İşçi sınıfı bütün darbelerden olumsuz etkilenmiştir. Örgütlenmeleri kesintiye uğramış, ücretler geriye gitmiş, hak araması engellenmiştir. Darbe süreçlerinde ortaya çıkan baskıcı rejimlerin her zaman ilk saldırıları işçi sınıfına olmuştur.
Zincirleme darbeler sermaye için
Demokrat Parti, serbest piyasa ekonomisini tam olarak uygulayabilmek için sivilleşmek, yani mevcut askeri-sivil bürokrasi vesayetine son vermek istiyordu. Bunun için devlet memurlarına yönelik reformlar yaptı, Genelkurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağladı. Askeri-sivil bürokrasi ve temsilcisi CHP, bu yeni durumdan hiç hoşlanmadı. Yıllardır ellerinde tuttukları iktidarın avuçlarının arasından kayıp gittiğini seziyorlardı.
Sivil-askeri bürokrasi ve devletçi aydınlar, iktidarı tekrar ele geçirmek için hazırlıklar yapmaya başlamışlardı. Hükümetin aslında gerici olduğu, ülkeye şeriat getirmek istediği söylentileri alıp yürümüştü. Öğrenciler arasında her türlü provokasyon yapılıyor, suni çatışmalar yaratılıyor, ülkede kaos ve karmaşanın hüküm sürdüğü izlenimini uyandırmak için elden ne geliyorsa yapılıyordu.
Darbeciler 27 Mayıs sabahı yönetime el koydular. Kendisini sol olarak lanse eden bazı çevreler tarafından ilerici olduğu söylenen darbe, aslında bütün darbeler gibi, halkın seçimle işbaşına getirdiği hükümeti ortadan kaldırdığı için, gerici bir karaktere sahipti. Halkın iradesi ayaklar altına alınarak çiğnendi, kendi seçtiği temsilciler hapse atıldı.
Sola saldırdılar
Dünyayı sarsan 68 devrimci dalgasının etkisiyle Türkiye’de de 1969 yılından itibaren işçi sınıfının ve devrimci hareketin mücadelesi yükselişe geçti. 15-16 Haziran 1970’te yaşanan görkemli direnişle işçi sınıfının kendine güveni giderek arttı, öğrenci hareketleri radikalleşmeye başladı.
Mevcut hükümet ve meclis, işçilerin ve devrimcilerin yükselen mücadelesini bastıramadı. Egemen sınıfların çaresizliği üzerine ordu 12 Mart 1971 günü darbe yaparak işçi sınıfına ve devrimcilere karşı savaş ilan etti. Mevcut hükümetin yerine darbecilerin onayladığı yeni bir hükümet kuruldu. Grev ve sendikal hakları askıya alındı. Kamu sektöründeki tüm sendikalar kapatıldı.
Devrimciler, işçiler, Kürtler üzerinde korkunç bir terör estirildi. Onlarca kişi öldürüldü, binlercesi hapse atıldı, işkenceden geçirildi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve birçok sosyalist örgüt kapatıldı, DİSK’in faaliyetlerine son verildi. Tüm öğrenci dernekleri kapatıldı. 100.000’den fazla öğretmeni temsil eden Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kapatıldı, yöneticileri 8 yıla varan hapis cezalarına çarptırıldı, binlerce öğretmen polis fişlemesiyle işinden edildi.
Sendikalara kapattılar, grevleri yasakladılar
12 Eylül öncesinde yükselen örgütlü işçi mücadelesini bastırmak, mevcut ekonomik ve sosyal krizi burjuvazi lehine çözmek için ordu 12 Eylül 1980’de darbe yaptı. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin, bu gerçeği “bugüne kadar hep işçiler güldü, bundan böyle biz güleceğiz” sözleriyle dile getirdi.
Askeri darbeyle birlikte hükümet görevden uzaklaştırıldı, TBMM kapatıldı, 1961 Anayasası lağvedildi. İşçi sınıfının önderleri cezaevlerine dolduruldu, idamla yargılandı, örgütleri darmadağın edildi. Sendikalar kapatıldı, toplu sözleşme yetkileri ellerinden alındı, ekonomi dışı zor yöntemlerle ücretler bastırıldı; aydınlar tutuklandı, üniversitelerden öğretim üyeleri uzaklaştırıldı.
İşçi sınıfının örgütlü güçlerine karşı savaş ilan edildi, bütün ülkede devrimci avı başlatıldı. Yüz binlerce insan gözaltına alındı, milyonlarca insan fişlendi, işkenceden geçirildi. Devrimciler, işçi önderleri, rejim muhalifleri, demokratlar özel olarak hazırlanmış cezaevlerine dolduruldu. Ankara Mamak Cezaevi’nde, ülkenin her yerinde işkence sıradanlaştı. Yüzlerce kişiye idam cezası verildi, onlarcası idam edildi. Diyarbakır Cezaevi hem işkencenin ve karanlığın, hem de direnişin ve aydınlığın simgesi oldu. Kürt halkı yok sayıldı, kart-kurt teorileri üretildi, köyleri yakıldı, yıkıldı, katledildi.
Emekçileri böldüler
28 Şubat 1997 günü yapılan 9 saatlik Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından “MGK kararları” olarak bilinen 18 maddelik bir muhtıra yayınlandı. Muhtıra temel olarak, “irticai tehdit” üzerinde odaklanıyordu. Muhtıra ile Necmettin Erbakan’ın başbakanlık yaptığı Refah-Yol hükümeti devrildi.
Toplum çok derin bir şekilde laik-islamcı olarak bölündü. 6 ila 9 milyon insan ordu içinde oluşturulan Batı Çalışma Grubu tarafından fişlendi. PKK ile savaş, “ulusu bütünleştirici” bir unsur olarak ön plana çıkarıldı.
Kitleselleşmiş öğrenci hareketi, başörtüsüne devletin müdahalesine karşı çıkmakta sessiz kaldı, hareket hızla geriye çekildi. Sendikaların içinde yaratılan iklimle “laik-islamcı” ayrımı körüklendi. İşçi sınıfının birliği bir kez daha parçalandı. 1996 ve 1997 1 Mayıs gösterilerinde oldukça kitlesel olan devrimci sol, darbenin yarattığı ortamda hızla inişe geçti. 28 Şubat, “post modern” darbesi ordunun siyasal alana müdahalesinin son örneği olarak bir kuşağın hayatını etkiledi.
Bütün darbelerde işçi sınıfı önemli hak kayıplarına uğradı, örgütleri kapatıldı, mücadele kesintiye uğradı, bölündü. Burjuva demokrasisini beğenmeyebiliriz. AKP hükümetini beğenmeyebiliriz. Burjuva demokrasisi, burjuvazi için bir demokrasi değildir. Burjuva demokrasisi, bu sistem içinde işçi sınıfı ve ezilenlerin verdiği mücadeleyle elde edilen haklar toplamıdır.
Darbeye karşı çıkmak, “ama”sız, “fakat”sız net bir biçimde karşı çıkmak bu yüzden çok önemlidir. Darbeye karşı hükümeti mi savunacağız diye ortada duranlar, darbenin en başta işçi sınıfının, ezilenlerin her türlü özgürlüğünü gasbedeceğini görmezden gelmiş olurlar.
Faruk Sevim
(Sosyalist İşçi)