19.ve 20.yüzyıla; bağımsızlık, ulusal kurtuluş mücadeleleri, iki kutuplu dünyanın siyasi, askeri, ekonomik, kültürel vb birçok alanda rekabeti, çatışmalar ve savaşlar damgasını vurdu.
21. yüzyılda ve küreselleşmenin sonunda ise; devletlerin “terör ve güvenlik tehdidi” yalanlı evrensel insan hakları gasplarına, egemenlik hakkı ihlallerine, işgallere, ilhaklara, bölgesel çatışmalara, savaşlara, yeni tarz ‘vekâlet’ savaşlarına tanıklık ediyoruz.
Günümüzde her devlet, çoğu zaman kendince, hiçbir hukuka, kanıta dayanmadan, keyfince ve çoğu kez iç siyasetin ve çıkarlarının ihtiyacı olarak, dönemsel veya olgusal “terör ve güvenlik” tanımı, algısı icat eder oldu.
Emperyalist muktedirler arasındaki çıkar çatışmaları ve keyfiyetçi tutumlar, 24 Ekim 1945 tarihinde kurulan Birleşmiş Milletler’in 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği “İnsan Hakları Bildirgesi”nde ve daha sonraki birçok sözleşme ve belgelerde yer alan; eşitlik, adalet ve özgürlük ekseninde anlam kazanarak inşa edilen “insan hakları rejiminin” krizini ve çöküşünü getirdi.
7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla yeniden kızışan işgalci İsrail ile Filistin’in savaşı, İsrail Başkanı Binyamin Netanyahu’nun durdurulmayan/durdurulamayan Gazze’deki soykırımı, gelinen aşamada sınırları aştı. ABD’nin İsrail’i kullanarak Ortadoğu’yu yeniden dizaynına dönüştü.
İsrail’in son dönemdeki siyasi suikastları ile Hamas ve Hizbullah’a yönelik askeri operasyonları, bölgedeki güç ilişkilerini ve dengelerini önem ölçüde değiştirecek nitelikte.
İsrail, Gazze savaşında 7 Ekim 2023’te kaybettiği moral üstünlüğü yeniden kazanmış durumda. Netanyahu, salı günü üstelik bunca olandan sonra, “bölgede ulaşamayacağımız yer yok” sözleriyle bütün bölgeyi tehdit edebildi.
Netanyahu’nun bu gücü ABD’den, Avrupa ülkeleri yönetimlerinden aldığı çok açık. İsrail, Filistinliler karşı 75 yıldır sürdürdüğü işgale ve savaşa rağmen hiçbir ciddi yaptırım görmediği gibi, 10 aydır uyguladığı soykırımda da yaptırım görmedi. Hatta Batı’dan ve kimiKörfez ülkelerinden çoğu kez destek görüyor.
Hamas’a, Hizbullah’a ve İran’a yönelik son yapılan operasyonlar ve suikastlar; Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Kuveyt gibi devletlerin politik çıkarlarıyla uyumlu, bu devletlerde memnuniyet yarattı. Suudi Arabistan veliaht Prensi Bin Selman’ın dediği “Filistin benim umurumda değil. Ben ülkemin çıkarlarını koruyorum” cümlesi, meselenin Filistin olmadığının açık örneği.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 Salı günü Meclis’te DEM Partililerle tokalaşması sonrasındaki sözleri de Selman ile aynı mahiyette.
Bahçeli’nin “yeni bir döneme giriyoruz dünyada barış isterken ülkemizde barışı sağlamak lazım diye düşünüyorum” sözleri 2015 sonrası yaşanan çatışma ve gerilimin aslında “terör, güvenlik veya Kürt sorunundan” kaynaklı olmadığını bir kez daha hatırlatmış olsa gerek.
Bahçeli’nin yeni dönem dediği ne olabilir? Dün barışmaktan söz edenleri vatan hainliğiyle bölücülükle suçlayanlar, yaftalayanlar, bir anda neden barışmaktan söz eder hale geldiler, gibi bir dizi soru havada uçuşuyor.
Türkiye için çıkış kapısı Kürt barışı
Türkiye de 2015 sonrası “terör ve güvenlik tehdidi” bahanesiyle Irak’ta, Suriye’de benzer şeyler yapmıyor mu? Barış isteyen binlerce akademisyen ihraç edilmedi mi, siyasetçiler, gazeteciler, aktivistler tutuklanmadı mı, yüzlercesi sürgünde yaşamıyorlar mı?
Devlet Bahçeli daha iki ay önce DEM Partili milletvekillerinin maaşlarına el konulsun, partileri kapatılsın çağrısı yaptı, Can Atalay’ın vekilliğini yasadışı düşürdü. Bahçeli’nin; CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i, Halk TV’yi, gazetecileri tehdit ettiğini unutup barıştan söz etmesi neyin habercisidir.
Türkiye, İsrail’in silahşörlüğünde, Ortadoğu’nun dizayn sürecinde, mezhepçi ve Kürt karşıtı politikaları nedeniyle, yalnızlaşmanın ve ofsayta düşmüş olmanın telaşında, başka bir şey değil.
Gazze savaşı öncesi İsrail ile normalleşme süreci yaşayan Türkiye, Gazze savaşının ilk günlerinde önce arabuluculuğa soyundu.
Kısa bir süre sonra, Ankara Hamas taraftarı olarak, diplomatik yollarla İsrail’i durdurma çabası verir görünürken İsrail’e karşı caydırıcı hiçbir tedbir almaya cesaret dahi edemez haldeydi, Son on gündür ise süngüsü tam düştü.
Şimdi İsrail’in Türkiye’ye saldırı olasılığını dillerine dolandırarak, toplumda yeni bir beka ve güvenlik kaygısıyla, iç siyaseti dizayn etmekle ve güç devşirmekle meşgul. Cumhurbaşkanı ve AK Parti, “İsrail’in Türkiye’ye yönelebileceğinde “söz ederek yeni bir beka sorunu yaratmak gibi tehlikeli bir oyun kurmanın çabası içindeler.
Diğer taraftan da İsrail’in “terör ve güvenlik tehdidi” konseptli politikaların ülkede yarattığı kötülüklerden beslenme arzu içinde olduğu ve Türkiye’nin işlerini daha da zorlaştırmak istediği çok açık.
Büyük tehlike hızla yaklaşıyor
Türkiye oyunu Bahçeli’nin yaptığı gibi bir dizi cingözlüklerle bozamaz. Bozabileceğini düşünenler bir kez daha yanıldıklarını çok geç olmadan görecekler.Tehlike yaklaşıyor.
Sözünü ettiğim büyük tehlike, Türkiye’nin Kürt barışından uzak durması ve sorunu “terör ve güvenlik” parantezine hapsetme siyasetidir.
Bölgenin, Filistin sorunundan daha eski bir sorunu olan Kürt sorununun çözümsüzlüğünde gelenekselleşmiş bir politikada ısrar etmenin ülkeye pahalıya patlaması kuvvetle muhtemel. Kritik siyasal eşiklerde, Kürt sorunu her zaman birileri tarafından araçsallaştırıldı.
Bugün de İsrail tarafından araçsallaştırılmasının kuvvetli siyasal zemini bulunmaktadır. İsrail ile Kürt siyasal hareketi yakın dönemde çatışma ve gerilim yaşamış değil. Hatta bölgedeki birçok ülkeye göre her ikisi arasında çok daha normal bir ilişkiden söz edilebilir.
Hamas’ın Suriye’de, Türkiye’nin müttefikleriyle işbirliği içinde Kürtlere karşı mücadele etmiş olması, bu tehlikeyi artıyor.
Tabi ki, Kürt siyasal hareketinin, soykırımcı, insan hakları suçları batağına saplanmış, katliamcı ve savaş suçlusu mevcut İsrail yönetimiyle hangi gerekçe ile olursa olsun, yaşam hakkının korunması dışında herhangi bir amaçla işbirliğine girmesi kabul edilebilir, rıza gösterilebilir değildir. Böylesi bir şey siyasi intihar olur.
Ancak Kürt hakları karşıtlığıyla kendini var edenlerin, bu konuda söyleyecek anlamlı bir sözü olamaz. Kürt sorununda yapılması gereken, ‘terörle mücadele bahanesine’ son verip başta Kürt barışı için olmak üzere insan hakları ve uluslararası hukuk temelinde bir ülke olma yoluna girmektir.
Bu, ne kolay, ne de zor bir şeydir. Yeter ki yakın tarihimizden yeterince doğru dersler çıkarmasını bilelim.
Hakan Tahmaz