Yersizlik-yurtsuzlukla süren lânet

18.04.2016 - 08:12
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Bizim memleketin ruh halinin en azından bir kısmını en iyi özetleyecek olan hissiyat insanların yersizlik ve yurtsuzluk duygusudur. Meselelerin kökeninde tabii ki çok fazla sebep vardır ama bu sebeplerin yarattığı en korkunç sonuçlardan biri yersizlik-yurtsuzluk duygusudur.

‘Sonuç olarak’ ortaya çıkmış ve ‘sonuç yaratan’ bir hal yani...

Tabii ki herkesin değil, ama hatırı sayılır bir kesimin (mesela yüzde 40’lardan, 50’lerden başlayıp, yüzde 70’lere, hatta yüzde 80’lere varan oranlarda) farklı olan herkesle (Kürdler, şeriatçılar, Ermeniler, Yahudiler, ateistler, eşcinseller, vb.) arasına mesafe koymasının, korkmasının ya da güvenmemesinin sebeplerini belki bu alanda görebiliriz.

İnsanların öfkesini, korkusunu, kendilerine ve başkalarına olan güvensizliğini, dünyanın en çirkin evlerini yapma özelliğini, tarihi anıtlara, eskiye, doğaya duyduğu saygısızlığın sebeplerini belki de bir türlü bir yere ‘yerleşememesinde’ aramak gerekir.

Mesela 563 sene önce gerçekleşmiş bir fetih hareketini (yani başkalarının elindeki toprağa el konulmasını) her sene kutlamak nasıl bir ruh haline tekabül eder? Bunun simetrik karşıtlığını Miloseviç milliyetçiliğinde görebiliriz. Bosna’yı kana bulayan bu nasyonal-sosyalist adam, Yugoslavya parçalanırken, Sırp milliyetçiliğini yükseltmek için, o dönem itibariyle 600 yıl önce gerçekleşmiş olan Kosova Savaşı anması yapmış; savaş meydanında insanları toplayarak Türklerden alınacak intikamla karışık, yeniden şahlanma söylevleri çekmişti.

Sırpların derdini Sırplara; ayrıca bizim memleketin ‘kahramanlıklar’ tarihini de bir kenara bırakıp, sıradan insanlıklarımızın tarihlerine bakarsak, bu topraklarda zulüm dendiğinde, neredeyse hiçbir kesimi es geçmeyen bir sürgün ve yerinden edilmeler tarihi çıkar karşımıza... Yerinden yurdundan olan insanların yaşadığı korkunç hikayeleri anlatan ciltler dolusu kitap vardır ve daha da ciltler dolusu kitaplar yazmak gerekir.

Sovyet rejiminin, Çeçenler, Çerkesler, Ahıska Türkleri, Tatarlar gibi beğenmediği halkları ve rejim muhaliflerini ‘Sibirya’ya sürgün’ etmesi gibi, Osmanlı’dan devrolunan bir devlet geleneği olarak, Türkiye’de de ‘şarka sürülmek’ diye bir siyasal pratik var.

Tuttuğunuz partinin liderlerinin, başbakanın asıldığı; derdinizi anlatmak için kurduğunuz partilerin kapatıldığı, oy verdiğiniz milletvekillerinin yaka paça Meclis’ten atıldığı; dolayısıyla partim diye özdeşleştiğiniz kurumların ve örgütlerin bile uzun süreli olarak aidiyet veremediği, bir türlü ‘yuva’duygusunun yerleşemediği bir ülke burası...

Yakın tarihimiz itibariyle baktığımızda, 1864’te Çerkeslerin Rusya’dan sürgün edilmesi; Balkan savaşları boyunca Müslüman toplulukların Anadolu’ya sığınmaları; mübadeleyle Anadolulu Hıristiyanların Yunanistan’a, Yunanistanlı Müslümanların Türkiye’ye getirilmeleri ve 1915’te, bu toprakların asli unsurları olan (yani Malazgirt’ten önce de buralarda yaşayan) Ermenilerin yerlerinden edilmesiyle başlayan travmatik bir süreç söz konusu.

Ve 1930’lardan beri, “isyan” gerekçeleriyle Kürdlerin darmadağın edilmesiyle devam eden bir hikaye var bu topraklarda.

Bu hikaye çok uzaklarda kalmadı...

1990’lar daha dün sayılır... Yakılıp, yıkılıp, “Yarım saat sonra burayı boşaltacaksınız!” emriyle zorla boşaltılan köylerin insanlarının hikayeleri Diyarbakır’ın, İstanbul’un, İzmir’in, Adana’nın, Mersin’in gecekondu mahallelerinde devam etti...

Şimdi “terörün temizlendiği” ve taş üstünde taş kalmayan ilçelerden, kasabalardan canlarını kurtaran insanların yaşadığı göçler, ‘yersizlik-yurtsuzluk’ halimize yeni boyutlar katacak...

Kimsenin kendi yerinde oturamadığı, her an tekrar yollara düşmek zorunda kalacağı endişesiyle yaşadığı topraklarda ne kendine ne de başkasına güven duymak pek mümkün değil...

Zihinleri tahrip olmuş insanların tahrip ettiği hayatlar döngüsündeyiz. Bu yüzden öfke ve nefretle süslenen bir ‘lânet’sürüyor.

Ferhat Kentel

[email protected]

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol