Avusturya’da Özgürlük Partisi lideri Norbert Hofer’le bağımsız aday Alexander Van der Bellen’in kafa kafaya yarıştığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, Özgürlük Partisi yalnızca 30 bin oy kadar farkla kaybetti. Avusturya’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez merkez partilerin birinci turda elendiği söyleniyor.
Hofer’in partisinin adının ‘özgürlük’ olması sizi yanıltmasın. Çünkü faşist bir parti. Hem de Norveç’le birlikte Avrupa’nın en yüksek oya sahip faşist partisi. Geçen yıl 90 bin kişinin iltica başvurusu yaptığı Avusturya’da, göçmen düşmanlığı faşist partinin seçim kampanyasının merkezini oluşturdu.
Karalar bağlamak için fırsat kollayanlar, Avusturya seçiminde faşist liderin yükselişini hemen dünyadaki diğer ırkçı adayların, ABD’de başkan adayı Trump veya Fransa’da yükselen Le Pen’in potansiyel ‘zaferinin’ ipucu olarak okumaya meyilli. Tabi ki sağın yükselişini hafife almamalıyız. Ancak siyaset çelişkiler barındırarak ilerliyor. Birkaç ay önce Le Pen’in az daha zafer kazanacağı Fransa’dan şimdi grevlerle bahsediyor olmamızın sırrı burada. Dahası dört bir tarafımız müzmin depresiflerin tek düze okumalarına yer bırakmayacak kadar çok ve kitlesel mücadeleyle dolu.
Dünya son birkaç yıldır, zıt kutupların yükselişine açık bir iklime sahip. 2008’de başlayan finansal krizin faturası ağır bir şekilde yoksullara ödetilmeye çalışılıyor. Bir yandan Asya-Pasifik diğer yandan Suriye üzerinden emperyalist hegemonya mücadesi sürüyor. Bu mücadele söz konusu bölgelerden binlerce kilometre uzaklıktaki ülkeleri dahi etkileyen bir belirleyiciliğe sahip. Belirleyiciliği sadece bu bölgelerdeki kontrol gücünün ABD, Rusya, Çin gibi ülkelerde olup olmamasında değil. Emperyalist çekişme aynı zamanda, zincirin halkaları gibi birbirine bağlı bir dizi politik sorun yaratıyor. Dünyanın dört bir tarafına dağılmak zorunda kalan Suriyeli göçmenler üzerinden yükselen ırkçılık tehlikesi veya devletlerin ‘güvenlik’ gerekçesi altında kendi halklarına dönük baskı politikalarını arttırması gibi.
Bu iklim bazı ülkelerde ‘merkez’ partilerin silindiği ve siyasetin giderek daha net bir şekilde aşırı sağ veya sol alternatifler arasında kutuplaştığı koşulları yaratıyor. Fransa’da haftalardır süren ‘gece ayakta’ eylemleri ve yükselen grev dalgasının, Yunanistan’da üç gün gerçekleşen kesintisiz grevin, Almanya’da faşist Pegida’yı durduran on binlerce anti faşistin, tüm Avrupa’da kitlesel mültecilerle dayanışma eylemlerinin, ABD’de ayrımcılığa uğrayanların ve yoksulların desteklediği Sanders’ın başkanlık adaylığının, Trump’ın mitinglerini basan siyahların, kısaca mücadelenin mesajı açık: Son söz hiçbir yerde söylenmedi. Mesele bu kırılgan iklimin özgürlüklerden yana, mülteciler hoşgeldiniz diyen, krizin faturasını ödemeyi reddeden sol alternatifler için yarattığı fırsatları değerlendirmekte.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)