Çürümeyen bir şeyler var

17.10.2015 - 15:29
Can Irmak Özinanır
Haberi paylaş

Çürümüş bir şeyler var Danimarka Krallığı’nda

                          (Shakespeare’in Hamlet oyununda Marcellus)

Bir haftadır katmerlenmiş bir acı yaşıyoruz. Bir trajedinin ortasında sağ kalmanın sorumluluğu ile ölenlerin yarım bıraktığı sözü tamamlamaya, hikâyelerini anlatmaya, yaslarını tutmaya çalışıyoruz.

Marx’ın ünlü sözü doğru değil galiba. Hani tarihte önemli olayların iki kere yaşandığı, birinde trajedi ötekinde güldürü olarak yaşandığını söylediği o söz.  Ne bir, ne iki kere yaşanıyor katliamlar ne de herhangi bir seferinde güldürüye benziyor.

Marcellus’un dediği gibi çürümüş bir şeyler var Türkiye Cumhuriyeti’nde, gizlenemiyor, kokuyor!

Ayrıntı Yayınları’nın Ankara’daki katliamın hemen ardından yayınladığı anma ilanı Ermeni soykırımından başlayarak kokunun yüz yıllık tarihine işaret ediyordu. 1915’ten 1 Mayıs 1977’ye, Roboski’den Soma’ya “yerli ve milli” bir parfüm ile bastırılmaya çalışılmış yüz yıllık bir kokunun…

“Yerli ve milli” ikiyüzlülük saldırının hemen ardından baş gösterdi ve kendisi dışında her şeyi susturmak için muazzam bir çaba gösteriyor. Hepsini anlatmaya gerek yok. Ölüme sırıtan bakanı, had bildirmeye çalışan başbakan ile ustasını ve alışkanlık hâlini almış yayın yasağını hatırlatmak yeter. Ellerinde devasa aygıtlarıyla birileri yasımızın üzerinde tepinmeye çalışıyor. Yaslarını grevle ortaya koyan emekçileri hainlikle suçlayan sendika liderleri mi dersiniz, ölenlerin kendilerini bombaladığını söyleyen köşe yazarları mı, derste ölen arkadaşları hakkında konuşmak isteyenleri susturan üniversite hocaları mı, anma ıslıklayan faşistler mi… Eksiği yok fazlası var.

Herkesin herkesi susturduğu, susmanın olağan hâl olduğu bir yer yaratmak istiyorlar. Susunca unutulur, unutunca umut etmekten vazgeçilir sanıyorlar. “Hafıza-i beşer nisyanla maluldür” sözüne dayandırmışlar devlet aklını. Unutmayınca şaşırıyor ve sinirleniyorlar. Yıllardır Sivas’ta, Maraş’ta anmalara tam da bu yüzden saldırıyorlar.

Nisyanla malul sanarlar ama ezilenlerin en karanlık saatlerde hatırlamak gibi bir yeteneği vardır. Taze acımız bütün acıları saklandıkları yerden çıkarıyor. Her iki Paramaz da orada, Uğur Kaymaz da, Erdal Eren’in son bakışı, Ceylan Önkol’un, Berkin Elvan’ın egemenlerin kâbusu olan gözleriyle buluşuyor, Sivas tutuşuyor tekrar gözümüzün önünde, Hrant Dink’in heyecanlı sesiyle, Şebnem Yurtman’ın Ankara’da ağzından dökülen barış haykırışı aynı anda yankılanıyor kulaklarımızda...

Bu kuru bir ajitasyon değil. Elbette hepimiz tanımıyoruz birbirimizi, bir diğerimizin acısını bilmiyoruz çoğunlukla, hatta kimilerimiz sevmiyor kimilerimizi ama sezgi kuvvetli bir güdü. Ankara’nın ardından tuttuğumuz yas o sezgiyi örgütlüyor ve örgütlemeye devam edecek.

Yasımızdan korkmakta haklısınız. Ekmekleri için grev yapan metal işçileri vardı ya işte onlar işlerini bıraktılar yas tutmak için, üniversitelerde kâh haykırışlar yükseldi, kâh bir matem sessizliği ama bir arada durdu öğrenciler, hocalar, işçiler, Kürt illerinde “her şeye rağmen barış” diye sokaklara çıktı insanlar. Başka ülkelerin muktedirleri ikiyüzlüce Türkiye’nin muktedirlerini aradılar telefonla başsağlığı mesajları vermek için, oysa bizim adlarımız sıradan insanlar tarafından samimiyetle haykırıldı dünyanın bütün sokaklarında. Şimdi iyileşen arkadaşlarımızın hastane yatağında yumrukları havada çekilmiş gülümseyen fotoğrafları geliyor.  Arkadaşlarımızın bıraktığı boşluk geçmiyor ama biz de iyileşiyoruz.   

Çürümeyen bir şeyler var ezilenlerin hafızasında. Umudu hep diri tutuyor. Tutuyor iki parmağıyla burnunun ucunu, yürüyor çürük kokusunun üstüne üstüne.

Can Irmak Özinanır 

[email protected]

Bültene kayıt ol