Demirtaş'ın son iki açıklaması bir nebze yüreklerimize su serpmiş olsa da, Suruç katliamı ile başlayan ve onu takip eden resmi tutumla tırmanan politik iklim bize sıkça şu soruyu sordurdu:
O günlere (90’lara) geri mi dönüyoruz?
Motifler üzerinden baktığımızda, gerçekten de bu duyguyu tedarik edecek her türlü şey mevcut. Hatta o kadar ki, 90’ların kasten hatırlatılmak istendiğini düşünmemek elde değil.
Kürt hareketinin patisinin kapatılması tehditlerinden tutun, bölücü örgüt aşağı, milli birliğimiz yukarı dillere, seçim dönemi boyunca HDP’nin uğradığı sayısız saldırıya, seçimden bir gün önce Diyarbakır’da patlatılan bombaya dâir tek bir dişe dokunur söz bile etmemiş bir cumhurbaşkanının seçimlerin silahların gölgesinde geçtiğinden dem vurmasına, Gazi’de provokasyona ve garip bomba ihbarlarına kadar.
Kirli savaş döneminin en kirli faillerinin de tıpkı eski günlerdeki gibi dışarıda olması da cabası elbette.
Tüm bunların üzerine, geniş kesimlerin kadın düşmanlığı ile birlikte siyasetçiliği ile de tanıdığı Bülent Arınç’ın HDP milletvekili Nursel Aydoğan’a yönelik, sıfatına yakışır sözleri de Leyla Zana’ya “Sus kız!” diye bağıran meclis başkanını hatırlatmıyor değil.
Tam da bu hususta, her ne kadar ikisi tümüyle farklı durumlar olsa da; meclisten yaka paça kovulan Kürt milletvekilleri ile Bülent Arınç’tan hesap soran kadın vekiller arasındaki nüans, bu yazının ana fikrini oluşturuyor.
Ancak küçümsenmemesi gereken bir şey var tabii; militarizm, milliyetçilik, Kürt düşmanlığı, Türk devletinin tesisine ve bekâsına korkunç kaynak ve enerji harcadığı şeyler, açık ki yok olmuş falan değiller.
Erdoğan’ın geri dönüş yasasına direnmek için “silahları gömüp gelsinler” diyebilme ciddiyetsizliği ile özetlenebilecek olan, “kol kırılır yen içinde kalır” şiarıyla çözüm süreci yürütme teşebbüsleri de bu sermayeye sahip çıkma güdüsünden kaynaklanıyor. Bugün JİTEM’cilik oynarken güvendiği de yine, barış yaparken bile halel gelmesin istedikleri bu birikim.
Gerçekten de savaş ağızıyla atılmış iki manşetten sonra derhal fabrika ayarlarına dönen insanları referans alınca çaresizliğe kapılmamak güç.
Çözüm sürecinin en umutvar seyrettiği zamanda bile, silah bırakma tartışılırken Kandil’in eteklerine kalekollar yapmasına rağmen, devletin bir günde 20 sene önceki teamüllerine geri dönebilmesi de insanı bir an dehşete düşürmüyor değil.
Ama geçmiş olsun, çünkü ne Kürt hareketi 90’lara geri döner, ne de toplumun barış isteyen kesimleri. Ve siz de anca aslınıza rücû edersiniz, biz ise çok güçlendik.
Kürtlerin bir “ağbi parti” bünyesinde zar zor birkaç kişi meclise girdiklerinde bile dayakla önce dışarı sonra içeri atılmalarına seyirci kalınan bir dönemde değil, toplumun yüzde 13’ünün Kürt hareketine oy verdiği bir dönemde yaşıyoruz. Ve sizin PKK’yi ve HDP’yi yeniden milliyetçi linç kafesine sokabilmek için örgütlediğiniz provokasyonlar, diriltmeye çabaladığınız şavaş dili, planladığınızın tam aksine, gözlereden kaçırarak sürmesine uğraştığınız çözüm sürecinin ve barışın ne olduğunu, değerini bir kere daha, hatta kimilerinin belki ilk defa anlamasını sağlıyor; yani bizi genişletiyor ancak, sizi değil.
Zana’yı, Merve Kavakçı’yı kürsü döverek yuhalayanların aynıları yine mevcut, hâlâ aynı taşkınlğı hak görüyorlar elbet kendilerine. Ama ağaçta yetişerek değil, bu gibilerle mücadele ederek bu güne gelmiş 80 kişi var bu sefer karşılarında.
Yani evet, devletin doksanlara dönmeye çabaladığı açık ama biz dönmeyeceğiz. Bir kez barışın nasıl olabileceğini görmüş insanlara, “öyle bir şey hiç olmadı”yı yutturamazsınız; “biz yapacaktık, onlar bozdu”yu hele hiç yutturamazsınız bu ağızlarla.
Sizin bir gün lazım olur diye yan cebinizde tuttuğunuz milliyetçi nefret kapitaline çöreklenmeniz yüzünden bir kişinin daha kolunun çizilmesine tahammülümüz yok.
Size savaş yaptırmayacağız.
Deniz Güngören