“İstikrar” derken?

10.11.2015 - 08:52
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Saraydan haber yayını yapan bir televizyon kanalında adeta engizisyon mahkemesi toplanmış; heretik ve de çok günahkar muhalefeti yargılayıp infaz ediyorlar. İktidarın savcısı kıvamında genç kadın suçluların suçlarını açıklıyor; “muhalefetin hep böyle” olduğunu söylüyor.

Sanki Pol Pot’un etrafında merkez komite toplanmış; halkın özüne yabancı olduklarına karar verdikleri “gözlüklüleri”, ensesine kurşun sıkacakları entelleri  tespit ediyorlar... Pnom Pen’i ele geçirmiş olmanın rahatlığıyla, küçük-büyük, kadın-erkek ideoloji komiserleri “devrimci doğru durum”u anlatıyorlar.

En çok bahsettikleri şey istikrar... “Yeni Türkiye”nin istikrarı...

Haklılar; çünkü onların tahammül edemedikleri insanlar, doğru olmasını ölümüne arzuladıkları manzara resmine yabancılaştırıcı efekt koyuyorlar; çok güzel olduğuna inandıkları manzarada bir sürü abuk sabuk fırça darbesi olduğunu söylüyorlar; pardon, söylemeye çalışıyorlar.

“Geleneksel orta sınıf korkuları” ya da “muhafazakar korkular” adı altında dünyada binlerce kere gözlemlenmiş bir durum, dün olduğu gibi bugünün Türkiye’sinin de vasatı...

AKP, “biz muhafazakar demokratız” diye ortaya çıktığında, bir takım generallerin “hayır, esas biz muhafazakarız” dediklerinde gördüğümüz gibi...

Ya da üniversiteye başörtüsüyle gitme hakkı için her türlü sembolik şiddete maruz kalan öğrencilere karşı; anadillerini savunan Kürtlere karşı; 1915’i hatırlayarak hafızalarını yeniden kurmaya çalışan Ermenilere karşı “Nereden çıktı bu başörtülüler!”, “Nereden çıktı bu Kürtler!”, “Nereden çıktı bu Ermeniler!” “Eskiden yoktu böyle şeyler!” diye feryat figan eden orta sınıfların söyleminde gördüğümüz gibi...

Başörtülüler, Kürtler, Ermeniler o orta sınıfların, o muhafazakarların, milliyetçilik ürünü o konforlu zihin yapısına sahip olan insanların huzurunu bozdular; “dostum, manzaranız bir felaket!” dediler...

Tabii ki, muhafaza etmek, istikrar aramak iyidir. Mesela mahallemizdeki tarihi, devamlılığı, anlamlı işaretleri; doğamızdaki ağacı, akarsuyu muhafaza etmek iyidir. Ailemizin istikrarı iyidir. İnsanlar arasındaki ilişkilerin medeni bir istikrar içinde yürümesi de iyidir.

Ama egemen olanın eline geçen muhafazakarlık ve istikrar dili bizzat egemenlik ilişkilerini, birilerinin egemen olma yollarındaki “ayıpları saklar”...

Geçenlerde Tarlabaşı’nda bir gençle tanıştım. İyiliksever insanlar alenen sokakta “bulmuşlar”... Ayaklarında ayakkabı yerine naylon torba... Üstbaş darmadağın, perişan... Parkta bir bankın üzerinde yorgunluktan adeta baygın vaziyette uyurken nüfus kağıdını bile çalmışlar. İyiliksever insanlar temizleyip, giydirip, karnını doyurmuşlar... Genç adam “onlar sayesinde aylar sonra ilk defa huzurlu bir uyku uyuduğunu” söylüyordu.  

O hale nasıl gelmiş? Çünkü aslında overlokçuluk gibi pekala bir meslek sahibi olduğu için Şırnak’tan gelip İstanbul’da tekstil sektöründe bir iş bulmuş. İşyerinde yemeğini yemiş, yatmış kalkmış. Tam dört ay boyunca sabah 8.00’den gece 01.00’e kadar çalışmış. Dört ay çalıştıktan sonra kaç para kazanmış peki? Tam tamına “0”, yazıyla “sıfır” yani...    

İstikrar, Tarlabaşı’nı ya da Şırnak’tan yollara düşüp 120 gün köle gibi kullanılan insanı görmez. Tarlabaşı görünmez olduğu için istikrar var zannederiz. Bize istikrarın olup olmadığını Dolar’a, Euro’ya göre söylerler. Eğer Tarlabaşı’nda, Şırnak’ta hoşumuza gitmeyecek bir şeyler oluyorsa, huzurumuzu korumak için oralarda bize çaktırmadan “kentsel dönüşüm”, “asayiş dönüşümü” yapılır, yerle bir edilir, istikrar getirilir. Görmediğimizi, görmek istemediğimizi gene görmemeyi beceririz.

Hatırlayalım, 12 Eylülcülerden bu yana bu istikrar lafını hep duyduk. “İstikrar” seçim sistemlerine ilişkin hep ısıtıldı ve “istikrar” ve “temsilde adalet” ikileminde sunuldu. Sanki illâ ki birini seçmemiz gerekiyormuş gibi... “Temsilde adalet” olunca, istikrarlarının zarara gireceğinden korkarak... Yani aslında adaleti vermemek için istikrar büyülü bir tuzaktır.

İstikrara sarınıp, huzur içinde uyumak çok rahatlatıcıdır. Manzarayı bozan fırça darbelerini görmezseniz, her yer güllük gülistanlıktır.

Ama görmek, şahit olmak riskli bir durumdur. Tatsız bir fırça darbesine şahit olursanız, en ufak ihtimalle karakola gidip şahitlik yapmanız beklenir. Bu vakit kaybıdır; çünkü tam o sırada bakkala müşteri gelecektir; kahvede okeye dördüncü olmak üzere ya da dersinize veya da tenceredeki yemeğinizin altı yanmasın diye koşturmaktasınızdır.

Şahit olduğunuza müdahale etmek, “bir dakika dur, ne yapıyorsun?” demek; eğer cesaretiniz varsa, alenen engellemek daha da risklidir.

Bütün bunlar konforunuzu bozar...

Ama bunları siz görmezseniz, başkaları da görmezse o durum “yok” gibi sayılabilir. Hele o konfor bozucu unsurlar ya da dekorlar zaten zayıfsa, bizim konforlu dünyamızda yer almazlar ve istikrar mükemmelen işler... “Ne kadar da mükemmel bir dünyada yaşıyoruz!” oto-propagandası da birlikte...

İstikrar burjuva sistemlerinin büyülü lafıdır ve kocaman bir palavradır.

Egemen olan muhafazakar burjuva mantığına göre, “Sistem zaten her zaman  gayet iyi çalışır; zenginler zenginliklerini hakketmişler ve kazanmışlardır; fakirler de zaten tembeldir ve pistir ve de bunun aksini iddia edenler de istikrarı bozan bölücülerdir.”

Sonra... neydi o slogan? “Tek devlet, tek millet!” Ve diğer “tek” şeyler... Kısaca istikrar yani...

Ferhat Kentel

[email protected]

Bültene kayıt ol