TİP içinde Yeni Akış Dergisi içinde çıkan yazılardan rahatsızlık duymakta olduğunu ve bu yazıların Marksist ideoloji ve parti programıyla bağdaşmadığını söylüyordu. Burada Kürt solunun, Türk soluyla nereye kadar yürüyebileceğinin sınırları da çiziliyordu bir nevi. Yeni Akış Dergisi’nde çıkan yazılar, genelde Kürtlerin gasbedilmiş ulusal haklarına göndermeler yapıyordu. Parti içinde Behice Boran’ın başını çektiği klikin bu yazılardan rahatsızlık duyması, Kürt ve Türk solunun ayrılması noktasında bir zemini de yavaş yavaş döşüyordu. TİP, bir taraftan Doğu uyanış mitingleri, Doğu sorunu, Doğunun geri kalmışlığı sorunu, ülkenin doğusunda Kürtler yaşıyor diye çıkışlar yaparak yetersiz ama olumlu bir rol oynarken, diğer taraftan ise kendi içindeki ayrışmayı da derinleştirmekte idi. Bu ayrışma, gerek farklı devrim programlarını parti içinde savunan gruplar, gerek ise ulusal soruna farklı bakan oluşumlar arasında yaşanıyordu.
Bu süreç, yani Kürtlerin Türkiye solundan ayrışarak kendi bağımsız siyasetlerini örme işi, hızlanarak devam edecektir. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) oluşumu ve bu oluşumun mahkemelerde yaptığı siyasi savunmalar, Kürtlerin ilerisi için nasıl bir yol izleyeceklerinin ipuçlarını da verecektir. 49’lar Olayı, TİP, Yeni Akış Dergisi, DDKO, TKDP... Bütün bu tarihsel aktörler yeterli-eksik, hatalı-hatasız, iyi-kötü vs, Kürtlerin kendi gerçek öncü ve önderini bulmalarında önemli roller oynamışlardır.
TİP’e de yaklaşırken bu şekilde yaklaşmalıyız.
Mehmet Can