AKP için yolun sonu

21.08.2024 - 09:30
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

AKP iktidarı uzunca bir süredir taraftarları arasındaki “en aşırı sağ, en sığ, en gerici kesimlerin politik tutumuyla her zamankinden daha sık örtüşmeye, hatta giderek doğrudan bu kesimlerin iktidarıymış gibi davranmaya başladı.” Bu kitleleri mobilize etme çabasıyla devletle anlaşmak konusunda manevra yapma tutumu, köylülerin uçaklarla bombalanarak katledildiği Roboski’de Erdoğan’ın devlet adına özür dilemek yerine Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teşekkür ederek söze başladığı döneme kadar uzanıyor. Özellikle de darbe davalarının orduya kumpas olduğunu iddia eden AKP’lilerin ağırlığı, çözüm sürecinin başlaması, Gezi direnişi ve ardından Kobane ve çözüm sürecinin sonlanması gibi gelişmelere verdiği tepkilerle yeni bir devlet koalisyonu şekillenmeye başladı.

Bir devlet ittifakı: AKP-MHP

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL, şekillenmekte olan bu koalisyonun çok daha hızlı bir şekilde ete kemiğe bürünmeye başlamasının miladı oldu. 

Bahçeli, Erdoğan fiilen yetkilerini aşıyor, bu durumda yetkilerini fiili duruma uyarlayalım diye düşünerek Türk usulü başkanlık rejimine yeşil ışık yaktı. Bu, AKP’nin MHP’ye, MHP’nin de AKP’ye mecburen bağlandığı bir koalisyon oldu. Son 8 yıldır Türkiye’de toplumun ve siyasal alanın gerim gerim gerilmesine neden olan kutuplaşmanın patronluğunu bu koalisyon yapıyor. Ulusalcıların bir bölümü de 15 Temmuz darbesinden önce yavaş yavaş, darbe girişiminin ardından ise son hızla AKP-MHP ve devletin çeşitli kesimleri arasında kurulan koalisyona yapışmaya başladılar. 

Darbeci derin devlet yapılanmaları, aktif subaylar, emekli darbeciler, Perinçekçiler, faşistler, aşırı milliyetçiler, mafya örgütlenmeleri bu blokla hemhal oldular. Çoktan derdest edilmesi gereken bir faşistin 2015’te savurduğu “oluk oluk kan akacak” tehdidi bu koalisyonun işaretlerinden biriydi.

Erime

Bu mecburlar koalisyonunun mantığı, AKP’yi kendi kuyruğunu yiyen yılana dönüştürdü. İktidarda kalmak için mahkûm olduğu koalisyon dinamikleri iktidarda kalmasını imkânsız hale getirmeye başladı. Bu sürecin ilk gününden bu yana AKP, bir parti olarak eriyor. Önce daha ağır bir tempoda, kitle desteğinin zayıflamasıyla başladı. Erdoğan’ın tek bir kişi olarak aldığı oyları saymazsak, AKP, önce 2023 seçimlerinde kuruluş günlerinde aldığı oyla, ardından 31 Mart seçimlerinde (seçimlere ilk kez girdiği 2002 yılından beri) ilk defa partiler sıralamasında ikinciliğe geriledi.

Şimdilerde yüzde 20’ler yüzde 30’lar arasında gezindiği görülüyor.

Tabana yönelik milliyetçi bombardıman

OHAL döneminde netleşen devlet ittifakının yerli-milli ideolojisi AKP tabanının önemli bir kesimini ‘bildiğimiz AKP tabanı’ olmaktan çıkarttı. Tabanının seçim anlarında mobilize olma yeteneği yüksek olan kesimi ile AKP liderliğinin arasında kurulan ve bizzat Erdoğan’ın kurduğu koyu milliyetçi, hamaset dolu ve kitleleri gerçek dışı bir tarih kurgusunda birlikte sörf yapmaya davet eden propaganda dili aynı anda hem kitleyi hem liderliği hızla şekillendirdi. 

Erdoğan’ın şu son 22 yılda açığa çıkan özelliği sürekli olarak seçime hazırlanmasıdır. Fakat muhalif partilerin unuttuğu bir gerçek de AKP liderliğinin zihninden hiç çıkmıyor: Seçim sandığından önce, sokakta mücadeledir önemli olan! 

Kılıçdaroğlu’nun hızı mı kesilmeli, bir yerde birilerinin yumruk atması mı lazım, Akşener tehdit mi edilmeli, hepsi yapılır, Karadeniz gezisindeyken tehdit edilir. Ardından da Erdoğan “Bunlar daha iyi günleriniz.” der. “Eyy Hollanda” diye bağırılınca birileri elde bıçak portakal keser. Batı, Avrupa Birliği, AB menşeili olduğu iddia edilen demokrasi, özgürlükler sırayla hedef tahtasına oturtulur.

Mavi Vatan teziyle Türkiye’nin bekasının iktidara bağlı olduğu tezi yüksek perdeden sistematik olarak işlenir.

Bununla da yetinilmez, Türkiye’nin bekası AKP-MHP iktidarının bekasına, bu da Tayyip Erdoğan’ın seçim kazanıp kazanamayacağına indirgenir.

Bu kaotik beka kaygısının yanında demokrasinin, adaletin, özgürlüklerin, hayvan haklarının hiçbir önemi yoktur.

Aşırı sağ liderliği kendisinin tetiklediği krizi kullanıyor

22 yıllık iktidar dinamiğinin yarattığı şımarıklıkla tüm haklarımıza gözünü diken ve herhangi bir hakkı lüks gören AKP liderliği ve Cumhur İttifakı bir azınlık durumuna düştü. Fakat kendisini destekleyenler arasında azımsanmayacak bir kalabalığı da çığırından çıkartmış durumda. 

Bu kitle, içinden geçtiğimiz aşırı yoksullaşma döneminde hepimiz gibi boğuluyor olsa da sorumlusunu başka bir yerde araması vazediliyor. Chris Harman, “Peygamber ve İşçi Sınıfı” başlıklı broşüründe şunu söylüyordu:

Küçük burjuvazi yalnızca faşizmin değil Jakobenizmin, üçüncü dünya ulusalcılığının (= milliyetçiliğinin, yurtseverliğinin), Maocu Stalinizm’in ve Peronizm’in sınıfsal tabanını da oluşturmuştur. Küçük burjuva hareketler yalnızca sınıf mücadelesi spesifik bir noktada yükseldiğinde ve özel bir rol oynadıklarında faşist hareketler haline gelirler. 

Bu kitleler faşist bir partiyle kurulan koalisyonun süreklileştirilmesi için öne sürülen politik pratikler ve ideolojik aşırı sağcı fikirlerle yoğrulmaya çalışılıyor. Otoriter bir rejimin kitle desteği böylece inşa ediliyor. 

Bu yüzden, iktidar Güney Afrika’nın ilk başvurusundan 222, Lahey’de davanın görüşülmesinden 208 gün sonra İsrail hakkındaki soykırım davasına katıldığında bazı ilginç insanlar bunun medeni dünyaya örnek olması gerektiğini savunabiliyor. İsrail’in yıkıcı işgaline rağmen bu ülkeyle ikili anlaşmaları ve ticareti sonlandırmayan AKP kendini bu yolla aklıyor. Böylece sanki bu parti küresel intifada hareketinin bir parçasıymış gibi bir yalan güçlü bir şekilde işleniyor. 

Yine de AKP’nin, hikayesi sona eren bir parti olduğu 23’üncü kuruluş yıl dönümü kutlamalarında keskin bir şekilde görüldü. İYİP’ten iki vekil transferini büyük müjde diye pazarlamaları AKP’nin yolun sonuna geldiğini gösteriyor. 

AKP, AKP’ye karşı

Bu partinin otoriter rejimleri inşa etmek için giriştiği dağınık uygulamaların başına bela olan iki öğe var. Birisi, AKP’nin geçmişi. AKP’nin bugün çıkarttığı ya da çıkartmaya çalıştığı yasalar, daha önceki AKP iktidarları döneminde çıkan yasaları, anayasa değişikliklerini ya da düzenlemeleri yok etmeye çalışıyor. İstanbul Sözleşmesi böyleydi örneğin, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren Sözleşme 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı ile feshedildi.

Net bir katliam yasası olduğu, Niğde ve Altındağ barınaklarında yaşanan vahşetle kesinleşen düzenleme de yine AKP’nin ısrarıyla 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı Kanunun iptalini hedefliyordu. 

Vakti zamanında çıkması için çabaladığı yasalar ve değişiklikler Erdoğan’ın başına o kadar bela olmuş ve bu düzenlemelere o kadar yabancılaşmış durumda ki geçtiğimiz yılın kasım ayında, Suudi Arabistan dönüşünde, 2010 yılında kabul edilen bireysel başvuru hakkıyla ilgili şunu söyleyebilmişti: “Bireysel başvuruyla ilgili olarak, bunu zamanında Anayasa Mahkemesinin çalışmalarına hız kazandırır diyerek çıkarttılar.” 

2024’ün Erdoğan’ı, bireysel başvuru hakkı sanki kendi başbakanlığı döneminde hayata geçen bir uygulama değilmiş gibi, 2010’un Erdoğan’ından bir başkasıymış gibi söz edebiliyor.

Son sözü direnen işçiler söyler

İktidarın başkalaşımının tadını çıkartamamasının bir nedeni de karşısında kocaman bir pes etmeyenler hareketinin bulunması. Gazeteciler, tutuklu milletvekilleri, kadınlar, Kürtler, grev hakkı yasaklanan işçiler, barış akademisyenleri, Filistin için sokağa çıkanlar ve son olarak barınak barınak hayvan katliamının izini süren gönüllüler… 

İnatçı AKP’liler ile AKP yağdanlığı vazifesini görenler dışında herkes, 2023’ün iki seçiminden ve 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra iktidarın bir azınlık iktidarı olduğunun farkında. 

İktidarın şamatacılığı bu gerçeği örtmeye yaramıyor, tersine daha da daralan bir iktidar ittifakı haline geliyorlar. 

Altındağ’daki köpek katliamı görüntülerinden sadece halk sağlığı açısından tehlikeli olan katliam severler mutlu olabilir.          

Şenol Karakaş

 

Bültene kayıt ol