Seçimlerin ardından, AKP’lilerin ve AKP’ye oy verenlerin dışında kalan toplumsal kesimlerde ve siyasi güçlerde tam bir moralsizlik hakim. Moralsizliğin dışında kalan bir diğer güç ise, Kürt illerinde seçimlerde 12 ilde birinci parti olarak çıkan HDP. Geri kalan güçlerde can sıkıntısı ve umutsuzluk el ele ilerliyor.
Faşist partinin gerilemesi sevindiricidir
Bu güçler arasında yer alan MHP’nin daha da beter olmasını dilemekten başka ve tüm gücümüzle siyaset dışında kalması için çalımaktan başka bir şey düşünmemeliyiz. Dünyanın en köklü, en kitlesel faşist partisinin gerilemesinden ancak mutluluk duyabiliriz. Burjuva demokrasisinin sınırları içinde bile böyle partilere yer yoktur. Demokrasinin her zerresine düşman olduğunu bildiğimiz ve kuruluşundan beri kanlı bir sicile sahip olan MHP’nin gerilemesi, demokrasi ve özgürlükleri savunanlar açısından faydalıdır. Tersini düşünenler faşizm aklayıcılarıdır.
CHP ise son birkaç yıldır her düzeyde istikrarsızlık yaşayan Türkiye’de, istikrarlı görünen tek siyasal oluşum. Aslında istikrardan çok, sabit demek daha doğru olur CHP’nin siyasal performansına. Bir ana muhalefet partisinden söz ediyoruz. Üstelik, kendisini solcu ilan eden, bazı solcular tarafından solcu olduğu iddia edilen bir ana muhalefet partisi. Memleket yıkılsa, bu parti yerinden oynamıyor. Fakat siyasette çalkantıların, sert değişimlerin yaşandığı koşullarda sabit kalmayı başarmak, gerilemek demektir. 7 Haziran’da oy kaybeden CHP, AKP 4.5 milyon oy artırıken, birkaç yüz binlik oy artışını başarı olarak göstermeye çalışan bir liderliğe sahip.
Ya CHP?
Türkiye’de yıllardır iki efsane, fısıltı mekanizması aracılığıyla devreye sokuluyor. Birisi, MHP’nin ılımlı bir sağcı parti olma yolunda ilerlediği, merkeze kaydığı efsanesi. Bu efsane, 7-9 Eylül’de faşist kitleler, faşist sloganlarla HDP binalarını yakıp yıktığında, Kürtçe konuştuğu için Kürt gençlerini linç ettiğinde çöktü.
İkinci efsane ise CHP’nin sol bir parti olduğu ve kemalist kabuğundan kurtulma yönünde güçlü bir eğilim taşıdığı dedikodusu. Bu iddia bir türlü hayata geçmemektedir. Dedikodu, dedikodu olarak kalmaya devam etmektedir. Her 29 Ekim’de, her 10 Kasım’da, her savaş tezkeresi meclise geldiğinde, Kürt sorununda çözüm yönünde atılan her adımda, 1915 tartışmalarında CHP’nin değişmediği, kemalizm kazığına ipini çok sağlam, kopması imkansız bir şekilde bağladığı açığa çıkmasına rağmen, bu genetik kodlaması Türk milliyetçiliğiyle belirlenen partinin değişebilme ihtimali gündemden hiçbir şekilde düşmüyor.
İrili ufaklı sol ve sosyal medya alaycılığı
Faşist partiyle Türk miliyetçisi CHP’nin gerilemesi, bu iki partinin tabanında yaşanan moralsizlik ve karamsarlık sorun değil. Sorun, siyasal bir dinamizme sahip olan radikal sol saflarda, örgütlü olmayan ama tek kişilik örgüt gibi çalışan geniş aktivistler kitlesinde yaşanan umutuzluk. İşte bu umutsuzluğu görmek, bu umutsuzluğun işçi sınıfının mücadele etme isteği duyan kesimlerini sarmasına karşı tartışmak zorundayız.
Bu umutsuzluğun temel nedeni, AKP’nin hangi yöntem denenirse denensin yenilemeyeceği yönündeki yargı. Siyasal istikrarsızlığın derinleştiği son üç yılda, AKP’nin bölünüp parçalanmaması, tersine Gezi direnişinden ve Soma madenci katliamından sonra yerel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması ve ardından 7 Haziran gerilemesinin ardından 1 Kasım’da oylarını artırması, AKP’nin yenilmezliği duygusunu güçlendiriyor. Bu duyguyu besleyen temel fikir, AKP dışındaki tüm siyasi güçler AKP karşıtlığında birleşmişken, bu partinin yüzde 49.5 oranında oy alması.
Oysa sorun tam da bu fikirde. AKP’yi geriletmek ve yenmek mümkün. Bu, Kürt illerinde defalarca, 7 Haziran seçimlerinde de bir kez daha kanıtlandı. AKP yenilebilir. Bu, öncelikle, “baş çelişki” stratejisinden kurtulmakla mümkün! “Baş çelişki”yi Erdoğan olarak tespit edip, Erdoğan’ı yenmek için siyasi olarak uzlaşmaz, hatta birbirine düşman güçlerin yan yana dizilmesini savunan anlayış, AKP’nin güçlerinde zaman zaman gerileme yaratsa da uzun vadede AKP liderliğinin AKP tabanını tahkim etmesiyle sonuçlanıyor. AKP’ye oy veren kitlelere yönelik düşmanlık, bu kitlelerin işçi sınıfının ve yoksulların geniş kesimlerini kapsadığını da görmezden geliyor. Gezi direnişi günlerinden beri, neoliberal politikaları baskı ve devlet şiddetinin dozunu her geçen gün tırmandırarak uygulayan, artık sayılamayacak kadar çok kitlesel ölümün siyasi sorumluluğu her yerine bulaşan AKP liderliğine karşı, kemalistlerle Kürtleri, ulusalcılarla demokratları, milliyetçilerle enternasyonalistleri ve hatta Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu örneğinde olduğu gibi faşistlerle solcuları yan yana getirmeye çalışan yaklaşım, AKP’yi yenmek için gerekli ve zorunlu olan asıl adımın atılmasını sürekli geri plana itiyor. Bu adım, AKP’nin Türk ve Kürt yoksul tabanının AKP’den kopmasını sağlamak.
Bu bir aritmetik tartışması değil. Bu, antidemokratik sayısız hak ihlaliyle özdeşleşen bir parti liderliğinin tüm siyasal ve ekonomik suçlarını, o partinin yoksul tabanına bütün netliğiyle teşhir etmeyi amaçlayan dinamik ve sürekli bir siyasal ve örgütsel çalışma perspektifi. Bu, antikapitalist mücadelenin, işçi sınıfının tüm kesimlerini etkileyecek bir kitleselliğe ulaşmasında tayin edici temel yaklaşım.
Biz dün olduğu gibi bugün ve yarın da bu tayin edici politik hedefe yoğunlaşmaya devam edeceğiz. Umut edeceğiz, mücadele edeceğiz ve kazanacağız!
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)