Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından en çok sözü edilen, ne kadar yoğun bir hafta geçirdiğimiz konusu oldu.
Demirtaş’a suikast girişimiyle başladı geçen hafta, Rus uçağının düşürülmesiyle devam etti, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması ve cumartesi günü Tahir Elçi’nin katledilmesi. Gerçekten de tek bir haftada yaşanan ağır gündemler. Her biri etrafında uzun tartışmalar yapmayı, daha da önemlisi büyük kampanyalar örgütlemeyi zorunlu kılan gelişmeler. Tahir Elçi’nin öldürülmesi, kabul edilmesi çok zor bir gelişme. Turgut Tarhanlı zorla ifadesinin alınmasından sonra Elçi’yi aradığını ve telefonu açar açmaz Elçi’nin kendisine “Merhaba. Nasılsınız? İyi misiniz?” diye sorduğunu söyleyip, şöyle bitirimiş yazısını: “Sevgili Tahir Elçi, o soruya bugün farklı bir cevap verme ağırlığına katlanıyoruz: ‘Hayır, iyi değiliz!’ Ve bunun nedenini iyi biliyoruz.”
Evet! İyi değiliz! Özellikle Suruç katliamından beri, IŞİD, devlet, Erdoğan, üzerimize üzerimize geliyor. 7 Haziran seçimleri Erdoğan tarafından “hükümsüz” ilan edildiğinden beri, devletin derin olanının devreye bir kez daha girdiğini net bir şekilde görmeye başladığımızdan beri, her ay bir eylemimiz, bir basın toplantımız, bir mitingimiz kitlesel katliamla sonuçlandığından beri iyi değiliz.
Ama iyi olmak zorundayız.
Umudumuzu ve güvenimizi yitirmemek zorundayız. Sadece ölen yoldaşlarımıza borcumuz değil bu, yeni ölümleri engellemek için de kazanmak, özgürlüklerimizi korumak ve geliştirmek için de mücadele etmeliyiz.
Bütün bu karamsar hava, iki fikir tarafından pekiştirilmeye çalışılıyor: Birisi, Erdoğan’ın yenilmezliğini savunan bir propaganda. 1 Kasım seçimlerinden sonra bu daha da güçlenen bir propaganda. Ama gerçeği yansıtmıoyr bu görüş. Daha 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin kendi seçmeninin yüzde 8’lik bir kesimi tarafından boykot edildiğini unutmayalım. AKP’nin yoksul tabanı AKP’den kopartılabilir, daha önce gerçekleşti, bu kez bu kopuşu kalıcı hale getirecek bir muhalefetin örgütlenmesi acil bir görev. İkinci karamsar fikir ise savaşın kaçınılmazlığı, Kürt sorununda müzakere dönemine yeniden dönülemeyeceği yönündeki fikir. Bu, Rus savaş uçağının düşürülmesiyle brilikte daha da güç kazandı. Fakat bu da doğru bir fikir değil. Türkiye’nin Suriye politikasına, Suiye’nin iç işlerine müdahil olduğu uygulamalarına karşı mücadeleyle, Kürt sorununda savaş, sokağa çıkma yasakları ve kuşatma politikalarına aynı anda, aralıksız karşı çıkmak zorundayız. Kürt sorununda savaş politikaları sonsuza kadar sürdürülemez. Batıda, AKP’nin tabanındaki yoksulları da kazanacak bir barış siyasetini bugünden inşa etmek mümkün.
7 Haziran bir rüya, bir sabun köpüğü değildi. Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından Diyarbakır’da sokağa çıkan on binlerce insana batıdan on binlerce insanın desteğini ekleyecek bir hareketi örgütlemeliyiz. Bu imkansız bir hedef değil. Kitlelerin bir araya gelme yeteneği ölmüş bitmiş değil. Hiçbir zaman bu yeteneğe güvenmeyenlerin karamsarlığına pabuç bırakmayalım!
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)