AB konusundaki bölünmeler Muhafazakâr Parti’ye egemen olacak

09.01.2016 - 08:40
Alex Callinicos
Haberi paylaş

2016 yılı için kesin olan bir şey var. İşçi Partisi içindeki mücadele devam edecek, ancak Muhafazakârlar arasındaki bölünmeler partinin tepesine sıçrayacak.

Bunun nedeni basit. Geçtiğimiz Aralık ayında yapılan Avrupa Birliği zirvesinin ardından, David Cameron’ın (Britanya Başbakanı-çn),  Britanya’nın AB’de kalması ya da AB’den çıkması konusunda, muhtemelen Haziran ayında yapılacak olan bir referanduma gitmekte kararlı olduğu açıkça görüldü. Cameron, AB üyeliği konusunda bir referanduma kendisini adadı çünkü partisi bu konuda derin bir şekilde bölünmüş bir durumda. 

Aslında bu, tam olarak doğru değil. Avrupa projesini güçlü bir şekilde destekleyen Muhafazakârlar pek az ve bugünlerde oldukça yaşlılar. Bugünlerde partiye, UKIP’in (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi: Britanya’nın AB’den ayrılması gerektiğini savunan ırkçı bir sağcı parti-çn) Muhafazakâr Parti tabanına yaptığı akınlara yönelik hak verme ve korkunun bir karışımının güç verdiği bir Avro-kuşkuculuk (Avrupa Birliği karşıtlığı, AB içindeki ülkelerde yetkilerin Brüksel’de merkezileşmesi karşıtı tutum -çn) hâkim. Tartışma asıl olarak ılımlı ve aşırı Avro-kuşkucular arasında dönüyor. İngiliz kapitalizminin çıkarlarına en iyi hizmet edecek olanın AB’yi terk etmek mi, yoksa “Brexit” (Britanya’nın AB’den çıkması-çn) tehdidini kullanarak daha iyi bir anlaşma kopartmak mı olduğu konusunda anlaşmazlığa düşüyorlar.

“Brexit” yanlısı hizip, Muhafazakâr Parti’nin kıdemsiz meclis üyeleri arasında güçlü ve kabinede temsil ediliyor. İngiltere’nin ayrılmasını kesinlikle destekleyenler arasında Iain Duncan Smith ve Chris Grayling var. Her ikisi de Cameron’un yerine geçmek isteyen Boris Johnson ve İçişleri Bakanı Theresa May de bu görüşe sempatiyle bakıyorlar ama kişisel çıkarlarını maksimize edebilmek için manevra yapıyorlar. Cameron, bir sonraki seçim tarihi olan 2020'den önce görevden ayrılacağını söyledi, yani Muhafazakâr Parti liderliği yarışı başladı.

Eski başbakanlardan İşçi Partili Harold Wilson, 1970’lerin ortasında Avrupa konusunda, partisinde buna benzer derin ayrılıklarla karşılaşmıştı. Cameron onun çözümüne başvuruyor; bir yandan referanduma gitme sözü vermek, ancak aynı zamanda Britanya’nın AB’de kalması için kampanya yapmasına izin verecek şekilde yeniden görüşmelere gidilmesine çalışmak. Geçen ay yapılan Brüksel zirvesinde önemli bir düzeye ulaşan bu görüşmeler, tamamen yüzeysel değil. 

Muhafazakârlar için iki konu önemli. İlki, Britanya ortak para biriminin dışında kalmasına rağmen, City of London (Londra’nın bir semti, burada bu bölgedeki büyük finansal şirketler kastediliyor -çn) avro ticaretinde egemen bir konumda. Zaman zaman Fransa ve Almanya’daki siyasetçiler ve merkez bankalarının yöneticileri buna bir son vereceklerini söylüyorlar. Cameron ve muhtemel selefi George Osborne, eğer Avro Bölgesi daha entegre bir hâle gelirse, City’nin döviz ticaretindeki avantajını kaybetmemesini sağlamaya çalışıyorlar. İkincisi ise UKIP’in başarılı bir şekilde istismar ettiği göçmenlik konusu. Cameron’ın bu konuda anlamlı bir başarı elde etmesi daha zor. Diğer konularda oldukça Avro-kuşkucu olan Almanya ve Doğu Avrupa devletleri, emeğin AB sınırları içinde serbest dolaşımını sıkı bir şekilde destekliyorlar.

Alman şansölyesi (Başbakanlık benzeri bir kurum-çn) Angela Merkel ve diğer Avrupalı liderler, göçmenlik ve Avro Bölgesi krizleri ile meşguller. Ancak tam da AB bugünlerde bir keşmekeş olduğu için, bir Brexit’ı göze alamazlar. Cameron, Aralık ayındaki zirveden başarıyla çıktığını iddia etti. Avrupalı liderler ona, Britanya’nın AB’de kalması kampanyası yapması için yeterli olacak bir paket hazırlayacaklarının sinyallerini verdiler. Şüphe yok ki, en başından beri Cameron ve Osborne’un amacı da buydu. 

Eski Muhafazakâr Parti liderleri John Major ve karakteristik olarak Avro-kuşkucu olan William Hague, AB yanlısı görüşü savunmaya başladılar. Bu açıklamalar referandum savaşının hazırlıkları gibi gözüküyor. Bu tutum kuşkusuz Britanya’daki büyük şirketlerin çoğunluğunun görüşünü yansıtıyor. 1980’lerden bugüne Britanya ekonomisi, AB içinde faaliyet gösteren çokuluslu şirketler için bir platform olarak yeniden inşa edildi. 1975’te büyük sermaye, "Evet" kampanyasının rakibinden on kat daha fazla paraya sahip olmasını sağladı. Şimdi ise hem şirketler hem de CBI gibi sermaye örgütleri “AB’de kalma” tarafına desteklerini açıklayıp açıklamamakta daha dikkatliler.

Belki de plan kampanyaya geç ama güçlü bir başlangıç yapmaktır, 2014 İskoçya referandumunda olduğu gibi seçmenleri korkutup AB'den çıkıştan kaçınmalarını sağlamaktır. Ancak AB üyeliği konusunda yapılan anketler, sonuçların İskoçya bağımsızlık referandumu için son dönemlerde yapılanlardan dahi daha yakın sonuçlar veriyor. Her durumda egemen sınıfın çoğunluğunun nasıl pozisyon aldığı net. Sol hızlıca kendi durduğu yere karar vermeli.

Alex Callinicos

(Socialist Worker'dan Türkçe'ye Onur Devrim Üçbaş çevirdi.)

 

Bültene kayıt ol