7 Ekim’den sonra dünyada ve Türkiye’de Filistin’le dayanışma eylemlerinin ana sloganı “From the river to the sea: Nehirden denize özgür Filistin” olarak şekillenmeye başladı. Filistin direniş örgütlerinin zaman zaman iki devletli çözüm önerisini kabul etmiş olmaları, Türkiye’de yaşayan sosyalistlerin ve demokratik muhalefetin kafasını karıştırıyor. “Biz Filistin direniş örgütlerinin ya da Filistin halkının kararını destekleriz, tutum belirtmeyiz” şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşım ilk bakışta makul gibi görünebilir. Ama makul değildir. Nitekim Filistin’e Özgürlük Platformu (FÖP) daha ilk kuruluş toplantısında yapılan tartışmayla iki devletli çözüm önerisinin reddi konusunda net bir çerçeveye sahipti.
Makul gibi görünen ise bütünüyle müphem bir yaklaşımdır. Sırtını sağlama almaya çalıştığı çok açıktır bu yaklaşımın. Bunu en iyi Kürt sorununda görüyoruz. Ezilen ulus sosyalistleri, ezilen halkın, ayrı devlet kurma hakkı da dahil, kendi kaderini tayin hakkını desteklemek zorundadır. Bu enternasyonalist olmanın, sosyal şovenist olmamanın ve bu sayede kendi egemen sınıf ve devletinden ideolojik ve politik olarak bağımsız kalmanın tek yoludur.
“Nehirden denize özgür Filistin”i savunmak zorundayız.
Anne Alexander İsrail rejiminin karakterini açıklarken bu konuyu şöyle ele alıyor:
Batılı liderler tarafından tercih edilen bir söylem, 1990'larda başlayan Oslo "barış sürecinin" çökmesinden Filistinlilerin sorumlu olduğu ve dolayısıyla yaşayabilir bir Filistin devletinin ortaya çıkamamasının suçlusunun da onlar olduğudur…
Apartheid gerçeğini kabul etmek önemlidir çünkü Batılı liderlerin Oslo barış sürecinin gerçekten "iki devletli çözüm" için bir alan sunduğu iddialarının kofluğunu ortaya koyar. Oslo süreciyle oluşturulan Filistin Yönetimi (FY), akla gelebilecek her düzeyde İsrail devletinin emrindedir. Kurumları öncelikle İsrail'i Filistinli nüfusa hizmet sunma yükünden kurtarmaya ve İsrail ordusuyla işbirliği içinde taşeron bir polis gücü olarak hareket etmeye hizmet etmektedir. Dahası, Filistinlilerin sözde kontrolü altındaki topraklar bile sakinleri Filistinlileri düzenli olarak cezasız bir şekilde öldüren ve yaralayan, ekinlerini yok eden ve kuyularını dolduran İsrail yerleşimlerinin genişlemesiyle giderek azalmaktadır.
Filistinli olmayan ama iki devletli çözüm fikrine aşırı bir bağlılık gösterenlerin (aralarında antisemitizme taviz vermeme konusunda kararlı olanlar da bulunsa dahi) İsrail’in apartheid rejiminin niteliği konusunda kafalarının oldukça karışık olduğunu söyleyebiliriz. Güney Afrika’da beyaz üstünlükçü rejim ne kadar olağansa İsrail devletinin inşa ettiği rejim de o kadar olağandır! Filistinli üstüne Filistinli ölürken Joe Biden “gazetecilere çatışmanın sona ermesinin ancak ‘iki devletli çözüm’ ve İsrail'in yanında ‘gerçek’ bir Filistin devletinin kurulmasıyla mümkün olacağını” söylemişti. Buradaki sinsilik görülmeyecek, kavranmayacak gibi değil. ABD, en başından beri İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin garantörü. İsrail’in varlığı ABD için olmazsa olmaz bir gerçeklik. İki devletli çözüm dediği ise, İsrail’in cezalandırılmadığı 76 yıllık kanlı işgal uygulamalarının uluslararası düzlemde meşrulaştırılması. Yine Anne Alexander’ın sözleriyle devam edersek, “Filistinlilerin ulusal kimlikleri nedeniyle temel sivil, sosyal ve demokratik haklarını inkar eden bir İsrail rejiminin, kontrol ettiği topraklarda gerçek Filistin egemenliğinin uygulanmasını da sistematik olarak engelleyeceğini” son 8 ayda oluşan muazzam farkındalık nedeniyle hemen herkes gördü. Bu yüzden iki devletli çözümü savunmak, sosyalistlerin işi değildir. İsrail devletinin yıkılmasını savunmaktır sosyalistlerin işi.
ABD türü demokratlık
Hamas’ın 2006 yılında seçimleri kazanması, demokrasiye en saygısız ülke olan ABD’nin özel nefretini topladı. Mahmut Abbas aracılığıyla, seçim sonuçlarını tanımayan düpedüz bir darbe planlandı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condolize Rice’ın ısrarcı olduğu darbe girişimi Hamas’ın karşı müdahalesiyle püskürtüldü. Doğrudan emperyalizmle işbirliği içinde girişilen bu süreç Hamas’ın bugünkü etkinliğini de Abbas’ın yalnızlığını da açıklayan etkenlerden birisi. ABD, Hamas nefretiyle, kontrolü dışında bir siyasal gücün kendi iki devletli çözüm anlayışını zedeleme ihtimaline karşı kapıların kapanmasını istiyor.
Oslo süreci hakkında yaratılan tüm efsaneler de İsrail işgalini meşrulaştırmak için geliştirilen ABD-İsrail stratejileridir. Ilan Pappe’nin net bir şekilde aktardığı gibi, Oslo’da önerilen iki devletli çözüm, İsrail’in hem ne kadar toprağı Filistinlilere verme hem de geride bıraktığı topraklarda ne olacağını tayin etme yetkisine sahip olması anlamına gelen bölücü bir teklifti.(1)
İki devletli çözüm, soykırımı teşvik etmektir
Oslo Barış Süreci’nin sonucunda imzalanan antlaşmayla hem Batı Şeria bölünmüş hem de Gazze Şeridi "Yahudi" ve "Filistin" bölgeleri olarak ayrılmış, ama ayrıca Filistin bölgeleri bir de küçük kantonlara bölünmüştür. Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını kapsamayan Oslo ve Camp David süreçleri mülteci sorununu ve İsrail içindeki Filistinli azınlığın dışlanmasını "Filistin halkını" demografik olarak Filistin ulusunun yarısından daha azına indirgemesi anlamına geldi. Tüm bu müzakere süreci İsrail ve ABD tarafından yönetiliyordu ve Filistinlilerin geri dönüş hakkının mutlak ve kategorik olarak reddini de içeren belgeyi Filistinlilere kabul ettirmekten başka bir amaca sahip değildi. Nasıl ki bugün tanık olduğumuz acımasız ve soykırımcı şiddetin sorumlusu El Aksa Tufanı değilse, iki devletli çözüm projesinin Filistinliler tarafından kabul edilmemesinin ve intifadanın başlamasının nedeni de Filistin liderliği ve Yaser Arafat’ın terör kışkırtıcılığı değildi. Arafat, Camp David’e Filistinliler için elle tutulabilir kazanımlar elde etmeye gelmişti. İsrail genelkurmayının ise bir süre sonra iyice netleşecek bir şekilde işgali sonsuza kadar sürdürecek ve Lübnan’da Hizbullah karşısında aldığı utanç verici yenilgiyi unutturacak bir girişime ihtiyacı vardı. İntifada, bu sürecin tetikleyicisi olan Şaron adındaki ırkçının Harem-üş Şerif’i (Bölgedeki Müslümanlar ve Yahudiler açısından kutsal olan bir mekan) yüzlerce korumasıyla adeta basar gibi ziyaret etmesi sonucunda Filistinlilerin öfkesinin patlamasıyla başladı. İkinci İntifada yaklaşık iki yıl sürdü.
İki devletli çözüm tezi bu yüzden bir fiyasko ve bir efsanedir:
İki devletli çözüm, daha önce de belirtildiği üzere, bir çemberi tamamlamak amacıyla ortaya atılmış bir İsrail icadıdır. Batı Şeria'nın orada yaşayan nüfusu içine almadan nasıl İsrail kontrolü altında tutulabileceği sorusuna cevap vermektedir. Böylece Batı Şeria'nın bir kısmının özerk, yarı-devlet olması önerildi. Bunun karşılığında Filistinlilerin geri dönüş, İsrail'deki Filistinlilerin eşit haklara sahip olması, Kudüs'ün kaderi ve anavatanlarında insan olarak normal bir yaşam sürme umutlarından vazgeçmeleri gerekecekti.(2)
7 Ekim’den hemen sonra Şişli’de yapılan bir toplantıda, Aksa Tufanı’nın yanında olmak zorunda olduğumuzu açıkladığımızda, bilinmeyenin sadece Nakba olmadığı, iki devletli çözüm dayatmasının arka planının da anlaşılmadığı ortaya çıkmıştı. Siz evinizde otururken birdenbire birileri evinize zorla girip, ev ahalisinin bir kısmını öldürüp, bir kısmına tecavüz edip, geri kalanları evin banyosuna hapsedip, bir de bu durumu, evin ezelden beri kendilerinin olduğu anlatısıyla meşrulaştırmaya çalışıp, sonra size banyoda yaşayın, geri kalan odalarda bulunan aile fertlerinize de istediğimizi yaparız, bunun adı da iki devletli çözüm olsun dediğinde kimse kabul etmez! Evin zaten düne kadar sizin olduğunu hatırlatırsınız. Arada sırada banyoda sıkışmış durumunuzu insanüstü bir irade göstererek aşmaya çalışır, evinizin odalarını işgal etmiş birkaç kişiden kurtulmaya çalışırsanız da sivil öldürmekle suçlanırsınız. Evin işgalinin ardından canını kurtarmak için kaçanların geri dönüşünü içermeyen bir çözümün çözüm olmadığını söylediğinizdeyse çözüme karşı çıkan terörist olarak damgalanırsınız. Ama on yıllar boyunca o kadar köklü, kararlı ve yenilmez bir direniş örgütlemişsinizdir ki artık ABD ve İsrail için Filistinsizleştirilmiş bir Filistin’e ulaşmak hayali mümkün değildir.
Gazze direniyor, direnişin parçası olmaya devam etmeliyiz
Evet, Filistin direniş örgütleri iki devletli çözüme onay verebilirler, bu tüm dünyadaki sosyalistlerin İsrail’in yıkılması ve bu nedenle önce yalnızlaştırılması için aralıksız mücadele etmesinin önünde engel değildir. Evin banyosunda öldürülmeden yaşamak ve bu arada direnişi daha güçlü örgütlemek için iki devletli çözümü kabul ettiklerinde bile bizim yapmamız gereken bu karara saygı duyup, İsrail işgalci devletinin yıkılması için mücadeleyi aralıksız sürdürmek olmalıdır.
Filistin’e Özgürlük Platformu (FÖP) tüm eylemlerinde “Nehirden denize özgür Filistin” sloganını bu yüzden öne çıkartıyor. Bu yüzden ilk eyleminde şu vurgulara yer vermişti:
İsrail askeri yetkilileri 10 bin kez saldırı gerçekleştirdiklerini hiç utanmadan açıklayabiliyor. Dile kolay, dünyanın en ağır baskısının uygulandığı açık hava hapishanesi olan Gazze on bin kez bombalandı. Binlerce patlama, ölüm, yaralanma, yıkılan binalar, ölen canlılar, yok olan ekosistem, bir bölgenin topyekun yaşanamaz hale getirilmesi, bölgede yaşayanların yok edilmesi, sürülmesi, evsiz bırakılması, biz burada, şu anda bu basın açıklamasını yaparken süregiden dehşet sahneleri… Bu yüzden, tüm dünyada, İsrail bir soykırım yapmakla suçlanıyor. Bizler, İsrail’in hemen durdurulması için tek bir saniye bile kaybetmeden harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tüm yurttaşları, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, barışı savunanları, savaşlara, işgallere ve ırkçılığa karşı olanları, İsrail’in ABD destekli savaş suçlarıyla dolu işgaline karşı, Filistin’in özgürlüğü için birlikte, yan yana ses çıkartmaya çağırıyoruz.
Daha Aksa Tufanı’nın ardından şiddetlenen soykırımcı işgalin ikinci ayı dolmadan “Dünya İsrail’in yarattığı yıkımın sona ermesi için ayaktaydı. Milyonlarca insan, bu işgalin hemen, pazarlıksız sona ermesi için sokaklara çıktı, sesini yükseltti. İsveç’te, Londra’da, Glasgow’da, Paris’te, Belçika’da, Güney Afrika’da, New York’ta, Jakarta’da, Tunus’ta, Almanya’da, Manchester’da, Avustralya’da, Pakistan’da, Japonya’da, Washington’da, Edinburgh’ta, Somali’de, Bosna’da, Kosta Rika’da, Portekiz’de, Kanada’da, Danimarka’da, Norveç’te, Mauritius adasında, Fas’ta, Mısır’da, Yemen’de, Atina’da, Barselona’da, Brezilya’da, Meksika’da İrlanda’da, Arjantin’de, Yeni Zelanda’da, Finlandiya’da Gazze’yle dayanışma eylemleri örgütlendi.
Sonra tüm dünyaya yayılan muazzam bir öfke dalgası yaşandı ve Gazze için kazanımların arka arkaya gelmesini sağladı. Filistin halkının direnişi, sosyalistlerin aralıksız mücadelesi, birçok yerde iklim aktivistlerinin tavizsiz dayanışması ve nihayet en son ABD ve Avrupa’yı sarsan üniversite işgalleri sayesinde çok büyük kazanımlar elde edildi. FÖP’ün de eylemleriyle bir parçası ve inşacısı olduğu bu mücadelenin en önemli kazanımlarından birisi, İsrail’in maskesinin düşürülmesi, bu korsan devletin iki devletli çözüm önerisinin ve bu önerinin önündeki en büyük engelin Filistin direniş örgütleri olduğu yönündeki iddialarının soykırım planlarını meşrulaştırmak için üretilen yerleşimci sömürgeci ideolojisi olduğunun tüm dünyaya kanıtlanmasıdır.
Joseph Choonara’nın birkaç gün önce yayımlanan makalesinde özetlemiş olduğu gibi; Mayıs ayında, İsrail'in soykırım yaptığını iddia eden bir davayı inceleyen Birleşmiş Milletlerin bir organı olan Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail'in Gazze'nin güneyindeki Refah kentine yönelik saldırısını durdurmasını talep eden bir karar yayınladı. Netanyahu üzerindeki bir diğer baskı da 1998 Roma Antlaşması ile kurulan ve 124 devlet tarafından tanınan UAD'den ayrı bir organ olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden (UCM) geldi. UCM savcısı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın yanı sıra üç Hamas lideri hakkında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılmasını talep etti.
Küresel düzenin bu kurumları, Gazze direnişi ve küresel Gazze dayanışması nedeniyle bu kararları almak zorunda kaldılar. Önümüzdeki yazıda Siyonizm’e karşı olmanın değil de Siyonizm’in bizzat ırkçılık olduğunu tartışacağım.
Şenol Karakaş
1. Ten Myhts About Israel, Pape, Ilan, 2017
2. age, Pape.