15 Temmuz gecesi, etkileri uzun yıllar sürecek bir darbe girişimi yaşadık. Onlarca insan yaşamını kaybetti. Yüzlerce insan yaralandı. Tanklar halkın üzerine sürüldü. F16’lar evlerin üzerinden alçak uçuş yaptı. Meclis bombalandı. Darbe girişimi sırasında dökülen kan ve yaşanan hadiseler, başarılı olmaları hâlinde olacakların sadece bir kısmıydı.
Darbe girişimin başarısızlığında işçiler ve kent yoksulları merkezi rol oynadı. Kitlelerin cesareti ve kararlılığı cuntacıları yendi. Halk, kendi kendini yönetmeye muktedir görmeyen eli silahlı elitlere karşı canı pahasına mücadele etti. Tankların üzerine çıktı. Kurşunlara ve bombalara rağmen darbeyi durdurdu. Kitle mücadelesi gücünü, tıpkı Tunus’da, Tahrir’de, Suriye’de ve Gezi’de olduğu gibi gösterdi. Sokağa çıkan yoksullara ve emekçilere AKP’nin liderlik etmesi bu gerçekliği değiştirmez. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. AKP ülkenin batısında yoksulları ve emekçilerin desteğini kazanmış kitlesel, örgütlü bir güç. Üstelik bu kitle artık darbeyi durdurmanın verdiği güvene ve deneyime sahip. Bırakın devrimi, herhangi bir demokratik kazanımı elde etmek, AKP’nin tabanındaki emekçileri ve yoksulları kazanmadan mümkün değil. Demokrasi mücadelesinde darbelerle ve darbecilerle hesaplaşmanın hayati bir rolü var. Ama önce 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi karşısında netçe durmak gerekiyor. Bunu yapmadan, darbeye karşı sokağa çıkan insanlarla dayanışmadan demokrasi mücadelesi verilemez.
Öte yandan, darbe girişiminin ardından bundan sonra ne yapılması gerektiğine ilişkin soruya doğru çözümler üretmemiz artık bir zorunluluk hâline geldi. Ordunun komuta kademesinde yer alan çok sayıda subayın yaygın bir şekilde darbe girişimi içinde yer alması, tutuklanan subayların ifadeleri ve medyadan takip ettiğimiz olayların akışındaki boşluklar, darbe girişiminin boyutlarıyla ilgili pek çok belirsizliği barındırmakta. Şimdilik biz fanilerin bunu bilmesi imkânsız. Ancak tecrübelerimiz doğrultusunda darbe tehdidinin ortadan kalkmadığını söyleyebiliriz. Zira TSK içindeki darbe geleneği cumhuriyet öncesi döneme kadar uzanmakta. TSK bugüne kadar 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat olmak üzere dört kez başarılı darbe gerçekleştirdi. Başarısız darbeleri başarılı darbeler izledi.
2007 yılında hükümete karşı e-muhtıra yayınlayan darbe girişimcisi, dönemin Genelkurmay Başkanı hâlâ ortalıklarda. Ergenekon ve Balyoz plancıları aklandı. Hrant’ın öldürülmesinde adı geçen Veli Küçük, Zirve katliamında adı geçen Hurşit Tolon gibi isimler, Levent Temizöz gibi JİTEM mensupları serbest. İlker Başbuğ’un çenesi açıldı. Darbeler ve darbecilerle hesaplaşmadan darbe tehdidi ortadan kaldırılamaz. Darbeyle hesaplaşmak için 15 Temmuz darbe girişimcileriyle hesaplaşmak yetmez, geçmişte yaşanan tüm darbeler ve darbecilerle hesaplaşmalıdır. Darbeler devlete karşı işlenen suçlar kapsamından çıkarılarak halka karşı işlenen suçlar kapsamına alınmalıdır. Gerçekleşen ve gerçekleşmeyen tüm darbelerin sermaye, yargı, hükümet görevlileri ilişkileri ortaya çıkarılmalıdır. İster Cemaat ile ilişkili kurulsun, ister başka cuntacı odaklarla ilişkili olsun, TSK içinde bir grup darbe yapmaya kalkıştı. TSK açısından bu durum bir istisna değil. Ordu mensuplarının ayrıcalıkları ortadan kaldırılmalı, ordu-sermaye ilişkisi masaya yatırılmalı, OYAK’a kayyum atanmalıdır. Serveti de darbe mağdurlarına dağıtılmalıdır.
Ayrıca 17 Temmuz darbe girişimi sonrasında hükümetin Suriye’de ve Kürt illerinde sürdürmekte olduğu savaşın darbe ortamını besleyen bir iklim olduğu artık aşikâr. Tutuklanan darbecilerin Kürt illerinde görev yapan subaylar olması ya da darbe gecesi üzerimizde gezen F16’ların Diyarbakır hava üssünden kalkıyor olması bir tesadüf değil. Savaş ortamı demokrasiyi azaltırken, militarizmi arttırdı. Kürt illerinde fiili olarak yönetim ordunun elinde. Ordu, hükümet tarafından dokunulmazlıklar zırhına büründürüldü. Hükümet Suriye’ye müdahale etmekten vazgeçip, çözüm sürecine geri dönmelidir. Orduya tanınan dokunulmazlık zırhı kaldırılmalıdır. Zira ihtiyacımız olan güçlü bir ordu değil, barış ve demokrasidir.
Çağla Oflas