Çözüm Süreci, 2013-2015 yılları arasında cumhuriyet tarihinin en muazzam açılımına ve en büyük tabuların yıkılmasına şahitlik ettiğimiz bir dönemdi. Selahattin Demirtaş sürecin somut kazanımlarından öte, başka bir anlam daha taşıdığını, bunun da Kürt sorununun tüm düzeyleriyle tartışılması olduğunu söylemişti.
Kürt sorununun gerçekten de tartışılmadık hiçbir yönünün kalmadığı, önyargıların bu tartışmalarla dağıtıldığı bu dönemde, Çözüm Sürecinin bir tarafını oluşturan Kürt muhalefeti ve bizim gibi Çözüm Süreci’nden Kürtlerin kazanımla çıkması için canla başla çalışan sosyalistler ve ittifak kurduğumuz demokratik kesimler dışında kalanlar, muhalefetin ve solun geniş kesimleri ve CHP. Sürece en iyi ihtimalle mesafeli ama esasen karşıydı. Bu durum, barış talebinin geniş kitleler tarafından sokakta savunulacak bir politik hedef olmasının önüne geçti.
AKP’yle barış olmaz diyenler, demokrasi olmadan barış olmaz diyenlerle el ele yoğun bir propaganda yaptılar. Çözüm sürecinin nasıl bir dinamiğe sahip olduğunu kavrayamayanlar Kürt halkına sırtını dönerek işçi sınıfı içinde milliyetçiliğe karşı mücadeleyi savsaklamakla kalmadılar, demokratik gelişmelerin dışında kaldılar. Bu demokratik gelişmelerin bir parçası, inşacısı olarak davranmamak zirvesine 28 Nisan 2015’te Dolmabahçe’de Başbakanlık ofisinde yapılan Çözüm Süreci deklerasyonunun okunması sürecinde çıktı. Bu muazzam önemdeki tarihsel adım, kelimenin tam anlamıyla sahipsiz kaldı.
Erdoğan Çözüm Sürecini buzdolabına kaldırıldığı o kadar rahat dile getirebildiyse bunun nedeni “Yapamazsın!” diyen güçlü bir toplumsal muhalefetin örgütlenmemiş olmasıydı.
Gezi direnişinin etkisi
Çözüm sürecinde yaşanan dramatik bir gelişme de Gezi direnişinin patlak vermesiydi. Gezi direnişi, başlı başına, müzakere süreçlerinin donuk göründüğü anlarda bile dipten nasıl bir rahatlama ve demokrasi yönünde ivme yarattığının canlı kanıtıdır. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Çözüm Süreci başlamamış olsaydı, Gezi direnişi gibi bir direnişten söz edemezdik. Fakat Gezi direnişi hem müzakere içinde olan güçlerin hem de bir barış sürecinin öneminin keskin bir şekilde farkında olan Sosyalist İşçi okurları gibi kesimlerle AKP’nin içinde olduğu her hangi bir süreci kategorik olarak reddeden ulusalcı grupların karmaşık bir şekilde bir arada mücadele ettiği bir zemin oldu. Hem Gezi direnişini savunmak hem de AKP’yi Çözüm Süreci’nin sürüdürülmesi için aşağıdan bir mücadeleyle sıkıştırmak mümkündü. Bir kaç hafta içinde AKP’nin iktidarda indirileceği düşüncesi çocuksu bir şekilde Gezi direnişinin militan ve yığınsal dinamizminin Çözüm Süreci’nde Kürt halkının haklı taleplerinin hayata geçmesi mücadelesinin bir parçası olmasını engelledi.
Şimdi barış zamandır!
Şu anda içinde olduğumuz, Ankara’daki canlı bomba eyleminin gösterdiği gibi daha ilk günden sabote edilmeye çalışılacağı açık olan diyalog sürecini sahiplenmek sosyalistlerin en temel görevidir. Bize acil bir Barış Koalisyonu lazım. Bu koalisyon, diyalog sürecinin muhatabının kim olduğunu vurgulayan, gelişmeler Kürt halkının en temel haklarını yasal, anayasal her düzeyde garanti altına alan bir sonuca ulaşmadan durmayacak olan bir kampanya, hareket olarak çalışmalıdır.
AKP ile barış olmaz diyerek bir barış sürecinin ilk adımlarında neler yapacağını, hangi adımları atacağını planlamaya çalışan Kürt halkını, Kürt politik liderliklerini yalnız bırakanlar aslında Kürtlerin temel haklarını kazanmasıyla hiçbir ilgilerinin olmadığını da itiraf etmiş oluyorlar.
Biz ise önceki yıllardan sahip olduğumuz deneyimle, barışın kaybedeni olmaz, olursa egemen sınıf ve iktidar olur diyerek binlerce bireyin, onlarca kurumun, platformun, inisiyatifin, emek örgütlerinin yan yana gelebileceği bir zemini inşa etmek için en öne atılacağız.
Kürt halkının kiminle barışacağına karışmayan ama diyalog sürecinden ezilenlerin şölenine dönüşecek bir halk dinamizminin açığa çıkması için batıdan Kürtlerin daima uzattığı barış eline sımsıkı sarılacak bir iradenin inşası için harekete geçeceğiz.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)