Ordunun Suriye sınırından IŞİD güçlerini vurmaya başlaması, bazı arkadaşların ne kadar savaşçı bir iştaha sahip olduğunu ortaya serdi. “Şimdi savaşa hayır diyecek misiniz? E, AKP IŞİD’i destekliyordu hani” diyerek, biraz dalga da geçerek Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesine karşı çıkanları eleştirdiler.
Moda deyimle, savaş karşıtı olmayı sizden öğrenecek değiliz. Türk ordusunun herhangi bir askeri harekâtına karşı olmak için hem savaşlar tarihine hem de Türk ordusunun içte ve dışta askeri harekâtlar tarihine şöyle bir göz atmak yeterli. Türkiye’nin IŞİD müdahalesi, asla tek başına IŞİD müdahalesi değildir. Dünyanın dev güçleri çoklu bir kriz yaşar ve Suriye’yi bu krizlerinin deney sahasına çevirirken, Türkiye de dev güçlerin krizini kendi “alan hakimiyeti” için değerlendirmeye çalışıyor. Yine de emperyalist güçler, özellikle ABD, tekeri patlamış yokuş aşağı giden kamyon gibi hareket etse de, Türkiye’nin hâlâ ABD’nin bekçi köpeği gibi davranmak zorunda olduğu çok açık. NATO’nun en çok askere sahip olan üyelerinden Türkiye, kuşkusuz, ABD’yle yaptığı ikili görüşmelerde bazı anlaşmalara vardığı için IŞİD’e karşı cesurca saldırıya geçebildi. Bu anlaşmanın en önemli adımı, sadece insansız hava araçlarının kullanımına açık olan İncirlik Üssü’nün, ABD savaş uçaklarının kullanımına yeniden açılması oldu. Ver İncirlik'i, al IŞİD’i! IŞİD’i almak bedava nasılsa bugünlerde. IŞİD vesilesiyle, ABD açısından hayati öneme sahip İncirlik Üssü, Türkiye’nin bölgesel çatışmaların aktif bir merkezi olması demek.
ABD yetkilileri, IŞİD’le mücadelenin artık yıllara dayandığını açıkladılar. Öyle birkaç yıl değil; ABD, IŞİD’le uzun vadeli bir mücadele verilmesi gerektiğini açıkladı. Bu yaklaşımın özeti şu: ABD, bütün krizine rağmen, 21. yüzyılın hegemonik gücünün kim olacağını belirleyen tüm mevzi savaşlarında aktif olarak yer alacak. AB bloğu üzerinde hegemonyasını tazelemek, Çin ve Rusya’ya hem gözdağı vermek hem de “burunlarının dibinde” askeri güç gösterisi yapmak için IŞİD, ABD’ye müthiş bir fırsat sunuyor. Fırsatın müthişliği, benzersiz gaddarlığıyla IŞİD’in küresel bir lanet objesine indirgenmesinde yatıyor.
Türkiye de, artık bütün Türkiye Cumhuriyeti'ne mi yoksa sadece Türkiye’de Kürtlere ve Kürt halkıyla dayanışanlara mı savaş açtığı belirsiz olan IŞİD’in bombalı saldırılarını fırsat bilerek, ABD’nin onayıyla ama ABD’den bağımsız bazı şansları kullanmaya da dua ederek şimdi savaşın aktif bir parçası oldu.
“Savaşa hayır!” diyenlerle dalga geçen masa başı savaşçıları, şunu unutmayın: ABD, giderek Esadlı bir çözümden yana olabilir! Türkiye’nin de ABD’yle paralel bir şekilde Esad’a düşmanlık beslemekten uzaklaşmasına şaşırmamak lazım. "Türkiye her daim Türklerindir" gazetesinin korgenerali Ertuğrul Özkök, geçen gün, Esad’ın ne kadar laik ve çoğulcu bir lider olduğunu anlattı. Kısa zaman sonra, Türkiye’nin resmi sözcülerinden de benzer açıklamalar gelebilir, en azından Esad’lı bir çözümün kaçınılmaz olduğu yönündeki utanç verici açıklamarı duymak mümkün. Oysa Esad, Arap Baharı’nın çarpıp önce sersemlediği, sonra gerilediği ve en sonunda mezhepçi bir iç savaş görüntüsüne büründüğü duvar demektir. IŞİD, önce ABD işgalinin, sonra da farklı etnik ve dinsel kesimlerden gelen Arap halklarının aşağıdan dayanışmasının Suriye’de mağlup olmasının ürünüdür.
IŞİD’e karşı mücadele, Ortadoğu halklarının bütün kesimlerinin yeni bir dayanışması inşa edilmeden ve Ortadoğu işçi sınıfının sahneye çıkması sağlanmadan mümkün değildir. Bu adım atılamadan, IŞİD’e karşı kazanılan her zafer, orta ya da uzun vadede yenilgiyi ya da süreklileştirilmiş bir şiddet sarmalını sadece bir süre erteleyebilir. Usame Bin Ladin’in IŞİD liderinin yanında liberal bir örgüt gibi yâd edilmesi, ABD askeri varlığı bölgeden defolmadan, dibe vurmuş radikal İslami hareketin kitleselleşmesinin engellenemeyeceğini gösteriyor. Bu, IŞİD’i yenmek için, aynı anda hem ABD askeri gücüne hem de Esad rejimine karşı mücadele etmenin ne kadar yaşamsal bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. Bütün bunların ise Türkiye’nin IŞİD’le savaşmasıyla hiçbir ilgisi yok. Türkiye, egemen sınıfın bir kesiminin bölgesel güç olma isteğine göre, tümüyle sınıf çıkarları doğrultusunda Suriye’yi bombalıyor. Saldırılan IŞİD olduğu için kıdemli AKP düşmanları bile bu saldırıya sessiz bir onay verebilirler. Ama sınır ötesi her askeri harekât, Türk milliyetçiliğine zaten doğuştan kazandırdığı kibri güçlendirme, meşrulaştırma zemini sunar. Önüne Türk bayrağı asılmış tankların fotoğraflarının paylaşılması, bordo bereliler hakkında yapılan güzellemeler, müthiş Türk’ün gücü efsaneleri, hızla "terörün her türüne karşı nihai zafer kazandıracak" bir savaşa girmek için devletin eline bulunmaz bir meşruluk verir. IŞİD’e vururken, yandan PYD’yi, sonra da PKK’yi diskalifiye etme planları, kuşkumuz olmasın devletin zirvelerinde çoktan planlanmıştır.
“Savaşa hayır!” demek bu yüzden, dalga geçilecek, IŞİD’i savunmak anlamına gelen bir slogan değildir. “Savaşa hayır!” demek "Türkiye, ABD ile askeri işbirliğine son versin" demektir!
Sınır ötesi hiçbir opersayona kalkışmasın demektir!
Askerler ölmesin demektir.
IŞİD’i yenmenin yolu, askeri müdahale değildir demektir.
“Savaşa hayır!” demek, sınır güvenliğini sağlamak istiyorsa “hükümet”, içerde Kürt sorununda çözüm yönünde adımlar atsın, “sınırda” Kobanê’de gelişen siyasi iradeye, Kürtlerin kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesine saygı göstersin demektir.
“Savaşa hayır!” demek, bu açıdan, Kürt halkının haklarının her düzeyde, hem de bir saniye geciktirilmeden tanınması, bu sürecin önünün açılması için de PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmelerin derhal yeniden başlatılması demektir.
“Savaşa hayır!” kısaca savaşa hayır demektir. Bu sloganı, arada ulusalcılar da var, Esadçılar da var diyerek aşağılamaya çalışmanız, Vatan Partisi’nin Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin ateşli savunucusu olduğunu hatırlarsak, sadece komik kaçıyor. Eskiden İncirlik Üssü’nün kapatılması için kampanyalar yaptığınızı hatırlayınca, komik kaçtığını ama güldürmediğini eklemek zorundayım.
Şenol Karakaş