Tüm ana akım tartışmaları bağlayıcı işlevi gören bazı mutlak kötüler vardır. Yani “sağdan-soldan” herkesin kötü olduğunda uzlaştığı, arada bir kötü olduğunda mutabık olunması herkesin için rahatlatan, bir ölçüde tüm meşru siyasi spektrumun asgari müştereklerini temsil eden figürlerdir bunlar. Hitler tabii olarak böyledir mesela, özellikle Amerika’da Stalin de keza, Cengiz Han da sıklıkla bu zorbalık timsali liderler kataloğunda yerini alır.
Tam böylesi bir liste için biçilmiş kaftan olan Sedat Peker ismindeki, gözleri fıldır fıldır dönecek kadar psikopat, faşist, çeteci ve mafya lideri şahsın, politika yapacak, kamusal beyanat verecek, hatta ne sıfatla olduğu bilinmese de (aslan gibi vatansever bir kişi olarak falan sanırım) miting düzenleyebilecek sosyal ve fiziksel alan bulabildiği bir yer ve zamanda yaşıyoruz.
Bu zâtın 4. sınıf korku filminden çıkma malum fantezilerini bir bildirinin imzacılarını hedef göstermek için kullanmasına ve bunun “bu ne cüret?”, “sen kimsin?”, “susturun şu adamı” gibi basınımızın çok sevdiği kalıplarla değil, “açıklama” veya en iyi ihtimalle “sert konuştu” şeklinde haber yapılabilmesine şaşırdık mı? Hayır ne yazık ki şaşırmadık. Kanımız dondu elbette, küplere bindik ama şaşırdığımızı söylemek zor.
Aynı bildiriyi desteklemesi üzerine Cumhurbaşkanı’nın “zır cahil, karanlık kişi” benzeri ithamlarını işiten, “Öyle Amerikalar’dan ancak bu kadar görürsün, gel de biz gösterelim ne neymiş” şeklinde hizaya çekilen (davet edilen) Chomsky’yi itibarsızlaştırmak için Alev Alatlı’nın, esasında kısaca “zaten Yahudi” diyebilmesine ve (Eli Haligua ile Ozan Gökşin’in de yazısında çok doğru bir şekilde dikkat çektiği gibi) sol basının dahi ekseriyetinin düpedüz ırkçılık yapmasından ziyade, iktidarın yanında yedeklenmesinden dem vurmasına peki?
Akit’in isim isim bildiriyi imzalayanların listesini yayınlaması çok beğenilmiş olacak ki, Beyaz Gazete isimli “gazetemsi” bir online yayın fotoğraflısını yayımlamış, üstelik “işte o 1100 akademisyen” başlığıyla, ve bir dünya haritasının önünde el sıkışan iki karanlık silüet resmeden bir banner eşliğinde. Banner, ülkemiz ve özelde AKP hükümeti üzerinde oynanan oyunları temsil ediyor elbette.
Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar ve “işte o…” şablonunun Türk basınının ve siyasi hayatının temel unsurları, hatta bel kemiği olmasından da anlaşılacağı üzere, hedef göstermek Türkiye’de suç değil vatandaşlık görevi olarak görüldüğünden, buna da şaşırdığımızı zannetmiyorum.
HDP milletvekili Garo Paylan’ın, geçtiğimiz hafta nüfus cüzdanı ile ilgili düzenlemeyle alakalı yaptığı meclis konuşmasında, bir yerde kullandığı “soykırımdan kurtulan dedem” ifadesi üzerine tam dört milletvekilinin söz alıp “tarihçilere bırakmak”tan “acıları kaşımayalım”a, “hukuken bir kere yanlış”tan “bunu diyenler kendi soykırımlarına baksın”a ve elbette “Hocalı’ya ne diyeceğiz”e kadar, her zevke hitap eden eksiksiz bir resmi söylem seçkisi sunması da epey alışıldık bir şeydi elbette.
Paylan’ın hâliyle bunlardan yalnızca “acıları canlandırmak” ile ilgili olanını muhatap alıp yüzleşmenin gereğinden bahsetmesi üzerine; yüzleşme kavramının ne kadar tehlikeli bir kavram olduğunu, emperyalistlerce servis edilip düzenlendiğini açıklamak üzere tekrar söz alan faşist MHP milletvekili bile “eh artık bir sus” dedirttiyse de şaşırttığını söylemek elbette güç.
Bu gibi insanların zihninde, “uluslararası siyaset” kelimesini işittiklerinde Beyaz Gazete’nin kullandığı bannerla temsilen birebir aynı imgenin belirdiğini ve orada öylece durduğunu zannediyorum. Belki buna dalgalanan bir bayrak da eşlik ediyor olabilir.
Gündem böyle bir süratle seyrederken, saat başı şaşkınlıktan kendimizi çimdiklememiz gereken şeylere normal gözüyle bakarken, bir yandan da 9. kez Hrant’ın katillerinin yargılanmasını talep etmek ve Hrant’ı anmak için buluşuldu. Bir taraftan akıl almaz bir hızla gelişen saldırılar ve gariplikler, bir yanda sanki tarih durmuşçasına 9 senedir aynı talepler için aynı yerde buluşan on binlerce insan. İnsana delilik gibi geliyor gerçekten bir an düşününce.
Ama tam da 9 senedir kör sultanın bildiği failler yargılanabilsin diye cinayet mahallinde buluşmamız gerektiği için tam şaşıramıyoruz bunlara. 564 haftadır devletten öldürdüğü insanların kemiklerini talep etmek zorunda olduğumuz için. 100 senedir dünyadaki milyonlarca Ermeni’nin fiziksel varoluşunu ve kimliğini belirleyen, faşistlerin “yaptık, çok da iyi oldu” diye böbürlendiği tarihin en büyük suçlarından birinin gerçekten işlendiği telaffuz edilsin diye mücadele etmemiz gerektiği için.
Ama elbet şaşırma sırası bize de gelecek.
Deniz Güngören